KUDÜS’TE OSMANLI MODELİ
I- ÜÇ MUKADDES DİNİN ORTAK BAŞŞEHRİ: KUDUS
Müslümanların dilinde Kudüs, günümüz dünyasında Jerusalem, Arapların lisanında El-Beyt’ül-Mukaddes, eski ismiyle İliya ve İbranice’de ise Yirusalem veya Oruşelem denilen şehir, bugün dünyanın gözlerini ve meraklarını kendine çevirmiş bulunmaktadır. 450 yıl kadar Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında, bütün din mensuplarının huzur içinde yaşadıkları Kudüs Şehrini, Osmanlı kaynaklarının verdikleri bilgiler ışığında kısaca tanıyalım:
Akdeniz’e 62 km ve Lut Denizine 38 km mesafede bulunan Kudüs, dağlık ve yüksek bir mahalde yerleşmiştir. Osmanlı zamanında 13 m yükseklikte ve 1 m kalınlıktaki surla çevrilidir. İkisi kapalı olmak üzere yedi kapısı ve üç büyük caddesi vardır. Kudüs’ün Osmanlı devrinde dört büyük mahallesi bulunmaktadır. Kuzeydoğusunda İslam Mahallesi bulunmaktadır ki, hükümet konağı, Mescid-i Aksa ve Sahra-i Mukaddese burada yer almaktadır. Kuzeybatısında Hristiyan Mahallesi bulunmaktadır ki, burada Kamame tabir olunan Hristiyanların inancına göre, Hz. İsa’nın merkadini içinde bulunduran Büyük Kilise ile Hristiyan Cemaatlere mahsus çok sayıda ma’bedler ve manastırlar bulunmaktadır. Surun dışında ise, Ruslara ve diğer cemaatlere ait hususi binalar ve daireler bulunmaktadır ki, bu da ayrı bir mahalle teşkil etmiştir. Kudüs’ün Güneybatısında Ermeni Mahallesi ve Güneydoğusunda ise Yahudi Mahallesi bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında 43.000’e yakın nüfusu bulunmaktadır ve bunun yarısı Müslüman ve Arap, üçte biri Yahudi ve geriye kalanı değişik milletlere mensup Hıristiyanlardan ibarettir.
Kudüs, gerek Müslümanlar ve gerekse İseviler ve Museviler için mukaddes bir belde olduğundan dolayı, her dönemde olduğu gibi, Osmanlı devrinde de, dünyanın her tarafından ziyaretçilerin hücumuna maruz kalmış ve sadece ziyaretçilerden alınan şehre giriş bedeli ve bunlardan elde edilen turizm gelirleri ile ekonomik hayatını sürdürmüştür.
Kudüs’ün kimler tarafından ve ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemekle birlikte, eskiden beri İsrail oğullarının Salim Şehrinin aynısı olduğu ifade edilmektedir. Ken’anilerin buraları zabt edip şehrin üst tarafında yer alan Sahyun Tepesinde Yabus ismiyle bir kasaba teşkil ettikleri bilinmektedir. Hz. Davud MÖ 1049’da saltanatı elde edince, Ken’anileri Yabus’dan ihrac etmişler ve buraya sur yapmışlardır. Hz. Süleyman asıl Beyt-i Mukaddes denilen meşhur mabedi ve kendine has bir Saray’ı inşa ederek Kudüs’ü büyütmüştür. Artık şehre Mukaddes manasında Kadişe denmiştir. Asuriler Filistin’e hakim olduklarında Beyt-i Mukaddes’i tahrip etmişlerse de, sonradan tamir olunmuştur. Büyük İskender’in İsrail oğullarına önemli imtiyazlar verdiği de bilinmektedir. Miladi 70 yılında Kudüs’ün Romalılar tarafından tamamen tahrip edilmesiyle, Kudüs’teki Yahudi hâkimiyeti sona ermiştir. Artık Bizans İmparatorları İliya adı ile şehri ve içindeki mabedleri Hıristiyanlık namına imara başlamışlardır.
Hicri 16. yılda Hz Ömer tarafından feth edilen Kudüs, bütün dinlere hürmet gösterilmekle beraber, tam bir İslam Şehri haline getirilmiştir. Eski Ma’bed’in yerine Mescid-i Aksa’nın yeri ve mihrabı bizzat Hz. Ömer tarafından tesbit ve tayin olunmuştur. Sonra da Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından şimdiki büyük mescid inşa olunmuştur. Haçlı orduları Kudüs’ü işgal ettiklerinde Mescid-i Aksa’yı Kiliseye çevirmişler ise de, miladi 1187 yılında Kudüs Selahhaddin-i Eyyubi eliyle yeniden Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. Kudüs’ü çevreleyen Sur’un temeli, Haçlılar tarafından atılmış ise de, tamamlanması ve nizamı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılmıştır. Osmanlı Devleti zamanında uzun yıllar Şam Eyaletine bağlı Sancak Merkezi olarak idare edilen Kudüs, son zamanlarda Müstakil Kudüs Mutasarrıflığı haline getirilmiştir .
