Esselamunaleykum ve Rahmetullahi ve Barakatuhu
Nur’un bayramını yaşadığımız, dünyanın öbür ucu diyebileceğimiz Güney Amerika’dan binler selam ediyoruz.
Nasıl bayram olmasın! Üstadımızın talebesi ve mutlak vekili Hüsnü Bayram ağabeyimiz üçüncü defa Latin Amerika topraklarına geliyor, kalbimizi memnun, ruhumuzu mesrur ediyorlardı.
İlk ziyaretinin üzerinden dört sene ikincisinden ise yaklaşık iki yıl geçmişti. Hem latin hem de Türk nur talebeleri olarak, ağabeyimizi tekrar buralarda görmek istiyor ve her fırsatta kendisini davet ediyorduk. Çoktan beri muntazırdık, bekliyorduk… Nihayet 10 Kasım 2017, Cuma gecesi üçüncü Güney Amerika ziyaretinin ilk durağı olan Arjantine teşrif ettiler.
Bu ziyaretinde kendisine, hayatını Risale-i Nur hizmetine adamış Mahmut İşgören ağabey ve Taha kardeş eşlik ediyorlardı. Bizler de Şili’den Ahmet Hasan, Ekvador’dan Hafız Enes, Avusatralya’dan Ahmet Erdem ağabeylerle havaalanında onları karşıladık.
Hüsnü Ağabeyin daha önceki seyahatlerinde ziyaret ettiği her ülkede hidayet vakaları yaşanması geleneği yine bozulmadı. Bu sefer daha Hüsnü Ağabeyin uçağı inmeden, önceden nurları okuyan ve dershaneye gelen Rodrigo kardeşimiz kelime-i şehadet getirip müslüman oldu. Rabbim imanını ziyade etsin. Amin…
İlerleyen yaşına rağmen büyük fedakarlıklarla uzun bir yolculuktan sonra Güney Amerika’nın ilk medrese-i nuriyesinin açıldığı Arjantine ulaşan Hüsnü Ağabeyi ve bizleri uzun ve yoğun bir program bekliyordu.
Hemen ertesi günü haftalık mutad devam eden Cumartesi dersimizde Arjantinli ve Türk kardeşlerimiz bulunuyordu. Baştan nihayete kadar 20.Mektubu okuduktan sonra, Hüsnü Ağabey meslek meşreble alakalı düsturlar ve Üstadımızın hayatından hatıralar anlatıyordu. Bir ara farkettik ki nur derslerinin müdavimlerinden Ricardo kardeş başını öne eğmiş, dalmış gibiydi. Sonra birden doğruldu ve dedi ki;
– “Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri talebelerini seçerken çok isabetli ve doğru bir seçim yapmış. Çünkü bu hizmet, Türkiye’de doğmuş ama ta bu uzak kıtalara kadar ulaşmış.”
Ricardo’nun bu sözü bizi hem şaşırtmış hem de memnun etmişti. Zira birkaç yıldır nurları ispanyolca tercümesinden okuyan birisinden südur eden bu sözler, onun ferasetinin ve üstada olan sadakatinin de bir tezahürüydü. Vakit ilerliyor, Hüsnü Ağabey anlatıyor, cemaat şevkle dinliyordu. Artık gece iyice geç olduğundan bizler nazikçe müsaade istemek için Hüsnü Ağabeyin uzun yoldan geldiğini ve istirahat etmesi gerektiğini söyledik. Bunun üzerine Hacı Karlos birden dedi ki;
– “Olmaz! Hüsnü Ağabey Risalelerle alakalı meseleleri bize anlatmalı. İstirahat işini de kabre bırakmalı.” Fıtri bir şekilde söylenen bu sözlerin fıtriliğine ilişmemek için biz de aynen sizlerle paylaşmak istedik.
Sonrasında başka bir kardeşimiz dua etti “Allah Hüsnü Ağabeye hayırlı uzun ömür versin ki, daha nice yerlerde bu hizmetleri ifa edebilsin, istifadelere medar olsun.” Amin…
Buenos Aires’te Palermo ve Al Ahmad camiilerini ziyaret ve oradaki kardeşlerimizle görüşmelerle iki günlük kısa Arjantin programının sonuna gelmiştik. Artık Latin Amerika vakıf okuma programı için seyahatimizin ikinci durağı olan Şili’ye gitmek için hazırdık.
