1- Niçin böyle bir çalışmaya ihtiyaç duydunuz?
Yabancıların Ayasofya üzerine ilgi ve araştırmaları artarak devam etmiş, bu yoğun ilgi sayesinde çok sayıda eser ve makale kaleme alınmıştır. Ancak bu neşriyatta, Ayasofya’nın sadece bir “Bizans kilisesi” olarak mimari, tezyini özellikleri ve manevi değeri inceden inceye işlenmesine mukabil, 527 senelik Türk hâkimiyeti esnasında yapılan, ilave edilen “Türk eserleri” hakkında dağınık ve pek az malumata yer verilmiştir. İşin hakikati şu ki, Ayasofya’nın mimari muhtevasını kavramaya yönelenler, bu yapının sonradan bir “Osmanlı camii” olarak ele alınışındaki problemlere pek eğilmemiştir[1]. Dolayısıyla Osmanlı Ayasofya‘sına dikkatle eğilen detaylı ve müstakil bir tek esere bile tesadüf edilememektedir.
Bizdeki araştırmacılar ise batılı meslektaşlarının yolunu izlemiş, Osmanlı Ayasofya’sı ve buna ait külliyenin bütününe yönelik incelemeler yetersiz kalmıştır. Bu sebeple, Ayasofya araştırmaları ile tanınan “Feridun Dirimtekin” ‘fethi müteakip Ayasofya’da yapılan tamirler ve değişiklikler hakkında esaslı bir bilgiye malik değiliz’ diyor. “Erdem Yücel” , Ayasofya’nın onarım çalışmalarını günümüze yansıtan belge ve kaynaklarda bize ışık tutabilecek bilgilerin yok denebilecek kadar azlığından yakınmaktadır. Bu noktada Semavi Eyice şu uyarıyı yapıyor; Ayasofya’nın “Bizans” sanatı içindeki yeri kadar, “Türk” sanatında da önemli bir yeri bulunmaktadır. Ayasofya’nın “Türk devri ekleri” değerlendirilmeli ve onlar ilk yapılış gayelerine uygun bir biçimde teşhire açılmalıdır.[2]
Birçok araştırmacının “Osmanlı dönemi” için bilgi ve belge yoksunluğuna dair sözleri, bu geniş Osmanlı aralığının göz ardı edildiğinin bir göstergesidir. Hâlbuki Osmanlı arşiv kaynaklarının sunduğu mebzul doküman karşısında şaşırmamak mümkün değildir. Sağ milliyetçi tandanstaki çoğu literatür ise, saf ve sığ bir hamasetten öteye gitmemiştir. İşte elinizdeki bu mütevazi çalışma, Osmanlı Ayasofya’sını, Ayasofya araştırmaları içerisinde parantez aralığından kurtarabilirse kendini şanslı sayacaktır. Zira “Osmanlı dönemi” Ayasofya için beş yüz yıla yakın bir parantez içi değil, başlı başına incelenmesi ve araştırılması gereken uzun ve verimli bir dönemi oluşturmaktadır.
İşte bütün bu sebeplere üç daha önemli sebep eklendi ve yeni bir çalışmanın yapılması gereği 1996 yılından beri, eserin müelliflerinden Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün zihnini meşgul etmeye başladı.
- Birincisi, 500 yıllık Osmanlı Ayasofya’sının temeli kabul edilen Fatih’in Ayasofya Vakfiyesinin sadece II. Bayezid devrinde yapılan Türkçe Muhtasarının Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından neşredilmiş olması yani henüz ana vakfiyenin orijinali olan Arapçasından tercümesinin bile yapılmamış olması; Arapça vakfiyenin ise sadece faksimile metninin ve ana nüshadan alınan nüshasının neşredilmiş olması bizi hayrete düşürdü. Fatih Sultan Mehmed’in 70 küsür metrelik ama en az 4-5 metrelik kısmı, iddiaya göre 1950’lerdeki bir yurtdışı sergide kaybolan ve aslı hala Tapu-Kadastro genel Müdürlüğü Kuyud-u Kadime Arşivinde yer alan Ayasofya Vakfiyesinin neşredilmemesi müellifi hayrete düşürmüştü. Senelerce bu Vakfiyenin bir kopyasını elde etmek üzere kapı kapı dolaştı ve Fatih’in bu vakfiyesi maalesef hırsızdan saklanan bir mücevher kutusu gibi müelliften saklanıyordu. Nihayet önce siyah-beyaz bir nüshası ve sonra da renkli nüshası elde edildi. II. Bayezid dönemindeki Muhtasar Türkçe Nüsha ve yayınlanan Arapça nüsha ile karşılaştırılarak tercüme edildi.