II- MÜSLÜMANLAR GAYR-İ MÜSLİMLERE NASIL DAVRANDI?
Diğer Müslüman devletler gibi, Osmanlı Devleti de, her meselede olduğu gibi, Müslümanlara ait topraklarda yaşayan gayr-i Müslimler hususunda da “Şer-i Şerif” dedikleri hukukun çizdiği sınırlar çerçevesinde hareket etmişlerdir. Osmanlı Devleti, “şer’-i şerif” dediği İslâm hukuku-na göre, Müslümanlarla sulh yapan ve İslâm Devleti’nin hâkimiyetini kabul eden gayr-i Müslimlere “zimmî” adı verilir. Renk, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde ve “şer-i şerif” ne diyorsa öyle muamele yapılır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u kılıç zoruyla fethettiği halde, sırf sulh yolunun burada yaşayan gayr-i Müslimlere daha yararlı olmasından dolayı, araya giren papaz ve hahamların arzusuyla, İstan-bul’u sanki sulh yoluyla fethetmiş gibi kolaylıklar göstermiştir. Osmanlı hukukunun mimarı olan Ebussuud Efendi, İstanbul’daki kilise ve havraların devamını bu ince anlayış ve lütuflu muameleyle açıklamaktadır. Aynı şey Rumeli, Mısır, Filistin ve benzeri ülkeler için de söz konusudur.
Müslümanlara ait topraklarda yaşayan Zimmîlerin, Müslümanlardan farklı olduğu yönleri elbette vardır. Ancak bu farklılık, din ayrılığından doğan bir farklılıktır. Meselâ, Müslümanlar bir ibadet çeşidi olan zekâtla mükellef oldukları halde, gayr-i Müslimler mükellef değillerdir. Onlar güç ve kazançlarına göre değişen, senede bir defa adam başına “cizye” denilen bir vergi verirler. Fakirler, işsizler, din adamları, yaşlılar ve hastalar bu vergiden muaftırlar. Gayr-i Müslimler cihad yani askerlik yapmak mecburiyetinde değillerdir. Aile hukuku, miras hukuku ve dinle-rinin gereği olan diğer hukukî mevzularda, kendi inandıkları hukukî hü-kümler uygulanır. Gayr-i Müslimler, Arabistan’a seyahat edebilirler, ancak zaruret olmadıkça Mescid-i Haram’a giremezler. Kılık kıyafet konusunda gayr-i Müslimler, Müslümanları taklid edemezler. Bütün bunların yanında, gayr-i Müslimlerin de can, mal, namus ve şerefleri Müslümanlarınki gibi dokunulmazdır. Muhtaç gayr-i Müslimler, sosyal haklardan aynen yararlanırlar. Bazı istisnaların dışında, devlet hizmetini ifa ederler; mezarları ve ölüleri hürmet görür. Bütün hukukî davalarda, gayr-i Müslim ile Müslüman arasında fark yoktur. Bu dediklerimize, İstanbul’daki kiliseler, havralar, mezarlar; arşivlerdeki belgeler ve Yor-gi’ye karşı Ahmed’i, Dimitri’ye karşı Osman’ı mahkûm eden mahkeme kararları, en büyük delillerdir .
Bu son nokta üzerinde ayrıntılı olarak duracak ve şunları müzakere edeceğiz.
1- Hz. Ömer’in, buna dayanarak verilen Selahaddin-i Eyyubi’nin; bunları esas alarak Kudüs’teki Hıristiyanların haklarını düzenleyen Fatih Sultan Mehmed’in, Kudüs’ü Osmanlı Hâkimiyeti altına sokan Yavuz Sul-tan Selim’in ve nihayet bunları takip eden Osmanlı Padişahlarının verdikleri imtiyaz fermanlarının önemli olanlarını zikredeceğiz.
2- Bu imtiyaz fermanları ışığında Müslümanlara, Hıristiyanlara ve Yahudilere ait olan mukaddes mekânları ve statüleri incelenecek.
3- Günümüz şartları içerisinde Kudüs’e nasıl bir çözüm bulunabilir? Osmanlı Modeli adı altında bazı teklifler sunulacak.
1- Hz. Ömer’in Kudüs’ü Feth Ettiğinde Gayr-i Müslimlere Verdiği İmtiyaz Fermanı
Önce şunu belirtelim. Osmanlıların “şer’-i şerif” dediği İslâm hukukuna göre, Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan topraklarda, tercih edilen görüşe göre, köylerde ve şehirlerde, yeniden kilise, havra veya Mecusilerin ateş evi yapılmasına müsaade edilmez. Ancak eskiden var olanların devamına ve yıkılanların yeniden eski haliyle inşasına müsaade edilir.
Bu görüş doğrultusunda hicretin 15. yılında Hz. Ömer Kudüs’ü sulh yoluyla fethettiğinde, aynı hakları bütün gayr-i Müslimlere tanımıştır. Bunu yazılı bir belgeyle te’yit de eylemiştir .