Şili’de kalabalık ve coşkulu bir cemaat çiçeklerle Hüsnü Ağabeyi karşılamıştı. Sonrası yine malum… İspanyolca ve Türkçe okunan nurlu ve feyizli dersler, her fırsatta Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretlerine ve Risale-i Nur’a tam sadakat ve kanaatin ehemmiyetinden bahseden Hüsnü Ağabeyden duyduğumuz sözler adeta iksir gibi kalplere işliyor, ruhlara nüfuz ediyordu.
Hatta bir sabah Kolombiyalı İbrahim kardeşe birisi muhabbetinden diyor;
– “İbrahim bana birşeyler söyle! Öyle şeyler söyle ki bana şevk olsun, kuvvet olsun, harekete getirsin.”
O da cevaben;
– “Şevk için, harekete gelmek için Hüsnü Ağabeyi görmek yetmiyor mu? ”
Bu cevap karşısında şaşıran kardeşimiz soruyor:
– “Nasıl?”
Kolombiyalı İbrahim diyor;
– “Bak kardeşim, ben Türkçe bilmediğim halde Hüsnü ağabeyin söylediklerinden istifade ediyorum. Evet, belki ne dediğini tam anlamıyorum ama ruhen, kalben istifade ediyorum. Bu sahabe efendilerimizin sohbeti gibi. Çünkü onlar kalpten kalbe konuşurlardı.”
Birkaç yıldır nurları okuyan başka birisinden bu sözleri duyan kardeşimiz çok şaşırıyor. Bu arada İbrahim anlatmaya devam ediyor “Hüsnü Ağabeyi görmek demek onun yıllar boyu süren fedakarlığını anlamak demek…ilerleyen yaşına rağmen bu uzun ve yorucu yolculuğa katlanıp buralara kadar gelmesiyle şevk almak demek… Ayrıca bir şey daha var ki, Hüsnü Ağabeyin bu yaptığını çokları yapmıyor. Başka ülkelerdeki alim zatlar istiyorlar ki insanlar onların yanına gitsin ve onlardan istifade etsinler. Fakat Hüsnü Ağabey dünyanın her yerinde Risale-i Nur’u ve Üstadımızı anlatmak için durmadan, yorulmadan seyahat ediyor ve bir çok insanın imanlarının kurtulmasına vesile oluyor.” Bizler de bu sözlere binler maşaallah, barekallah diyoruz….
Bir sohbet esnasında Hüsnü Ağabey dedi ki; “İslam düşmanlarının bir planının da ehl-i imanın birbirine olan muhabbetini kalplerden sökmek için türlü desiselerle fitne yaymak istiyorlar. Buna mukabil bizler de bu toplanmalar ve Risale-i Nur dersleri ile uhuvvet ve muhabbeti tesis ediyoruz. Burada toplanmak, beraber vakit geçirmek hatta çay içmek bile buna vesiledir” Hakikaten de bu programda belki madde madde mevzu yazıp bir mesele konuşup kararlar almadık. Yalnız fıtri vazifemiz olan nurlarla meşgul olduk, muhabbet ettik, dertleştik. Fakat her birimiz hizmet ettiğimiz ülkelerdeki medreselerimize azami şevk ile döndük ve yine, yeniden taze bir “BİSMİLLAH” deyip, kaldığımız yerden hizmetlerimize devama niyet ettik. Rabbim daim eylesin, amin…
İstirahat ve dinlenmek kelimelerinden hiç hoşlanmayan Hüsnü Ağabey, müteaddit defalar diyordu ki; “Buraya dinlenmeye, istirahat etmeye gelmedik” Gecenin geç saatlerine kadar süren derslerden sonra bile sabah namazından çok önce ayakta olan Ağabeyimiz ertesi gün yine yoğun bir şekilde derslere ve ziyaretlere devam ediyordu. Bu ziyaretlerden birisinde bir süredir İslamiyeti araştıran hatta Türkiye’yi de ziyaret eden bir kardeşimiz de Hüsnü ağabey ile beraber kelime-i şehadet getirip Müslüman oldu. Allah imanını ziyade eylesin, amin…
Yaklaşık bir hafta devam eden Latin Amerika vakıf okuma programı bu müjdeli haberlerle nihayet bulmuştu. Artık yeni müştaklara, Risale-i Nur’un fıtri muhtaçlarına ulaşmak için Ekvador’un Guayagil şehrine yola çıkmak için hazırdık. Beş saatlik bir yolculuktan sonra Guayagile ulaştık.