- İkincisi, Abdülmecid zamanında Fossati’ye hazırlatılan ve 25 Osmanlı Ayasofya’sını yansıtan harika resimlerin, Londra’da basılan nüshası değil Padişah’a sunulduğu düşünülen ana nüshası ele geçince, bu projenin mutlaka tamamlanması arzusunu kamçıladı. Ve üçüncü olarak, mevcut iddiaların aksine Osmanlı arşiv ve kütüphanelerinde birkaç tane değil binlerce arşiv vesikasının bulunması bu projenin hemen başlamasının fariza-i zimmet olduğunu ortaya koydu. Artık tek mani kalmıştı; o da hazır olan projenin iskeletini doldurmak ve özellikle de Osmanlı ve Cumhuriyet kaynaklarını kullanmak. 2001 yılında Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörlüğün görevini yüklenmek müellifin Ayasofya Projesini baltalamıştı. Ancak ‘Bir şey tamamen elde edilemezse, tamamen de terk edilmemeli’ kuralı gereği, bu proje gecikmemeliydi. Akgündüz’ün imdadına iki kıymetli araştırmacı yetişti ve bu projeyi tamamlama vazifesini, Akgündüz ile birlikte Doç. Dr. Said Öztürk ve Yaşar Baş üstlendi. Bu iki araştırmacının Osmanlı ve Cumhuriyet kaynaklarını tamamen yeniden taradıkları eserde de müşahede edilecektir.
2- Osmanlı dönemiyle ilgili çalışmalar yaparken zorluklarla karşılaştınız mı? Yeterli bilgi ve belgeye ulaşabildiniz mi?
Bence en büyük zorluğu iki yerde çektik. Bunlardan birincisi, Fatih’in Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadime Arşivindeki 66 metrelik Ceylan Derisi üzerine yazılı Ayasofya Vakfiyesine ulaşmamız tam 7 sene sürdü. Araya sokmadığım siyasi bile kalmadı. Nice Başbakan yardımcılarına ve nice bakanlara müracaat ettik. Daha sonra rahmetli Özal’ın Ayasofya Vakfiyesine karşı olan hassasiyeti ve o dönemde siyah beyaz da olsa mikrofilminin alınmış olması bu çalışmanın kapısını açtı. Yeni hükumet zamanında ise kolaylıkla renkli dialarını da alabildik. İkincisi ise, hala değiştiğine inanmadığım Vakıflar Genel Müdürlüğündeki belgelere ulaşmak oldu. Eğer Dr. Nazif Öztürk’ün çalışmaları ve katkısı olmasaydı, belki de bazı konular aydınlatılamayacaktı. Ancak Vakıflardan alamadığımız bütün belgeleri başka kurumları arşivinden elde edebildik.
Bence en büyük zorluk böyle bir esere sponsor bulamamaktı. Bunun hikâyesini zaman yazacaktır. Ancak yayınladıktan sonra, üslubumuzu ve kaynaklarımızı görenler, böyle bir eser yazılmalıydı diyorlar.
3- Orijinal yapıların olduğu dönemde Ayasofya büyük bir külliye. O külliye içinde neler vardı? Neleri kaybetti? Nasıl? Osmanlı Ayasofya’sı neyi ifade ediyor?
