NURDAN HABER – ÖZEL
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn
اِنَّا للهِ وَ اِنِّا اِلَيْهِ رَاجِعُون
Bediüzzaman’la görüşen, hattat Muhsin Demirel’in babası son şahitlerden tayyereci lakabıyla tanınan Ali Demirel abi bu sabaha karşı hakka yürüdü.
Nurdan Haber’e konuşan oğlu Muhsin Demirel babasının uzun süreden beri tedavi gördüğünü bir ara düzeldiğini ancak tekrardan ağırlaşarak bu sabaha karşı vefat ettiğini söyledi.
Muhsin Demirel Cenaze namazının bugün (9 Aralık 2017 Cumartesi) ikindi namazına müteakip Eyüp Sultan Cami’nde kılınarak Eyüp Sultan mezarlığına defnedileceğini de bildirdi.
Merhuma Allah’tan Rahmet kederli ailesine başsağlığı diliyoruz.
Ali Demirel kimdir?
1925’te Burdur-Karamanlı’da dünyaya geldi. Emekli pilot astsubayıdır. Bediüzzaman’la müteaddit defalar görüşmüştür.
“Risale-i Nurları Oku ve Üstadı mutlaka ziyaret et”
“Ben Erzincan’da havacı astsubay iken Risale-i Nurları, arkadaşım Pilot Başçavuş Ömer Halıcı’dan duymuştum. Teksir edilmiş çeşitli Risaleleri onda görmüş ve okumaya başlamıştım.
“Tayinimin Erzincan’dan Diyarbakır’a çıkması üzerine, Risale-i Nur talebeleriyle tanışmam burada oldu. Risale-i Nurları okumaya başlamam ve iman hizmetinin içinde bulunma devrem, Diyarbakır’daki Nur talebelerinin tanımadan itibaren başladı.
“Pilot Astsubay olmam hasebiyle Diyarbakır’dan Eskişehir’e Jet kursuna gitmiştim. Bu sırada Üstadı görmeye karar verdim. O zamanlar Eskişehirli tarikat şeyhi, Muttalip köyünden Hacı Hilmi Efendinin tarikatına bağlı idim. Bu sebeple Üstada gitmeden önce Hacı Hilmi Efendiye uğradım. Risale-i Nurları gördüğümü ve Bediüzzaman Said Nursî’yi ziyaret etmek istediğimi şeyhime anlattım ve bu konudaki görüşlerini sordum. O da bana, ‘Risale-i Nur’ları oku ve Üstadı mutlaka ziyaret et’ diye tavsiyede bulundu.
“Yedi kişilik bir kafile ile Eskişehir’den Emirdağ’a, Üstadı ziyarete gitmiştik. Kafilemizde; Binbaşı Reşat Bey, Yüzbaşı Ekrem Bey, Pilot Başçavuş Ömer Halıcı, Saatçi Muhittin, Elbiseci Mustafa, Hacı Hafız Abdullah Efendi (Toprak) vardı. Üstada gideceğimiz zaman Hacı Hilmi Efendi yeni Hicaz’dan gelmişti. Üstada götürmemiz için, bize tesbih, misvak, koku ve hurma vermişti. Bu mübarek zat, daha önce bir kaç sefer Üstadı ziyaret ettiğini ifade etmişti.
“Üstadı ziyaret ediyoruz”
“Emirdağ’a vardığımızda Mehmet Çalışkan’ın bakkaliye dükkânına uğrayıp, oradan da Üstad’ın yanına gittik. Üstad yatakta oturmuş vaziyette idi. Duvarda bir cep saati asılıydı. Ayrıca orta boy bir radyo da duvarda vardı.