Güney Amerika’nın en yeni ama en geniş medrese-i nuriyesinde Türkiye’den gelen genç vakıf kardeşlerimizle beraber oralı latin müslümanlar bizleri karşıladı. Yine nurlu dersler, yine hidayet…Yaklaşık bir aydır Ekvador dershanesinde kalan Luis isimli kolombiyalı kardeşimiz müslüman değildi ama medresede kalıyor, abdest alıp namaz kılıyordu. Hüsnü ağabey bu kardeşi görünce kendisine dedi ki “senin siman ben Müslümanım diyor” Luis henüz Müslüman olmamış, araştırmaya, öğrenmeye devam ediyordu. Fakat hemen o anda kısa bir sohbet ve soru-cevap neticesinde yine gelenek bozulmadı ve Ekvador ziyaretimizde de bu kardeşimiz Hüsnü Ağabeyle beraber kelime-i şehadet getirip Müslüman olarak Muhammed Ali ismini aldı. Allah imanını ziyade etsin. Amin…
Programın yoğunluğu ve vaktin darlığından dolayı Ekvador’da fazla kalamayacaktık. Bir gece derse katılıp ertesi gün Peru’nun başkenti Lima’ya gitmek üzere yola çıktık.
Diğer ülkelerden farklı olarak Peru’da bizi perulu nur talebeleri karşılamıştı. Evet, üstadımız Bediüzzaman hazretlerinin duası kabul olmuş, nurlar bu uzak diyarlara kadar ulaşmış, ona sarılacak ve kuvvet verecek layık elleri bulmuştu. Zira Üstadımız buyurmuştu; “Ben bu nurları bütün dünyaya okutturacağım! ”
Çevre şehirlerden de yeni Müslüman olan veya meraklı olan kardeşler de medrese-yi nuriyeye gelerek Kur’an-ı kerim’in bu asırdaki mucize-i maneviyesi Risale-i Nur’un kapısını aralayıp İslamiyete adım atıyorlardı. Bunlardan birisi de Huankavelika şehrinden gelen Moises kardeş idi. Bu kardeşimiz de Hüsnü ağabey ile beraber kelime-i şehadet getirip iman ederek hayatını İslam ile şereflendirdi ve Musa ismini aldı.
Dedik ya durmak yok! Dinlenmek yok! Pür şevk koşturmaya devam. Aynı günün akşamına burada yeni açılan bir mescidin hadimleri Hüsnü Ağabeyin peru ziyaretinden dolayı cemaati davet etmişler. Biz de bu davete icabet ettik. Bir saatten fazla süren dersimizde meyve risalesinden 4. ve 5. Meseleler okundu. Sonrasında Hüsnü Ağabey yine Üstad’dan ve Risale-i nurun okunmasının ehemmiyetinden bahsetti. Cemaatin kemal-i dikkatle dersi dinlemesi, parlayan gözler, tasdik emaresi sallan başlar her yerde olduğu gibi burada da nur hizmetlerinin ihtiyacının büyüklüğünü gösteriyordu.
Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğimiz çok mühim bir durum dikkatlerimizden kaçmıyordu. Hüsnü Ağabey her ne kadar maddeten Güney Amerika’da olsa da bir parçası adeta Türkiye’de idi ve ziyadesiyle memleketimiz ile alakadardı. Gittiğimiz her ülkede ve şehirde, katıldığımız her sohbette olduğu gibi Peru’da da İslamiyetin içine atılmak istenen fitnelerden bahsetti. Kuzu postuna girmiş kurtlardan, münafık fitnecilerden zarar görmemek için uyanık olmamız gerektiği hususlarında uyarılarda bulundu. Bu münafıklardan birisinin de fetö olduğunu, İslâma hatta Hristiyanlara bile büyük zarar verdiğinden bahsetti. Şahsi menfaat ve çıkar davasında yapıldığı için böyle bir hizmet tarzının asla İslamiyet’te yeri olmadığını söyledi. Ayrıca Reis-i Cumhurumuz Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyefendinin kendisine vazife addedip Mynmar’da, Arakanda zulüm gören müslümanlara sahip çıktığı gibi Mısır, Suriye, Filistin ve sair müslüman ülkelerin dertleriyle de dertlenip alem-i islamın birlik ve beraberliği ve ittihad-ı islam için çalıştığını söyledi. Bundan dolayı da islam düşmanlarının hedefinde olduğunu ve muhtelif dünya ülkelerinin, türlü iftiralar ile kendisinini çürütmeye ve yanlış tanıttırmaya çalıştığını söyledi. Buna mukabil hakikati her yerde söylemek gerektiğni söyledi. Son olarak da; “Şimdi hükümet aleyhinde bulunmak demek islamiyet, vatan ve devlet aleyhinde bulunmak demektir. Bizler şimdi vatan, millet ve islamiyet namına Reis-i Cumhurumuz Recep Tayyip Erdoğan’ı müdafaa ve muhafaza etmeliyiz” dedi ve ziyaret ettiğimiz her ülkede bunu evvela ve bizzat kendisi yaptı.