Bu kitap, değerli müellif arkadaşım Said Öztürk bey’in ifadesiyle, Ayasofya’nın kiliseden külliyeye çevrilmesinin tarihidir.
- Ayasofya kiliseden camiye çevrildikten sonra, “Türk-İslam geleneği” uygun olarak çevresine çeşitli yapılar eklenmiştir. Genellikle bütün büyük camilerde görüldüğü gibi, Ayasofya’da dahi “Osmanlı dini ve sivil mimarisi” ne ait ekleri görüyoruz. Bunlar, çeşme, medrese, imâret, hamam, kütüphane, muvakkithane, mekteb, vesairedir. Bir devrin en büyük camii olduğu için de birçok sultanın naaşı, çevredeki türbelere gömülmüşlerdir [3].
- “Fatih”, Ayasofya’ya “mihrâb“, “minber“, “kütüphane“, “medrese” yaptırmıştı. “Mihrâb” ın önünde duran iki muazzam şamdan, “Kanuni” zamanında “Macaristan” seferinde “Maryas” ‘ın sarayından alınıp getirilmişti. Daha önce başlayıp, “ Murad” zamanında iki kalın minareyi tamamlayan “Mimar Sinan“, aynı zamanda camii yıkılmaktan kurtarmış, “Marmara” ‘ya bakan arka cephesine “payandalar” eklemek suretiyle mâbedi takviye etmişti. “Minber“, “Müezzin Mahfili” , ana mekânda ayrıca bulunan dört mermer mahfil, mermer vaiz kürsüsü ile “Bergama küpleri” III. Murad devrine aittir. Şahnişinli mahfil ile kubbede asılı büyük şamdan, “III. Ahmed” ‘in eseridir. Üst katta bulunan mahfil, “imâret“, “Şadırvan“, “Sıbyan Mektebi” ve kütüphane, “I. Mahmud” ‘un “Türk sanatı” na hediyesidir. Büyük kubbede yazılı olan Besmele ve Nûr sûresinin 35. ayeti, “Mustafa İzzet Efendi, Kazasker” ‘nin sekiz levhası ve camide bulunan diğer hat levhalar, hat sanatının şaheserleri olarak Ayasofya’yı süslemektedir. Bugün ibadet yeri olarak açık tutulan, eskiden “Hünkâr Mahfili” ne geçişi sağlayan “Hünkâr Dairesi” ile içeride bulunan hünkâr mahfili ve dışarıdaki “muvakkithane” , “Sultan Abdülmecid” devrine aittir ve “Fossati” tarafından yapılmıştır. Altı adedi mihrâbın olduğu duvar tarafında bulunan alçı pencereler, içeride ve Ayasofya’nın dış çevresinde bulunan “sebiller“, dört minare, 1935’de yıktırılan medrese, beş türbe, “alemler” , yazılar, “çiniler“, “maksureler” , “şebekeler” , “kandiller“, “tezyinat“, “padişah hattı levhalar“, sair cami eşyası gibi daha onlarca sayacağımız “Türk eserleri“, artık ilk kilisenin ne kadar değiştiğini ispatlamaktadır.[4] Ayasofya üzerindeki “Osmanlı” emeği tabii ki bu kadarla sınırlı değildir. Burası her padişahın göz bebeği olmuştur. Her devir, her yıl nerede ise her gün üzerine titrenmiş; bakımı, onarımı ve güzelliğinin korunması ve arttırılması için hiçbir masraftan kaçınılmamıştır. Bu iş bir bakıma saltanat penceresinin, dışarıya ve halka karşı onuru, gururu, mekânı, gücü ve şerefinin bir timsali olmuştur. Sadece Ayasofya içinde, her asırda bir Türk eseri bulmak mümkün hale gelmiştir. Her devirde camiye adeta bir Türk eseri katılmıştır. Müştemilatıyla binayı bu zaviyeden değerlendirdiğimizde Türk eserleri yarıdan fazlayı bulur. “Süheyl Ünver”, “Ayasofya, medresesi, türbeleri, “I. Mahmud” un kurduğu pek zarif kütüphanesi, mahfilleri, şadırvanıyla, sebili, ilk mektebi ve muvakkithanesi ile en mühim İslâmî sitelerimizden biri olmuştur” der. Halim Baki Kunter ise, “Ayasofya, Osmanlılar vesilesiyle varlığını bugüne kadar sürdürmüştür. Bu milletimiz için bir iftihar vesilesidir. “Fatih”, ayağının tozu ile Ayasofya’da namaz kılmıştır ve onun ebediyete kadar vakfettiği camiidir. Ayasofya üzerine “Türk Milleti” nin emeği çoktur. Onu bir Türk eseri kabul etmek lâzım gelir” der.[5]
- Yıktırılmış olan “Ayasofya Medresesi“, yıktırılmadan önceki son şekline uygun olarak yeniden yaptırılmalıdır. Bu binanın yeniden yaptırılması, idari bina ihtiyacını da giderecektir.
