وعن ابن مسعود رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: ]قال لى رسول اللَّه #: اقْرَأ علَىّ الْقُرآنَ فقُلْتُ: أقْرَأُ عَلَيْكَ وَعَلَيْكَ أُنْزِلَ؟ فقَالَ: إنِّى أُحِبُّ أنْ أسْمَعَهُ مِنْ غَيْرِى فَقَرَأتُ عَلَيْهِ سُورَةَ النِّسَاءِ حَتَّى بَلَغْتُ هذِهِ اŒيةَ: فَكَيْفَ إذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلى هؤَءِ شَهِيداً. فقَالَ: حَسْبُكَ. فَالْتَفَتُّ فَإذَا عَيْنَاهُ تَذْرِفَانِ[. أخرجه الخمسة إ النسائى
İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
“- Kur’ân’ı bana oku!” dedi. Ben (hayretle):
“- Sana indirilmiş bulunan Kur’ân’ı mı sana okuyayım?” diye sordum. Bana:
“- Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum!” dedi. Ben de ona Nisa sûresini okumaya başladım. Ne zaman ki, “Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?” mealindeki âyete (41. âyet) geldim.
“- Dur!” dedi. Durdum ve dönüp Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu.” [Buharî, Fedâilu’l-Kur’ân 32, 33, 35; Müslim, Musâfirin 247, (700); Tirmizî, Tefsir, Nisa, (3027, 3028); Ebû Davud, İlm 13, (3668).]