Müslümanlardan Kudüs’ü sulh yoluyla ilk fetheden Hz. Ömer’dir. Ebu Ubeydet’üb’nül-Cerrah kumandasındaki İslam orduları, ehl-i İliya tabir edilen Kudüs ahalisine ‘Ya Müslüman olacaksınız, ya da Müslüman ülkenin vatandaşlığını kabul edeceksiniz’ deyince, uzun müzakerelerden sonra, yerli halkın isteği üzerine Hz. Ömer, Hz. Ali’yi de yanına alarak Kudüs’ü teslim almaya gitmiştir. Patrik’den kendisini Sahratullah tabir olunan Mescid-i Davud’a ve Süleyman Mescidi’ne yani Mescid-i Aksa’ya götürmesini arzu etmişse de, Kamame Kilisesi ve Sahyun Kilisesi göste-rilmesi üzerine, buraların Hz. Pyegamber’in tavsifine uymadığı belirtile-rek eski mabedin yani Mescid-i Aksa’nın yeri ve mihrabı bizzat Hz. Ömer tarafından tayin olunmuştur. Kur’an’ın da işaret ettiği ve Müslümanlar katında üçüncü mukaddes cami olan bu mekânda Cuma namazını kıldık-tan sonra, biri bütün Kudüs’lülere ve biri de sadece Hıristiyanlara ait olmak üzere iki ferman vermiştir. Bunlardan bizi asıl ilgilendiren Hıristi-yanların din ve vicdan hürriyetini temin eden fermandır.
Biz her ikisini de zikredeceğiz:
1) Hz. Ömer’in genel olarak Kudüs ahalisine verdiği sulh anlaşması şöyledir:
‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
a) Bu sözleşme, Müminlerin emiri ve Allah’ın kulu Ömer tarafından İliya halkına verilen bir emandır.
b) Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir teminattır.
c) Kiliseleri mesken yapılmayacak ve yıkılmayacak ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyecektir. İçindeki kutsal eşyaya dokunulmayacaktır.
d) Mallarına el sürülmeyecektir.
e) Kimse dini inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskan olunmayacaktır.
f) Buna karşılık onlar da cizye vereceklerdir.
g) Bunlardan kim yurdunu terk etmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Yurdunda kalmak isteyenler ise, güvende olacaklardır ve cizye vereceklerdir. İsteyen Rumlar’la gidecek ve isteyen de toprağına dönecektir.
h) Hasat elde edinceye kadar onlardan bir şey istenmeyecektir.
i) Bu, Allah’ın Resülünün, halifelerin ve mü’minlerin Kudüs halkına verdiği güvenlik ahdidir. Cizye ödedikleri müddetçe geçerlidir.
ŞAHİTLER: Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Mu’aviye bin Ebi Süfyan’ .
2) Hz. Ömer’in Kufi hattı ile kaleme aldığı ve Kudüs’teki gayr-i Müs-limlerin hak ve hürriyetlerini özellikle zikrettiği ve sonradan Osmanlı Sultanlarına ilham kaynağı olan fermanı ise, aslı Osmanlı Arşivlerindedir. Zamanında Fatih Sultan Mehmed’in huzuruna getirilen bu fermandan bir nüsha Fatih Mehmed zamanında istinsah edilmiştir. Biz bu istinsah edi-len Hz. Ömer’e ait fermanın orijinalini de neşredeniz. Bu fermanın 20 Rebiülevvel 15 H’de kaleme alındığı açıkça belirtilmektedir. Bu ferman-daki şahitler farklıdır.
‘1) Allah’a hamd olsun ki, bizi İslam ile aziz kıldı; iman ile şerflendir-di; peygamberi Muhammed ile bize rahmet eyledi; bizi dalaletten hida-yete götürdü; aramızdaki dağınıklıktan sonra bizi bir araya getirdi ve kablerimizi birleştirdi; düşmanlarımıza karşı zafer verdi; bize bu beldeleri nasip etti; bizi birbirini seven kardeşler haline getirdi. Ey Allah’ın kulları! Bu nimetlere karşı Allah’a hamd ediniz.
2) Bu Ömer bin Hattab’ın Kudüs-i Şerif’deki Tur-i Zeytun’da millet-i İseviyenin şerefli patriği Safranbos’a verdiği ve bütün re’aya ile papaz ve patrikleri içine alacak şekilde tanzim olunan yazılı ahidnamesidir.
3) Bütün papazlar nerede ve hangi şartlarda olurlarsa olsunlar, biz Müslümanlardan emana sahiptirler. Bütün gayr-i Müslimler, zimmet akdinin hükümlerine riayet ettikleri müddetçe, emanları geçerlidir. Biz müminler ve bizden sonra gelecek olanlar, onları korumakla mükellefiz. İtaat ve bağlılıkları devam ettikçe de bu devam edecektir.
4) Verilen bu kroma ve eman sözü kendileri için geçerli olduğu ka-dar, kiliseleri, manastırları dışarıda ve içeride bulunan bütü ziyaret ma-halli olan mukaddes mekânları için de geçerlidir.
5) Bu mukaddes mekânlar şunlardır: Kamame Kilisesi; Hz. İsa’nın doğum yeri olan Beytüllahm’deki Büyük Kilise; Kıbleye, kuzeye ve batıya açılan üç kapılı mağara.