- Ayasofya Camii’nden alınıp, diğer camilere veya müzelere aktarılan hat levhaları ve diğer eserler geri getirilerek eski yerlerine konulmalıdır.
- “Vakıflar Bölge Müdürlüğü” ‘nün deposu olarak kullanılmakta olan imârethane binası boşaltılarak onarımdan geçirilmeli, burası idari bina, imârethane ya da yapılış gayesine uygun bir hizmet ünitesi haline getirilmeli, gerekirse özel işletmeciye verilmelidir.
4- Ayasofya’yı, Ayasofya yapan nedir? Neden Ayasofya etrafında bir hassasiyet oluştu?
Ayasofya, şu anda 3 ila 4 milyar arasında bir nüfusa sahip Hristiyan ve Müslüman dünyanın saygı gösterdiği ve hayaller kurduğu bir mabeddir. İslam âlemi açısından evvela onun kiliseden camiye çevrilmesi tam anlamı ile Yeniçağı açıp kapatan bir olay olmuştur. Diğer taraftan Fatih tarafından verilen Fethiye Camii adıyla fethin sembolü haline gelmiştir. En önemlisi de Hristiyanlığın İslamiyet’e teslimini sembolize eden bir olaydır. Bu sebeple başta Ortodokslar olmak üzere bazı Hristiyan grupların Türklere duyduğu kin buradan kaynaklanmaktadır. En önemlisi de, bence Ayasofya AB ruhunu yansıtan tarihi bir mabeddir. İleride Müslüman Hristiyan diyaloğunun önemli bir merkezi haline gelecektir. Bir Avrupalı siyasetçinin, “Bence ana mekân Cami olarak ibadete açılmalı; galeriler ise Hristiyan âlemi ve bütün dünyaya açık halde kalmalı. Böylece her iki din mensupları Ayasofya’yı sever” demesi ilginçtir.
Ayasofya dünya kamuoyunun üzerinde durduğu bir mâbed. Dokuz yüz yıl küsur Bizans’ın kalbinde bir kilise ve en kutsal mâbedlerinden birisi. Beş yüz yıla yakın Osmanlı’nın içinde huşu ve haşyetle ibadet ettiği bir cami. İstanbul’un fethinin sembolleşen ismi olmuş. Ne var ki, Cumhuriyet Türkiye’sinde üzerinde toplum mutabakatının sağlanamadığı, en çok münakaşa edilen bir mâbed.
Her dönemin ayrı bir Ayasofya’sı var.
Bizans’ın Ayasofya’sı,
Latinler’in Ayasofya’sı,
Osmanlı’nın Ayasofya’sı,
Cumhuriyet Türkiye’sinin Ayasofya’sı…
Her dönemin ayrı bir hikâyesi var; aslında Ayasofya insanlığın uzun bir hikâyesi. Zira bu muhteşem mâbed üzerinde bin beş yüz yıllık tarihi barındırıyor. Hakkında yazılanların isim listesi, büyük bir kitap oluşturacak hacimde. Mâbed, bünyesinde sadece kutsalı barındırmadı. İktidar mücadelelerine, güç, ihtişam ve gösterişe, direniş ve kaybedişe, yağma ve tahribe, fethe ve daha birçok hadiseye şahitlik etti.
