İnsan akıllı bir varlık olduğundan yaptığı her işinde bir sebep, bir amaç ve sonunda da bir beklentisi vardır. Her adımında, her düşünüşünde ve tüm hayatı boyunca yaşantısının her anında bir amaca kilitlenmiş ona doğru yürümektedir. Bu amaç da genelde, hangi konuda olursa olsun başarı elde etme ve sonunda bir huzur ve mutluluğa erme beklentisidir. Bu yüzden okur, çalışır, kazanır, harcar ve sonunda ömür sermayesini tüketir.
Bir şeyler başarmak ve bu başarı sonunda bir mutluluk ve huzur hali yaşamak insanlığın ortak amacıdır, diyebiliriz. İnsanoğlu; “Çok para mı kazansam, şu mesleği mi yapsam, bu kişiyle mi evlensem, o yeri mi gezip görsem” gibi birçok şeyi hedefine koyar ve onu başarmaya çalışır, sonunda da mutlu ve huzurlu olacağını düşünür.
Hâlbuki insan bu hedefleri koyarken gerçekçi olamayabilir, hedeflerini veya kendisini çok iyi tanıyamadığından bunları elde edince istediği huzur ve mutluluğa da kavuşamayabilir veya çok çalışmasına rağmen elinde olmayan nedenlerden dolayı bu hedeflerine ulaşamayabilir ve nihayet başarılı olsa dahi bu durum devamlı olmayıp bittiğinden huzuru da devam etmez, daima geçici mutlulukların peşinde koşar, yorulur.
İşte bu durumdaki bir insan aklen, ruhen, kalben hatta tüm duygularıyla “Acaba sadece belirlediğim hedeflerime bağlı olmayan ve hiç bozulmayacak bir huzur ve mutluluğa bu dünyada erişebilir miyim?” derken Kuran-ı Kerim şu ayetleri ile karşılar onu:
“Sevmediğiniz bir şey sizin için iyi ve sevdiğiniz bir şey de sizin için kötü olabilir. Siz bilmeseniz de Allah bilir.” (Bakara/216)
“ Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter…”(Talak/3)
“Göklerin ve yerin gaybı/gizliliği Allah’ındır, bütün işler O’na döndürülür; öyleyse O’na kulluk edin ve O’na tevekkül edin…”(Hud/123)
Evet, hedefimize koyduğumuz ve başarmamız halinde huzur bulacağımızı düşündüğümüz şeyler bazen tam tersine bizi sıkıntıya sokabilir ve; “keşke yapmasaydım” dedirebilir veya önümüze çıkan engeller bizim iyiliğimizedir ama biz; “niçin böyle oluyor” diye üzülebiliriz. İşte bu durumdaki bir insana lazım olan ve hedefinin her aşamasında huzurunu koruyacak ve sonucunda başarılı olsa da olmasa da yine huzuru elde edeceği şey tevekküldür.
Çünkü tevekkül ile yani elinden gelen gayreti gösterdikten sonra sonucunu hayırlısıyla Allah’tan beklemekle kul olduğunu hatırlayan insan; acizliğini, her şeye gücünün yetmediğini, her durumda Allah’a muhtaç olduğunu fark eder. Böylece iman ettiği yani kayıtsız bir şekilde teslim olup güvendiği Rabbine dayanır ve hangi durumda olursa olsun bu güven ona şunları dedirtir: “Lütfun da hoş kahrın da hoş, Mevla görelim neyler neylerse güzel eyler. Bir kapıyı kapatan Allah bin kapı açar.”
Bundan sonra insan, asıl yaşama hedefini ve gayesini dünyanın da ötesine taşıyarak Kuran’ın şu ayetleri ile manen:
“Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının kısa süreli faydalanmasıdır. Allah katında olan ise(Cennet), daha hayırlı ve daha süreklidir. İman edip Rablerine tevekkül edenler içindir…”(Şura/36)
“Sonra cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi? Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler. Çalışanlar, asıl böyle bir başarı elde etmek için çalışsınlar! ”(Saffat/58-61)
Diyerek gerçek ve ebedi huzuru bu dünyanın geçici işlerine bağlamadığını gösterir. Sonsuz bir hayatta ebedi güzelliklerle ve sevdikleriyle, sonsuz mutluluğa ereceği o günü huzurla bekler. Ve bu konuda onu saptırmaya çalışan şeytana dahi yine Allah’a olan bu tevekkülü ile karşı koyar:
“Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur.”(Nahl/99)
Mehmet BİLEN