6) Kudüs’te bulunan Hıristiyanların dışındaki Hristiyan cemaatleri, yani Habeş Hıristiyanları, Avrupa’dan ziyaret için gelenler, Kıbtiler, Sür-yaniler, Ermeniler, Yakubiler, Marunîler ve benzeri taifeler, tamamen adı geçen Patrik’e tabidirler; Patrik bunlara takdim olunur.
7) Zira bu sayılan patrik ve papazlara, Hz. Peygamber mübarek mührü ile eman vermiş ve korunmalarını istemiştir. Biz müminler de, onlara iyi davranan Peygamber hürmetine onlara iyi davranacağız.
8) Bu patrik ve papazlar, cizye ve benzeri mükellefiyetlerden, de-nizde ve karada muaf olacaklar; bunların Kamame Kilisesine ve diğer mukaddes mekânlara girişlerinden dolayı kendilerinden bir şey alınma-yacak. Ancak Hıristiyanların elindeki Kamame Kilisesine gelen ziyaretçi-ler, Patrik olana 1 1/3 dirhem vereceklerdir.
9) Bütün müminler, erkek olsun kadın olsun, sultan, hakim veya vali olsun, zengin olsun fakir olsun, mutlaka bu emirlerimizi koruyacaklardır.
10) Hristiyan reislerine bu mersum (ferman) sahabe-i kiramdan Ab-dullah, Osman bin Affan, Sa’d bin Zeyd, Abdurrahman bin Avf ve diğer sahabe kardeşlerimizin huzurunda verilmiştir.
11) Bu yazılı fermanda açıkladığımız emirler korunsun, riayet edilsin ve ellerinde kalsın.
20 Rebiül-Evvel 15 H.
12) Müminlerden kim bu fermanımızı okur da şimdi veya kıyamete kadar, ona muhalefet ederse, Allah’ın ahdini bozmuş ve Habibine isyan etmiş olur.’
Fermanın metninden de anlaşılacağı üzere, fermanın hükümleri, yi-ne Hz. Peygamber’in hadislerine dayanmaktadır .
2- Selahaddin-i Eyyubi’nin Verdiği Ferman
Bilindiği gibi, Haçlı Seferlerinin birinci hedefi, Kudüs’ü Müslüman-lardan almak idi. Nitekim buna muvaffak oldular ve Fransa başta olmak üzere müttefik Haçlı kuvvetleri Kudüs dâhil bütün Filistin arazisini zabt ettiler. Buna karşı direnen Eyyubi Devleti’nin kurucuları Nureddin Eş-Şehid ve Selahaddin-i Eyyubi, Haçlı ordularını bertaraf ettikleri gibi, 20 Eylül 1187 tarihinde, Kudüs’ü yeniden feth ettiler. İşte Selahaddin-i Ey-yubi, önceleri Kamame Kilisesini tahrip etmek istemiş; ancak ikaz üzeri-ne, burada Hıristiyanlarla yaptığı sulh andlaşmasında, yine Hz. Ömer’in biraz önce zikrettiğimiz Haklar Beyannamesini esas almış ve şu şekilde anlaşmıştır:
1) Kamame Kilisesi Hz. Ömer’in fermanı gereği Hristiyanların elinde kalacak.
2) Üzerindeki Patrik Dairesi Mescid haline getirilecek (Mescid-i Se-lahaddin).
3) Kamame Kilisesindeki Hristiyan ayinleri Müslümanlara haber ve-rilerek açılacak. Diğer günlerde kapıları kapalı tutulacak ve Müslüman bevvab görev yapacak.’
3- Fatih Sultan Mehmed’in Kudüs İle İlgili Fermanı
1453 yılında İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı Devleti’ni günümüz Amerika Birleşik Devletleri gibi, dünyanın tek süper gücü haline getirmiştir. Nasıl İstanbul’da bulunan gayr-i Müslimlere onların hak ve hürriyetlerini garanti altına alan bir ferman vermiş ise, aynan öyle de kendisine, ellerinde Hz. Peygamber’in mübarek eliyle imzalı hatt-ı hümayunları ve Hz. Ömer’in Kufi Hattıyla yazılı yukarıda zikrettiğimiz fermanıyla gelince, Kudüs’teki Hıristiyanlara da bir hak ve hürriyetler fermanı vermiştir. Bunu ilk defa neşrediyoruz.
Orijinali, Kudüs Rum Patrikhanesinde ve bir sureti de Osmanlı Arşi-vinde bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed’e gelerek bu fermanı alan Rum Patriği Atnasiyos’tur.
Fatih’in Kudüs’teki Mukaddes Mekânlarla Alakalı Fermanı
1) Mucebince amel oluna; her kim hatt-ı hümayun-ı sa’adet-makrunu fesh ederse, Allah’ın la’netine uğrasun.