“Bizans” devrinde olduğu gibi, “Osmanlı” devrinde de Ayasofya, siyasi, dini ve sosyal fonksiyonları ile önemli bir yere sahipti. Padişah, şehzadeler ve diğer önemli devlet adamları bazı vakit namazlarını burada kılar; zafer, bayram ve kandil kutlamaları bazen padişah ve diğer önemli devlet adamlarının katılımıyla burada yapılır; zaman zaman sivil ve askeri itaatsizliklere merkez teşkil ederdi. Yeniçeriler, bazı taşkınlıklarını burada sergiler; halktan bazıları padişaha memnuniyetsizliğini burada ifade ederdi. Ayasofya, resmigeçidin yapıldığı mâbedlerden biri idi. Merkez camii idi. Bu vesileyle görevlileri, korunması, temizliği, gelirleri ve benzeri durumları itibariyle dikkat çekiyordu. Mesela “Ayasofya Kürsü Şeyhliği“, benzeri payeler arasında en itibarlısı idi.
5- Ayasofya her dönemde farklı anlamlar yüklendi. Dönemler itibariyle Ayasofya neleri sembolize etti?
İstanbul ve Ayasofya’dan bahsederken, her ikisine ait tarihin altı farklı devrini unutmamak gerekir:
1- Yunanlıların hâkim olduğu “Byzantium” şehri ve içindeki mâbed ki, Ayasofya ismi mevcut değil (MÖ 660-MS 73). MS 2. asırda Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından şehir yıkılır ve önemsiz bir köy halini alır. Ayasofya yerindeki mâbed de bu tahripten nasibini alır.
2- Hristiyanlaştırılmış Roma İmparatorluğu (MS 324-395) hâkimiyetindeki Konstantinopolis şehri MS 324 tarihinde; ilk Ayasofya, 326’da, Konstantinos tarafından inşa edilmeye başlanır. Oğlu II. Konstantios tarafından tamamlanır.
3- İkinci Ayasofya, II. Theodosios (408-450) tarafından yeniden inşa edilir. Şu anda bu ikinci Ayasofya’nın sadece kalıntıları mevcuttur.
4- Asıl büyük Ayasofya 532-537 yılları arasında Justinianus tarafından inşa edilmiştir Günümüze kadar gelen üçüncü Ayasofya budur.
5- Osmanlı hâkimiyeti (1453-1923) ki, bu dönemde Ayasofya Fethiye camisidir.
6- Cumhuriyet döneminde, 1934 yılından bugüne kadar geçen zaman içinde Ayasofya müze olarak kullanılmaktadır.
6- Bu çalışmayı yaparken en çok neye şaşırdınız? İlginizi çeken ne oldu?
Çok şaşırdığımız noktalar var. Bazılarını sayalım.
- Bazı Cumhuriyet dönemi yazarlarını Osmanlı Ayasofya’sı ile alakalı yazılı kaynakların az olduğunu söylemeleri. Gerçekten Osmanlı Ayasofya’sı ve buna ait külliyenin bütününe yönelik incelemeler yetersiz kalmıştır. Bu sebeple, Ayasofya araştırmaları ile tanınan “Feridun Dirimtekin” ‘fethi müteakip Ayasofya’da yapılan tamirler ve değişiklikler hakkında esaslı bir bilgiye malik değiliz’ diyor. “Erdem Yücel”, Ayasofya’nın onarım çalışmalarını günümüze yansıtan belge ve kaynaklarda bize ışık tutabilecek bilgilerin yok denebilecek kadar azlığından yakınmaktadır. Hâlbuki biz binlerce belgeyi ancak 500 küsur sayfada özetleyebildik.