Hüsnü ağabey heyecanla sözlerine devam ediyor bizi de canlandırıyordu; “ÜMİTSİZLİĞE KAPILMAYIN, İSTİKBAL İSLAMINDIR, İTTİHAD-I İSLAM GERÇEKLEŞECEKTİR, MÜSLÜMANLAR YENİDEN TAM SÖZ SAHİBİ OLACAKLARDIR” cemaatten yükselen amin sesleri ile sohbet sona ermiş, herkes şevk almış ve kuvvet bulmuştu.
Hızımızı hiç kesmeden hemen başka bir görüşme için yola çıktık. Bu sefer 2013 yılında Lima’da katıldığımız fuar vesilesi ile tanıştığımız bir aile ile görüşecektik. Bu ailenin en küçük ferdi Mitsiu müslüman olmadığı halde risalelerden bir tek gençlik rehberini okuyup öyle etkilenmişti ki, her gün fuara geliyor, Perululara Kur’an-ı Kerim’in mucizeliğinden, risalelerin okunmasının faydalarından bahsediyordu. Cenab-ı Allah isterse gayr-i müslimlere de işte böyle hizmet ettiriyordu. Bu kardeşimiz daha o zaman bir gün müslüman olacağım diyor ama zamanını bilmiyordu. Aradan tam dört yıl geçmişti ve bir gün rüyasında bir ses duyduğunu söyledi. Deniliyor ki; “SENİN ZAMANIN GELDİ” Bu rüyada Allah’ın şefkatini öyle bir hissediyor ki bunun neticesinde çok büyük, tarif edemeyeceği manevi bir zevk aldığın söylüyor. Fakat uyandığında farkediyor ki o manevi haletten eser yok, adeta nurdan zulmete düşmüş. O an anlıyor ki o hali tekrar yaşaması için islamiyete girmenin vakti gelmiş. Fakat arzu ediyor ki madem bu yola nur talebeleri ile girdim o zaman kelime-i şehadet getirip islamiyete ilk adımı atarken de nur talebeleri bunun şahidi olsun. Demek öyle ihlaslı istemiş ki, ebedi hayatının kurtulmasına vesile olan eserlerin müellifi Üstadımızın talebesi ve vekili Hüsnü Ağabey ve dünyanın dört bir tarafından nur talebeleri bu ebediyete intikal edecek anların şahidi olacaklardı. Bu arada orada bulunan ve fıtraten de islamiyete çok yakın olan anne ve babasına da islamiyete girmeleri teklif edildi. Babası dedi ki ben kabul ediyorum, müslüman olmak istiyorum. Annesi ise “benim müslüman olmadığımı nereden biliyorsunuz?” diyerek manen çoktan hazır olduğunu gösteriyordu. Nihayet o an geldi ve bütün aile Hüsnü ağebeyin söylediklerini kelime kelime tekrar ettiler. “EŞHEDÜ EN LA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RASULUHU”
Pasifik okyanusu bir taraftan gece ve yıldızlar bir taraftan bu şehadete şahitlik ediyorlardı. Bir ailenin daha inşaallah ebedi hayatı kurtulmuş bize de bu güzel gecenin manevi hazzı kalmıştı. İşte bu anlar bütün yorgunluğumuzu alıyor, bütün dertlerimizi unutturuyor ve daha nice muhtaç gönüllere ulaşmak, nice zulmetli hayatları nurlandırmaya çalışmak için bize şevk ve kuvvet veriyordu. Elhamdulillahi haza min fadli Rabbi…
Güney Amerikanın umumunda gördüğümüz bu İslam’a olan merak ve Kur’an’a ve onun bu asırdaki dersine olan iştiyak ve istifadelerin neticesindeki hidayet vakaları bize Tarihçe-i hayattan şu cümleleri hatırlatıyordu.