2) Allah’ın izni ve Hz. Peygamber’in manevi yardımı ile İstanbul’u feth edince, dünyanın değişik bölgelerinden şahlar ve krallar, fethi teb-rik için elçiler gönderdiler. Bu arada Kudüs’te bulunan Rum Patriği Atna-siyos da, kendi rızasıyla kapıma gelip, daha önce Hz. Peygamber’in mü-barek eliyle imzalı emrini; Hz. Ömer’in Kûfî hattıyla yazılmış fermanını ve eski padişahların verdikleri fermanları ibraz ederek, Kudüs-i Şerif’de bulunan içeride ve dışarıdaki Kamame Kilisesi başta olmak üzere bütün namazgâhların ve ziyaretgâhların aynen kendi tasarruflarında kalmasını rica eyledi.
3) Ben de buyurdum ki, eskiden ihsan olunduğu üzere, içeride yer alan Kamame Kilisesi ile bütün namazgâhları ve ziyaretgâhları; Gürci Manastırı olan Mar Ya’kub; Kudüs dışında yer alan manastırlar ve kilise-ler; Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Beytüllahm’deki Büyük Kilise; mağara ve Kilisede yer alan üç kapı tasarruflarında ola.
4) Hıristiyanların Kudüs’teki bütün patrik, papaz ve yamakları, bac, harac ve diğer örfî ve ve şer’î vergilerden mu’âf olalar.
5) Bütün bu haklar ve hürriyetler, Hz. Peygamber, Hz. Ömer ve eski padişahlar tarafından ihsan olunduğu gibi, benim fermanım ile de veril-miştir. Tasarrufumda ve hükmüm altında bulunan bütün valiler ve adamlarım buna riayet edeler. Kimseyi rahatsız eylemeyeler.
6) Eğer bundan sonra halifelerden, vezirlerden, âlimlerden veya Ümmet-i Muhammed’in diğer fertlerinden kim ki, Hz. Peygamber’in mübarek eliyle imzalı olan emrine, Hz. Ömer’in Kûfî hattı ile olan fer-manına, diğer padişahların fermanlarına ve benim fermanıma, para veya hatır gönül diyerek muhalefet ederse, Allah’ın ve Peygamberinin hışmına uğrasın.
7) Şöyle bileler, alâmet-i şerife i`timâd ve inkıyâd kılalar. 15 Şevval 862/1458 İstanbul” .
Fatih Sultân Mehmed, Kudüs’teki önemli mukaddes mekanları da teker teker saymaktadır. Bir de aslını verelim.
“Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerinin Hatt-ı Hümayunları ile Sa-daka ve İhsan Buyurdukları Emr-i Alişandır
1) Mucebince amel oluna; her kim hatt-ı hümayun-ı sa’adet-makrunu fesh ederse, Allah’ın la’netine uğrasun.
2) Sebeb-i tahrir-i tevkî`-i refî`-i hümâyûn, vâcib’üt-tastîr-i yarliğ-i belîğ-i hümâyûn -Nassarahullahu Te`âlâ ilâ-i yub`asûn- oldur ki;
3) Bi iznillahi Te’âlâ Hazret-i Resûl hurmetiyle Makam-ı Kostantınıy-ye feth u fütûh oldukda etrâf ve eknâfdan şahlar ve krallar Âsitâne-i Sa`âdetime elçiler gelüb feth u fütûhı arz edüb bu kerre Kudüs-i Şerif’de olan Rumların Patriği Atnasiyos (?) nam râhib rızalarıyla gelüb Âsitâne-i Sa`âdetime yüz sürüb ve Hazret-i Resûl-i Ekrem Hazretlerinin (Sallalahu aleyhi ve sellem) mübarek eliyle ve pençesiyle imzalu olan hatt-ı hümâyûnları ve Hazret-i Ömer bin Hattab Hazretlerinin (Radiyallahu Te`âlâ anh) verdüği Hatt-ı Kufi ile ve selâtîn-i mâziyeden hatt-ı hümâyûnları ibraz edüb ve ricâ eyledi. Ol minval üzere Kudüs-i Şerif içerüsün ve taşrasunda namazların ve ziyaretlerin kel-evvel Hazret-i Resûl-i Ekrem Hazretlerinin (Sallalahu aleyhi ve sellem) ve Hazret-i Ömer bin Hattab Hazretlerinin (Radiyallahu Te`âlâ anh) ve selâtîn-i mâziyeden sadaka ve ihsan olunan hatt-ı hümâyûnları mûcebince zabt ve tasarruf eyleyeler.
4) İmdi kadimden ferman ve sadaka olunub bi aynihi içerüde olan Kamame ile cemî` namazgahları ve ziyaretleriyle ve Gürci Manastırı olan Mar Yakub ve Kudüs-i Şerif taşrasında olan manastırlar ve kiliseler ve Hazret-i İsa (Aleyhisselam) Hazretlerinin doğduğı Beytüllahm Kilisey-i Kübrâ ve Mağara ve Kilisede olan üç kapu miftahlarıyla şimal ve kıble ve garbî tarafından içinde olan cemî`-i millet-i Nasrâniyye Kudüs-i Şerif Patrikleri, yamakları bu vefk üzere eşyaları bâc ve harâcdan ve kakırlar-dan ve sâir tekâlif-i örfiyyeden kadîmden sadaka ve ihsan ve ferman olunan bi aynihî küllîsinden mu`âf ve müsellem olmak içün rice eyledük-leri ecilden; imdi kadîmden Hazret-i Resûl-i Ekrem Hazretlerinin (Salla-lahu aleyhi ve sellem) ve Hazret-i Ömer bin Hattab Hazretlerinin (Radi-yallahu Te`âlâ anh) ve selâtîn-i mâziyeden sadaka ve ihsan ve ferman olunan hatt-ı hümâyûnları mûcebince, cenâb-ı celâletim dahi sadaka ve ihsân ve fermân-ı âlî-şânım olmuşdur.