- Beş yüz (500) yıllık Osmanlı Ayasofya’sının temeli kabul edilen Fatih’in Ayasofya Vakfiyesinin sadece II. Bayezid devrinde yapılan Türkçe Muhtasarının Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından neşredilmiş. Yani henüz ana vakfiyenin orijinali olan Arapçasından tercümesinin bile yapılmamış olması; Arapça vakfiyenin ise sadece faksimile metninin ve ana nüshadan alınan nüshasının neşredilmiş olması bizi hayrete düşürdü.
- “Eski Ayasofya”, günümüze kadar gelebilmiş iken, ondan daha genç olan “Osmanlı dönemi” Ayasofya yapılarının yok oluşu anlaşılır gibi değil. “Erdem Yücel” ‘in ifadesiyle ortada “kayıp bir Ayasofya” var. Deyim yerindeyse, vaktiyle içinde gürül gürül “ibadet edilen Ayasofya” , bugün bütün elbiselerinden soyulmuş, ölü bir mezar sükûtu içinde bomboş. “Bugünkü haliyle Ayasofya”, gerçek manasından sıyrılmış bir taş ve sütun yığını halinde. “Jane Taylor” ; bize loş gelen ışık, ibadetin sona erdiği on yıllardan sonra artık dini değil. Şimdi önümüzde, tıpkı artık trenlerin gelmediği ve yalnızca eski ve gri, boş kabuk gibi kalmış, ama yine de eski zarafetini yitirmemiş büyük bir tren istasyonuna benzeyen bir yapı duruyor. Boyama, bu muhteşem yapıya parlaklık getirmiş olsa da, ibadet atmosferini asla geri getiremiyor” diyor.[6]
- 1930’lu yıllarda Türkiye’nin siyasetine yön veren ricalin ve Türk bürokrasisinin içinde bulunduğu ruh haline dikkat çekmek isteriz. Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi için büyük gayret sarf eden Aziz Ogan’ın başında bulunduğu komisyon heyetinden Alman Erkhard Ungar dışındaki “Türk heyet üyeleri”, mâbedin tamamen kapatılması yönünde görüş bildirmiş., Alman Erkhard Ungar caminin mâbed kısmının ibadete kapatılarak “Bizans Âsarı Müzesi” haline getirilmesine karşı çıkmış ve mâbed kısmının aynen açık kalması gerektiğinde ısrar etmiş ve rapora muhalefet şerhi koymuştur “Alman Erkhard Ungar“.[7]
7- Yıllardır ‘Ayasofya’nın minareleri sökülürse bina yıkılır’ diye bir bilgi gündemde. Bu doğru mu? Aslı nedir?
Ayasofya’nın Osmanlı Devleti zamanında yapılan payandaları da minareleri de gerçekten eserin ayakta durmasına sebep olan önemli nedenlerdendir. Ayrıntıyı bütün yönleriyle kitapta anlattık.
8- Ayasofya nasıl müzeye çevrildi? Buna neden gerek duyuldu?
Ayasofya’nın müzeye çevriliş nedenleri gülünç denecek kadar basittir. Raporlarda zikredilenler arasındaki iki gerekçeyi söylemek ve ona gülmek mümkündür:
1) Türk Hükümetinin maddi imkânlarının tamir ve bakıma müsait olmaması, eğer müzeye çevrilirse başta Bizans Enstitüsü olmak üzere batılı kuruluşların para tahsis edeceği iddiası.
2) 1930’lu yıllarındaki Hükümetlerin Yunanistan’a jest yapmak istemeleri ve Batılı devletlere kendi ifadeleriyle şirin gözükmeleri. Bunların gerçek sebepler olmadığını müzeye çevriliş hikâyesi ile alakalı belge ve raporları okuyanlar daha iyi anlayacaklardır.
9- Ayasofya vakfiyesinde neler var?
Fatih Vakfiyesinde Ayasofya ile beraber beş büyük caminin vakıf yapılış hikâyesi, bu külliyelere ait menkul ve gayrimenkul mallar ve nihayet bu vakfiye hükümlerine aykırı davrananlara ait ağır beddua cümleleri var.