“Risale–i Nur yalnız bu vatan ve millet için değil, alem-i islam ve bütün beşeriyetin ihtiyacına cevap verecek bir külliyat olarak telif edilmiştir”
Çiçeği burnunda yeni Müslüman bu aileyi bir kez daha tebrik edip sonraki gün çıkacak olduğumuz Brezilya yolculuğu için medresenin yolunu tuttuk. Dershaneye vardığımızda ise gecenin ilerleyen saatine rağmen, başka birisinin bizi beklediğini gördük. İspanyolca Risalelerin Peru’da basımının yapıldığı matbaanın sahibi Alan, Hüsnü ağabeyin Peru’ya geldiğini duyunca, kara yolculuğu ile gelinse iki günlük mesafede bulunan Loreta şehrinden Lima’ya gelmiş onu bekliyordu. Hüsnü Ağabey de kendisi ile bizzat alakadar oldu, risaleleri okumayı tavsiye etti. Ayak üstü uzunca bir sohbet edildi. Sonra Hüsnü ağabey daha beş on dakika önce tanımış olduğu birisinden son derece nazik bir üslupla müsaade istiyordu. Alan ispanyolca olarak dedi ki; “aun ke sea un minuto es sufisiante para mi ” yani “sizinle “bir dakika” bile görüşmüş olsaydım bile benim için yine de yeterliydi”
Tam dönüp söylediklerini tercüme edecektik ki Hüsnü ağabey Alan’a dedi ki; “Allah için “bir dakika” görüşmek bir sene görüşmeye bedeldir” Bu güzel tevafukla Peru seyahatimizi tamamlamış, çok nurlu, ebedi hatıralarımıza bir yenisini eklemiştik
Böylece, aslında planımızda olmamasına rağmen Hüsnü Ağabeyin bizzat programı değiştirmesi ve daha fazla kalabilmek için Türkiye biletini de ileriye alarak ısrarla Peru’ya gelmek istemesinin hikmetini de biz sonradan anlamış olduk.
Hakikaten Peru’da çok güzel ve manevi bir hava ve münbit bir hizmet zemini vardı. Bu haller bize Hüsnü Ağabey’in dört sene önce Peru’ya geldiğinde söylediklerini hatırlattı “ Allahu alem Üstadımızın “Amerika” ile alakalı müjdeleri Güney Amerika’ya bakıyor” Bizler de bu müjdeden aldığımız şevkle, sizlerin duası, üstadımızın himmeti, Allah’ın inayeti ile bu mazlum halkın muhtaç oldukları tesellinin en kuvvetlisi olan Kur’an nurlarını kendilerine ulaştırmak için koşuyor, gayret ediyoruz. Bu hususta müsteceb dualarınızı bekliyoruz.
Perşembe gecesi de Peru’dan sonra seyahatimizin son durağı olan Brezilya’ya varmıştık. Ertesi gün Cuma namazından sonra Brezilyalı müslümanlarla medresemize döndük. Misafirlerimizden birisi de Kaiki isimli brezilyalı bir genç idi. Bu kardeşimiz iş için gittiği başka bir şehrin sahilinde yürüyüş yaparken üç müslüman ile tanışıyor ve ona birkaç kitap hediye ediliyor. Sonrasında islamiyet hakkında araştırma ve okuma yaptıkça daha çok etkileniyor ve nihayet Cuma günü medresede müslüman olmaya kara veriyor. Hemen Hüsnü Ağabey ile beraber kelime-i şehadet getirip hilkatin en yüksek gayesi olan imanı elde ediyor ve inşaallah ebedi hayatını kurtarıyor. Rabbim daim eylesin, amin…
En başından ta en sonuna kadar tevafuklar ve inayetler silsilesi ile adeta manevi bir bayram tadında geçen seyahatimiz başka bir hüsn-ü tevafukla hüsn-ü hatime edecekti. Dedeleri seneler önce Fas’tan göç eden Hüsnü isimli bir Brezilyalı kardeşimiz Hüsnü abiyle tanışmıştı. Zaman zaman Türkiye’den gelen misafirlerden birisi sandığı Hüsnü Ağabeyin, daha birkaç hafta önce okumaya başladığı ve bu “bir inci”dir dediği Portekizce Sözler mecmuasının müellifi Bediüzzaman’ın talebesi ve varisi olduğunu öğrendiğinde çok heyecanlanmıştı. Bizler de onun nurları okumasından sonraki intibahlarını anlatınca heyecanlanmıştık. Brezilyalı Hüsnü kardeşimiz dedi ki;