5) Tasarrufumda ve hükmümde olan memleketler eğer deryadan ve karadan hâkim`ül-vakt olanlar Kudüs-i Şerif Patriği ve ruhbanları mezbûrlara himâyet ve sıyânet ve âhardan kimesne rencide eylemeye-ler.
6) Ve eğer Hazret-i Resûl-i Ekrem Hazretlerinin (Sallalahu aleyhi ve sellem) sadaka ve ihsan olunan mübarek pençesiyle imzalu olan hattı ve Hazret-i Ömer bin Hattab Hazretlerinin (Radiyallahu Te`âlâ anh) verdüği Kufi ile hattı ve selâtîn-i mâziyeden sadaka ve ihsan olunan hatt-ı hümâyûnları ve el-ân sadaka ve ihsan olun hatt-ı hümâyûn-ı sa`âdet-makrûnı ve fermân-ı âlî-şânı alub bundan sonra gelen halifeler ve vüzerây-ı izâmdan ve ulemâdan ve ehl-i örfden ve kapu kullardan ve sâir Ümmet-i Muhammed’den akçe içün veyahud hâtır içün feshine murâd ederler ise, Allah’ın ve Hazret-i Resûlün hışmına uğrasun.
7) Şöyle bileler, alâmet-i şerife i`timâd ve inkıyâd kılalar. Tahrîren fî evâsıt-ı Şehr-i Şevvâl’il-Mükerrem li seneti isneyn ve sittîn ve semâne-mi`ete. Sene 862
Bi Makam-ı Kostantınıyye” .
4- Yavuz’un Kudüs’tekilere Tanıdığı Haklar
Önemle tekrar ifade edelim ki, Kudüs, Hıristiyanlığın kaynağı ve merkezi sayılması nedeniyle çeşitli yıllarda, çeşitli Hıristiyan mezhepleri-ne ait patrikhane ve piskoposlukları içinde bulunduruyordu. Ayrıca, Ku-düs ve çevresinde Hazret-i İsa’ya atfedilen bazı kutsal yerlerle, Meryem Ana ve diğer Hıristiyan azizlerine ait yerler ve binalar vardı. Bölge, İslam egemenliği altına girdikten sonra Hıristiyan topluluklarla bu kutsal yer ve binalar varlıklarını sürdürdüler. Kutsal yerlerin bakımı, korunması ve kullanılması değişik Hıristiyan mezheplere mensup topluluklara verildi. Kudüs, Osmanlı yönetimi altına girdikten sonra padişahlar, patrikhane-nin ve Hristiyan toplumunun hak ve imtiyazlarını belirten çeşitli ferman-lar verdiler .
Aynı muameleyi 923/1517 yılında Kudüs’ü fetheden Yavuz da tek-rarlamış ve oradaki gayr-i Müslimlerin hakları zâyi olmasın diye bunu yazılı ferman haline getirmiştir. Bu ferman, hem gayr-i Müslimlerin hak-larını belirterek tecavüzden koruması ve hem de haklarını kendilerine teker teker bildirerek, hadle-rini tecavüzden onları alıkoyması açısından çok önemlidir. O zamanki Kudüs-ü Şerif Kadısı olan Muhammed tarafın-dan kaleme alınan bu ferman, Kudüs Ermeni patrikhanesi Hazine-i Ev-rak’ından, yine bir Ermeni olan Serkiz Karakoç tarafından aslı esas alına-rak istinsah edilmiştir . Ayrıca Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan Kilise Defterinde de bulunmaktadır.
Osmanlı padişahının Kudüs’ü ziyaret tarihinin kesin denilecek kadar açıktır. Yavuz, Şam’dan ayrıldıktan sonra 27 Aralık 1516’da Calculiye konağına gelmiş ve burada Han Yunus zaferinin haberini almıştır. Ertesi gün Remle’ye gelindi ve 28 / 30 Aralık tarihleri arasında burada oturul-du. Ordu, Remle’de kaldı ve 31 Aralık’da padişah, bir kısım devlet adamı ve askerle Kudüs’e hareket etti. Kudüs ziyareti sırasında Yavuz’un yanın-da Yunus Paşa, Hüsam Paşa, Hafız Mehmet, Hasan Can, Molla İdris (İdris-i Bitlisi), Beylerbeyiler, Divan kâtipleri, Nişancı, Silahdar Ağalar ve kâtipleri, kazaskerler, Sağ ve Sol Ulufeciler, Sağ ve Sol Garipler, 1000 tüfekçi Yeniçeri ve 500 Sipahi vardı .