“Üstad, kendisine hediye olarak Hacı Hilmi Efendi tarafından gönderilen hurmaları açtı. Sekiz tane vardı. Biz de Üstad ile beraber içeride sekiz kişi idik. Üstad, ‘Fesübbanallah’ dedi. Ve sayı saydırarak bize hurmaları dağıttı. Sayı kendine düşen, hurmaların en büyüğünü almak mecburiyetinde idi. Bazı arkadaşlarımız küçüğünü almaya kalkıştıklarında Üstad mâni oluyor ve en büyüğünü almalarını istiyordu.
“Üstad bu hediyelere mukabil bir hediye vermek istedi, etrafı araştırdı, epeyce aradıktan sonra bir tesbih buldu, çıkardı:
“Tesbih mübarektir, bunu kendisine götürün, selâm söyleyin. Kardeşim, Hilmi Efendi bir kaç defadır benim ziyaretime geliyor, artık gelmesin, ben onun ziyaretine geleceğim’ dedi.
“Üstad, Hilmi Efendiyi iki kere ziyarete gitti”
“Bu hadiseden beş sene sonra, 1957’de, Üstad, Hilmi Efendinin hafız cemiyetine dâveti üzerine, trenle Isparta’dan Eskişehir’e gelerek oradan da Muttalib’e gitti. O zaman köyde çok kalabalık olmuş, bir kaç bin kişi toplanmıştı. Ertesi sene Üstad, dâvet edildiği günden üç gün evvel, yine Muttalib’e gitmişti. Üstad’ın dâvet edildiği duyulduğu için, çok büyük bir izdiham ve kalabalık olacaktı. Fakat Üstad, ‘Benim kandilde Isparta’da bulunmam lâzım’ diye Muttalib’e ziyareti, üç gün evvel yaparak geri dönmüştü. Ben Yıldız Oteline gitmiştim. Otelde Zübeyir Ağabey vardı. Bana, Üstad’ın Muttalib’e gittiğini ve hemen döneceğini söylemişti.
“Benim gibi 6-7 kişi daha olsaydı, memleket bu hale gelmezdi”
“Üstad yanımızdaki Hafız Abdullah Toprak’a şöyle diyordu:
‘Kardeşim Hafız Abdullah, ben tek başıma kaldım. Eğer benim gibi altı-yedi kişi daha olsaydı, bu memleket bu hale gelmezdi.’
“O zamanlarda Ticanilerin menfî hareketleri oluyordu. Üstad onların bu hareketlerini hiç tasvip etmiyor, bu hâdiseler yüzünden İslâma zarar geleceğine üzülüyordu.
“Ben tayyarecilere dua ediyorum”
“Üstad’ın giyinişi Şark usulü idi. Yanakları pembe, gözleri maviye çalıyor, parmakları ince ve uzundu. Arkadaşlarımın hepsini tanıdığı halde beni yeni görüyordu. Bunun üzerine Ömer Halıcı’ya beni göstererek, ‘Bu kim?’ dedi. Ömer Halıcı, ‘Bizim alayda Başçavuş Ali Demirel’ diye cevap verdi. Üstad da, ‘Maşaallah, onu talebeliğe kabul ettim’ diye iltifat etti. Üstad devamlı konuşuyordu. Şöyle dediğini hatırlıyorum:
“Kardaşlarım, ben önce Risale-i Nur talebelerine, sonra Muttalipçilere (yani Şeyhim Hacı Hilmi Efendinin talebelerine. Bunlar da sık sık Üstadı ziyaret ediyorlardı), sonra da tayyarecilere dua ediyorum. (Ve biz havacılara dönerek) Kardaşlarım, ölümle karşı karşıya olan kahramandır. Siz kahramansınız. Ben de din kahramanıyım.’
“Sonra Üstad’dan müsaade alarak ayrılmıştık.
“Üstad Eskişehir’e gelince Yıldız Otelinde kalırdı. Burada da ziyaretine gitmiştim. Beni görünce, ‘Sen nerelisin kardaşım?’ dedi. Ben de, ‘Burdurluyum’ deyince, Üstad,
‘Benim Burdur’da on bin talebem olması lâzımdı. Isparta’da on bin talebem vardır. Burdur’da kemiyete ihtiyaç yok. Keyfiyet olduğu için, sadece on tane vardır. Binbaşı Asım Bey, Mustafa Çavuş, Rasih Hoca, Abdurrahman Cerrahoğlu’demişti.