– “Ben çok küçük yaşlardan beri kurtubi, ibn-i kesir gibi bir çok tefsir okudum, evet onlar güzel eserlerdi fakat tam olarak tatmin olamadığım gibi hep bir şeylerin eksikliğini hissediyordum. Sonra farklı ülkelerden gelen farklı meslek, meşrep ve tarikatları tanıdım, bir çok kitap da okudum ama değişen bir şey yoktu. Adını koyamadığım ama aklımı meşgul eden, kalben hissettiğim bi boşluk vardı. Ama ne zaman ki birinci söz “bismillah bahsini“ okudum, işte o zaman senelerden beri o aradığım şeyi bulduğumu anladım”
Tarih öğretmeni olan bu kardeşimiz kendisi gibi muallim olan eşi ile beraber sözleri okuyorlar… Rabbim sadık birer nur talebesi olup hizmet-i imaniye ve Kuraniyede istihdam eylesin, amin…
“…elbette nev’-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddi veya manevi bir kıyamet başlarına kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiletere’nin Kur’anı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi ruy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri Kur’an-ı mucizil beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh-u canlarıyla sarılacaklar.”
Evet, evet, evet…bizler bu hale şahidiz! İmansızlıktan yorulan Güney Amerika insanları hakikati arıyorlar ve arayanlar buluyorlar.
İşte aradığını bulanlardan birisi de Brezilyanın başka bir eyaletinde kendi kilisesi olan bir papaz. Bu kilisenin girişinde portekizce olarak “Deus e uniko” yani “Allah tekdir” yazıyormuş. Teslis inancını benimsemeyen, Allah’ın oğlu olamayacağını savunan bu papaz diğer din adamı arkadaşları ile sık sık bu mevzuları tartışmaktaymış. Daha sonra islamiyet hakkında araştırmaları neticesinde İslamiyetin esası olan tevhid inancını ve Hz İsa’nın bir peygamber olduğunu, Allah’ın oğlu olmadığını anlıyor ve diyor ki; “İşte benim aradığım hak din bu!” Sonrasında hiç düşünmeden müslüman olan Papazın arkasından sayıları yetmişi bulan cemaati de firesiz müslüman oluyorlar. Hatta cemaatteki bütün nisalar istisnasız tesettüre giriyorlar. Geçtiğimiz haftalarda posta ile portekizce risaleler eline geçmiş ve eski kilise şimdi ise yeni camide nur dersleri başlamış. Hatta bu zat civar şehirlere giderek nur dersleri yapmaya başlamış.
Evet, nasıl nurlar Barla’da doğmuş Anadolunun sinesine yerleşmişse şimdi de zamana tutulmuş bir ayna misali aynı samimiyet, aynı gayret ve aynı şevkle “Amerika”nın da sinesine yerleşiyor, yerleşecek inşaallah… Rabbim bu havadislerin emsallerini çoğaltsın, hepimizi bu nurlu hizmetlerde daim eylesin, perde değil ayine yapsın inşaallah, Amin…
İki hafta, sanki iki gün gibi geçmişti. Artık seyahatimiz son buluyor, ağabeylerimizle vedalaşma vakti yaklaşıyordu. Evet, bu muvakkat bir ayrılıktı fakat yine de gönlümüz mahzun, ruhumuz müteessir oluyordu. Fakat yine teselliyi Risale-i nurlarda geçen şu cümlelerden buluyorduk;
“Ehl-i hakikatin sohbetine zaman, mekan mani olmaz; manevi radyo hükmünde biri şarkta, biri garpta, biri dünyada, biri berzahta olsa da rabıta-yı Kur’aniye ve imaniye onları birbiriyle konuşturur”
Bizler Güney Amerikadaki kardeşleriniz olarak dua ediyor ve dua bekliyoruz ki; Risale-i nuru okuyup, anlayıp hayatımıza tatbik edebilelim, tam sadakat ve kanaat ve ihlas ile hizmet edebilelim. Vesselam
Güney Amerika Nur Talebeleri