Fermana göre ise, konuyu şöyle özetlemek mümkündür: Yavuz Sul-tan Selim 25 Safer 923/1517 yılında Kudüs’teki Beytül-Makdis’e gelir. Ermeni Patriği Serkiz, diğer papazlar-la birlikte Sultan’a gelerek kendile-rine in’amda bulunmasını arzu ederler. Eskiden beri tasarruflarında bu-lunan kilise ve ma’bedleri yine kendilerinin tasarruf etmesi, Hz. Ömer ve Selâ-haddin Eyyubi’nin kendilerine verdiği ahidnâmeyi Yavuz’un da yeni-lemesini arzu etmişlerdir. Bunun üzerine; “eskiden beri tasarruf yetkisi-ne sahip Ermeni râhiplerin, Kamame, Hz. İsa’nın doğduğu Beytüllahım mağarası, kuzeydeki kapının anahtarı, içeride kamame kapısındaki iki şamdan ve kandilleri, Büyük Kiliseleri, Mar Yakub, Deyr’üz-Zeytun, Habs’ül-Mesih kiliseleri, bunlara ait vakıflar, bağlar, bahçeler, aynı dine mensup Habeş, Kıptî ve Süryâni milletleri, bunların terekeleri ve benzeri hususlarda yine tasarrufa yetkili olduklarına karar verilmiştir. Bunlara kimse müdâhale edemeyecektir. Evlâdlarım, vezirler, sâlihler, kadılar, beylerbeyleri, sancakbeyleri, voyvodalar, subaşılar vesaireler bununla amel etsinler” diye emir vermiştir.
Yavuz Sultân Selim, Kudüs sahrasında iken, hem Ermeni taifesine ve hem de Rum Patriği Atalye’ye aynı muhtevada fermanlar vermiştir. Biz metne esas olarak Ermeni Patriğine verileni alacak ancak Osmanlı’ca metin olarak Osmanlı Arşivindeki Rumlara verileni makalemize alacağız.
Şimdi de belgenin aslını verelim:
“1. Emr-i Şerifim mûcebince her kim bir gayrı şekle giderse ve bo-zarsa, Allah Te`âlânın kılıncına uğrasun.
2. Nişan-ı Şerif-i Alişân-ı Sâmî-i Sultâni Ve Tuğrây-i Garrây-ı Cihan Sitân-i Hâkân-î bil- Avn’ir-Rabbânî ve’l-men’ni’s-Sübhânî hükmü oldur ki ;
3. Bi avnillâhi Teâlâ ve Resûlihi, Kudüs-i Şerif’e gelüb mâh-i Safer-ül Hayr’ın 25. gününde feth-i bab olunub Ermeni tâifesine patrik olan Ser-kiz nâm râhib cümle ruhbân ile maa reâyâ ve berâyâ gelüb atâ ve in’âmımdan ricâ ve temen-nâ kılmışlardır. Kadimen meşrûtaları olub uhdelerinde olan ke-nise ve manastır ve sâir ziyâretleri ve içerüde ve taşrada vâki kenise ve ma’bedhâneleri kadimden zabt ve tasarruf ede-geldikleri minval üzre Ermeni tâifesine patrik olanlar zabt ve tasarruf eyleyeler.
4. Hazret-i Ömer (R.A.} Hazretlerinin olan Ahidnâme-i Hümayun ve merhûm melik Selâhaddin zamanından beri verilen evâmir-i şerifeler mûcebince zabt ve tasar-ruflarında olan Kamame ve Beytüllahım mağa-ra ve şimal ta-rafındaki kapu ve kenise-i kübrâları, Mar-Ya’kub ve Deyr’üz -Zeytun ve Habs’ül-Mesih ve Nablüs ve keniselerine tâbi’ hem-milletleri olan Habeş ve Kıbtî ve Süryanî milletleri, Mar Ya’kub kenisele-rinde mütemekkin olan Ermeni patrikleri tarafından zabt ve tasarruf olunup âher milelden min ba’d bir ferd müdâhele etdirilmemek babında bu Nişân-ı Hümâyûn-ı saâdet-makrûnımı verdim.