“Oğlum Hüseyin’i de Üstada götürdüm”
“Burdurlu olmam hasebiyle, Isparta’da bulunan Üstadı müteaddit defalar ziyaret etme bahtiyarlığında bulundum. Ben Ankara’dayken büyük oğlum Hüseyin’i, babam alıp memleketimiz olan Burdur’a götürmüştü. Oğlum Hüseyin’i almak için memlekete gittim. Dönüşte Üstadı ziyaret edip öylece dönmeye karar verdim. Isparta’ya gittik. O zaman Üstad Emirdağ’daymış. Isparta’da bulunan Hüsrev Ağabeyin yanına gittik. Türkçe İşaratü’l-İcaz’ın eski yazı ile yazılan bazı nüshalarının tashih edilmesi için Üstada götürmemi istedi. Isparta’dan Afyon’a geçtik. Orada bir gece kaldıktan sonra, ertesi günü Emirdağ’a gitmek için otobüse bindik. Vasıtalar az olduğu için aynı otobüsle geri dönmek istiyordum. Onun için otobüs şoförüne Emirdağ’da ne kadar kalacağını sordum. Şoför bana, ‘Hoca Efendiye mi gidiyorsunuz?’ diye sormuştu. Ben de, ‘Evet’ demiştim. ‘Sizi beklerim’demişti. Üstadı ziyarete gidenler çok olduğu için, artık şoför ziyaret maksadıyle gidenleri tanıyordu. Hürmetkâr tavrı, Üstad’ın o çevrede sevildiğinin bir işaretiydi.
“Emirdağ’da Mehmet Çalışkan’ın bakkal dükkânına, oradan da Üstad’ın yanına gittik. Emaneti verdim. Yanımdaki beş yaşındaki oğlum Hüseyin’e dönerek, ‘Bunun adı ne?’ dedi. Ben ‘Hüseyin’ dedim. ‘Maşaallah’ dedi ve dua etti. Dışarıya çıktığımızda Hüseyin bana, ‘Bu hocanın gözleri niye yeşil baba?’ diye sordu. Geldiğimiz otobüsle Afyon’a, oradan Eskişehir üzerinden Ankara’ya döndük.
“Siz amme hizmeti görüyorsunuz”
“Başka bir seferinde ise Burdur’dan iki hemşehrimle Üstadı ziyarete gittik. Arkadaşlarımdan biri Devlet Demiryollarında vazifeliydi. Üstad yanımızdaki trenciye şunları söyledi.
“Kardaşım, siz âmme hizmeti görüyorsunuz. Farz namazlarınızı kılsanız yaptığınız vazifeler ibadet hükmüne geçer.’
“Üstadı son ziyaretim”
“En son ziyaretim, 1959 senesinde, Üstad’ın İstanbul’a gelişi sırasında oldu. 1959 yılını 1960’a bağlayan günlerdeydi. Üstad, Piyer Loti Otelinde kalıyordu. O zamanki gazetelerden hatırladığıma göre Üstad, İstanbul’a avukatı Bekir Berk Beye vekâlet vermek için gelmişti.