10- “Ayasofya açılsın” diye mitingler düzenlenirdi eskiden. Ayasofya’nın yeniden ibadethane haline getirilmesi için neler söylersiniz?
Bence en güzel çözüm, Avrupalı bir siyasetçinin dilinden olan çözüm: ‘Bence ana mekân Cami olarak ibadete açılmalı; galeriler ise Hristiyan âlemi ve bütün dünyaya açık halde kalmalı. Böylece her iki din mensupları Ayasofya’yı sever.’ Eğer bu manada hareket edilirse, bazı Hristiyan hükümetler de memnun kalacaklardır. Türk Milleti de Fatih’in bedduasından kurtulmuş olacaktır.
Ayasofya Müslümanların ibadetine açılmalı, tartışma ve hüzün konusu olmaktan kurtarılmalıdır: Burasının ibadete açılması, müştemilatında yapılabilecek bazı düzenlemelerle birlikte müze olarak kullanılmasına da engel değildir. Bu ibadete açma, burayı asırlarca mabed olarak kullanan Hristiyanların çoğunluğunu da memnun edecektir. Tarihi rekabetler ve karşılıklı husumetler bir tarafa bırakılarak, asırların mabedi olan bu yapıt, hasretini çektiği manevi havaya bir an önce kavuşturulmalıdır. Bu hususta Fatih’in Vakfiyesindeki bedduadan da kurtulunmuş olunacaktır.
Ayasofya’nın ibadete açılması, müştemilatındaki “Türk devri” eserlerinin milli kültüre kazandırılması ve bu eserlerin yapılış gayesine uygun bir şekilde kullanıma açılması doğru olacaktır. Zira Ayasofya, Türk hâkimiyet ve istiklalinin sembollerinden biridir. Bu bakımdan Peyami Safa’nın pek haklı olarak dediği gibi, “ibadethanenin tekrar “ibadethane” olarak kullanılmasını istemek yobazca bir hayal sanılmamalıdır”.[8]
[1] Sezer Tansuğ, “Ayasofya ve Osmanlı Ekleri”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, nr. 8, İstanbul 1969, s. 57.
[2] Feridun Dirimtekin, “Ayasofya’nın Bronz Kapıları”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, nr. 3, İstanbul 1961, s. 12; Erdem Yücel, “Ayasofya Çalışmaları ve Yapılan Onarımlar”, s.159; Semavi Eyice, “Ayasofya Horologionu ve Muvakkithanesi”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, nr. 9, İstanbul 1983, s. 20.
[3] Ayasofya, Net Turistik Yayınlar Sanayi ve Ticaret A.Ş., İstanbul Ts, s. 45.
[4] Azade Akar, “Ayasofya’da Bulunan Türk Eserleri ve Süslemelerine Dair Bir Araştırma”, Vakıflar Dergisi, Sayı. 9, Ankara 1971, s. 277-290; Rüknettin Akbulut, “Ayasofya Artık Bir Türk Eseridir”, Hayat Tarih Mecmuası, Yıl. 1, c. 1, Sayı. 4, 1 Mayıs 1965, s. 34.
[5] A. Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri, c. 2, İstanbul 1995, s. 60-61; Halim Baki Kunter, “Ayasofya Meselesi”, Yeni İstanbul Gazetesi, 10-23. 04. 1966, s. 6.
[6] Erdem Yücel’den aktaran Haşim Söylemez, Aksiyon Dergisi, 17 Şubat 2003, s. 29; Emin Akyüz, Ayasofya Davası, Ankara 1959, s. 47; Jane Taylor, İstanbul İmparatorlukların Başkenti, Çev. İnci Türkoğlu, İstanbul 2000, s. 75.
[7] Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Ankara 1995, s. 501; Ziyad Ebuzziya, “Ezan Sesine Hasret Ayasofya”, İslam Mecmuası, Yıl 4, Sayı. 46, Haziran 1987, s. 17.
[8] Peyami Safa, “Ayasofya”, Fetih ve Ayasofya, Bugün Gazetesi Armağanı, 29 Mayıs 1970, s. 5.