5. buyurdum ki; mûcebince amel olunup, zikrolunan Kenise-i Kübra-ları, Mar Yakub’da mütemekkin olan Ermeni Patrikleri içerüde ve taşra-da vâki olan keniseleri ve manastırlar ve sâir ziyâretgâhları ve kendüle-rine tabi milletleri ve yamakları olan Habeş ve Kıbtî ve Süryâni milletleri âyinleri üzre zabt ve tasarruf eyleyüp vâki olan umurlarına ve azl ve nasb ve sâir vakıflarına müteallik hususlarına ve mürd olan metropolid ve piskopos ve ruhban ve papaz ve yamaklarının ve sâir Ermeni tâiesi patriklerinin zabt ve tasarruflarında olan kenise ve manastır ve ma’bed ve sâir ziyaretlerinin ve kendülere tâbi hem milletlerine ve yamaklarına âher milelden min ba’d bir ferd müdâhele eylemeyüb ve Kamame orta-sında vâki olan türbesi ve Kudüs-i Şerif taşrasında Meryem Ana Makbe-resi ve Hazret-i İsa ( A.S.) doğduğu Beytüllahm mağara ve şimal tarafın-da olan kapunun miftahı ve içerüde Kamame kapısında iki şamdan ve kandilleri ve türbe kapısında ve içerisinde olan kandilleri ve yaktıkları şem ve buhurları ve kamame içinde âyinleri üzre nâr-ı şem’ zuhurunda kendülere tâbi olan hem milletleriyle türbe dâhiline girüb ve havalisinde devr etmeleri ve kapu içerüsinün zir ü bâlâsı ve iki penceresi ve içerüde olan ma’bed ve ziyâretleri ve su kuyusu ve Kamame havlusunda vâki Mar Yuhanna Keni-sesi ve taşrasında Mar-Yakub kurbünde vâki Habs’ül Mesih ve sâir manastırları ve makberelikleri ve medfenleri ve Beytülla-hın mağara kurbünde olan odaları ve misâfirhâneleri ve bağ ve bağçe ve zeytünlükleri ve bilcümle zikrolunan kenise ve ma-nastır ve ma’bed ve ziyâretgâhları ve kendülerine tâbi hem mil-letleri ve sâir emlâk ve tevâbi-i kadimeleri tayin olunduğu üzre Ermeni tâifesi ve patrikleri zabt ve tasarruf eyleyüb ve keniselerine ziyârete gelen Ermeni taifesi zem-zem tabir olunur su üzerine ve panayırlarına ve sâir ma’bed ve ziyaretle-rine vardıklarında ehl-i örf tâifesinden ve âherden min ba’d bir ferd dahl ve taarruz eylemeyüp ba’del-yevm vech-i meşrûh üzre verilen Nişân-ı Hümâyûn-ı saadet-makrûnum mûcebince amel olunub âher milletten bir ferdi müdâhele ettirmeyüb ol babda evlâd-ı emcâdımdan veyahud vüzerây-i izâmımdan ve sulehây-ı kirâ-mımdan ve kadılardan ve beğler-beği ve sancak beği ve mîr-i mîrân ve voyvodaları ve beytülmal ve kassâm adamları ve subaşıları ve zuamâ ve erbâb-ı tımar ve mutasarrı-fın-i emvâl ve sâir kapum kullarımdan ve gayriden muhassalâ vazî’ ve refî’ ve kebirden hiçbir ferd-i efrâd-ı âferideden kâne men kân vechen min’el-vücûh ve sebeben mine’l-esbâb dahl ve taarruz kılmayub tebdil ve tağyir eylemeyeler. Her kim dahl ve taarruz ve tebdîl ve tağyir eder ise, indellâhil-Melik-il-Mu’în zümre-i müc-rimîn ve a’dâd-ı âsiminden ma’dûd olalar.
6. Şöyle bileler, hükm-i kişver-ktişâ ve tuğrây-ı garrây-ı âlem-ârâ ile mücellâ ve müzeyyen görenler mazmûn-ı meymûnın muhakkak ve fahvây-i hümâyunun musaddak bilüb alâmet-i şerife itimad kılalar.
Kütibe fi sene selâsin ve işrîne ve tis’amie Sahray-ı Kudüs-i Şerif” .
5- Diğer Padişahların Verdikleri Fermanlar
Hz. Ömer ile başlayan ve Selahaddin-i Eyyubi ile devam eden Ku-düs’teki mukaddes mekânların teker teker fermanlarla sayılması ve burada yaşayan gayr-i Müslimlerin sahip oldukları hak ve hürriyetlerin tesbit edilmesi âdeti, Kudüs Osmanlı Devleti’nin elinden çıkıncaya kadar devam etmiştir. Ancak biz Fatih ve Yavuz’un fermanlarıyla yetinecek ve diğerlerine sadece atıflarda bulunacağız. Çünkü makalemizi fazla uzat-mak istemiyoruz.
Ancak şunu belirtelim ki, Fransa’nın ve Rusya’nın geçici bir süre için söz konusu olan müdaheleleri bir tarafa bırakılırsa, Kudüs, Osmanlı hâkimiyeti altında tam bir barış ve huzur dönemini yaşamıştır. Osmanlı Devleti, Fransa gibi Hıristiyanları koruma bahanesiyle Kudüs’e müdahele etmek isteyenlere, buradaki mukaddes mekânlarla alakalı tam bir reh-berlik yapmıştır. O zaman, tıpkı Osmanlı Devleti’nin yaptığı gibi, Kudüs kimin hâkimiyetinde olursa olsun, buranın üç dinin mukaddes başşehri olduğu nazara alınırsa ve de burada bulunan her dine ait mukaddes mekân ve ma’bedlere saygı ve ihtimam gösterilirse, aynen Osmanlı Dönemi gibi, sulh ve barış yeniden inşa edilecektir. Bu konunun öne-minden dolayı, her dine ait mukaddes mekân ve ma’bedleri, fermanlar-daki bilgileri esas alarak ortaya koymak istiyoruz.
——————————– RESİMLERİ BÜYÜTMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYINIZ ——————————–