“Ben Üstad’ın geldiğini duyunca hemen onu ziyaret etmeye gittim. Otele gittiğimde otelin kapısında ve çevresinde çok miktarda polis ve gazeteciler vardı. Sonradan isminin (Birinci Şubeden) Faruk (Eriş) olduğunu öğrendiğim bir polis memuru, ötelin kâtibi rolüne girmişti. Ben kapıdan girince, ‘Kimi arıyorsunuz?’ diye sordu. Bediüzzaman’ı görmek istediğimi söyleyince ‘İsminizi alayım, telefondan geldiğiniz söyleyeyim’dedi. Ben polis olduğunu anladığım için, ‘İsmime lüzum yok. Birisi sizi görmek istiyor deyin’ dedim. O sırada arkadaşım Halil Yürü, ‘Ali Ağabey’ diye beni çağırdı. Dolayısıyla ismimi öğrenmişlerdi. Polisin yanında sonradan Milliyet gazetesi muhabiri olduğunu öğrendiğim sivri sakallı birisi vardı.
“Ertesi günü Milliyet gazetesi şöyle yazıyordu: ‘
‘İstanbul teşkilâtından olduğu anlaşılan Ali Ağabey isminde birisi, en son saat 19:30’da itirazsız kabul olundu.’
Üstad’ın manevî kuvvetinden korkanlar böylece en ufak bir hareketten bir mânâ çıkarıyor, âdeta bir gizli teşkilatın var olduğunu göstermek istiyorlardı. Üstad’ın üstüne örtmesi için evden battaniyeye sarılı bir yorgan getirdim. O zaman Üstad’ın siyah olan şemsiyesini bile yeşil diye yazmışlardı. Halbuki battaniyede sadece yeşil çizgiler vardı. Yorgan yeşil değildi. Gayeleri Üstadı bir şeyhe benzetip onu olmadığı bir şekilde göstermekti.
“Yanına gittiğimizde 13-14 kişiydik. Hepimizin birden yanına gidişine sinirlenmişti.
“Ben sizi tek tek kabul edecektim. Neden hepiniz birden geldiniz? Görüyorsunuz bu adamlar tezahürattan telaşa kapılıyor’ diye konuşmuştu. O günkü gazetelerde Üstad günün konusuydu. Bütün gazetelerin baş haberi Üstad idi. Üstad için çeşitli yalan yanlış şeyle yazıyorlardı.
“Biz müsbet hareket edeceğiz; asayişi muhafazaya çalışacağız”
“Üstad’ın sesi o gün çok kuvvetli çıkıyordu. Yatağın üstünde ayağa kalkarak bize 31 Mart hâdisesisndeki Divan-ı Harb-i Örf”i’deki mahkeme safahatından anlattı:
“Mahkeme Reisi Hurşid Paşa bana, ‘Said sen de mürteciymişsin?’ diye sordu. Ben de ona, ‘Meşrutiyet bir zümrenin istibdadı ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki ben mürteciyim’ dedim. Kardaşlarım, bir emir versem yüz Şeyh Said gibi Türkiye’yi karıştırırım.. Ama bin Şeyh Said kadar kuvvetimiz de olsa, biz yine müsbet hareket edeceğiz. Asayişi muhafazaya çalışacağızı.’
“Üç dört gün kalacağını ifade etti. Eyüb Sultan’ı ziyaret edeceğini söyledi. Maalesef ertesi günü gazeteciler yattığı odanın balkonuna çıkıp namaz kılarken resmini çekmişlerdi. Üstad buna sinirlenip, beklemeden Ankara’ya döndü.
“Ben seni vekil tayin ettim”
“Avukat Bekir Berk’e şöyle dediğini de söylemeden geçemeyeceğim. Üstad, Bekir Beye üç sefer tekrar ile, ‘Ben seni vekil tayin ettim’ demişti. Sonra Bekir Berk Beyi., Üstad’ın vefatından on üç sene sonraya kadar Risale-i Nur’un fahrî avukatlığını yaptığını gözönüne getirirsek, Üstad’ın sözlerindeki incelik meydana çıkar.
“Benim bu hatıralarım, bu dünyadaki en büyük sermayemdir. Bediüzzaman Said Nursî gibi bir İslâm kahramanını görüş bazı sohbetlerinde bulunmam en büyük mutluktur bana.”
(Son Şahitler kitabının, üçüncü cildinden derlenmiştir…)