MEDİT tarafından düzenlenen Mevlevihane sohbetlerinde konuşan Yrd. Doç. Dr. Başer, “Türk sanatının, Türk kültürünün tekkelere çok borcu var. Sanattan bahsettiğimizde şiir, hat, mimari, musiki tekkesiz olmaz bizim tarihimizde.” dedi.
İbn Haldun Üniversitesi (İHÜ) Medeniyetler İttifakı Enstitüsü (MEDİT) Sanat Danışmanlığı tarafından düzenlenen “Mevlevihane Sohbetleri“nde, “Mevlevilik ve Kültür” başlıklı konu ele alındı.
Yenikapı Mevlevihanesi’nde düzenlenen programa konuşmacı olarak Prof. Dr. Mehmet Baha Tanman, Prof. Dr. Zeynep Tarım, Doç. Dr. Yalçın Çetinkaya, Yrd. Doç. Dr. Fatma Adile Başer ve Arş. Gör. Harun Korkmaz katıldı.
Prof. Dr. Tanman, slayt eşliğinde “Yenikapı Mevlevihanesi’nin Mimari Gelişimi” başlıklı bir konuşma yaparak, 16. yüzyılın sonundan itibaren Mevlevilik ile kültür ve sanatın merkezinin İstanbul olduğunu dile getirdi.
“Mevlevihanelerin bilhassa kültür hayatımıza büyük katkıları olmuştur”
Tanman, Yenikapı Mevlevihanesi’nin Yeniçeri Ocağı baş halifesi Malkoç Mehmet Efendi tarafından kurulduğuna işaret ederek, şunları anlattı:
“Yenikapı Mevlevihanesi musikimizin, edebiyatımızın çok önemli isimlerini yetiştirmiş bir yer. İstanbul’daki mevlevihaneler içinde Yenikapı, Galata, Beşiktaş ve Bahariye mevlevihaneleri, bunlar birbirine bağlıdır. Bu mevlevihanelerin bilhassa kültür hayatımıza, sırf Mevlevi kültürüyle sınırlı değil, önemli katkıları olmuştur. Dede Efendi buradan yetişmiştir. Muhteşem ayinler bestelemiştir, fakat bunun yanı sıra ağır semaileri de vardır. Rumeli türküsünü andıran çok içli hafif besteleri de vardır. Yani eski medeniyetimiz, Batılıların zannettiği gibi dini hayatla bıçakla kesilmiş gibi ayrılmıyor.”
“Devlet adamlarının mevlevihanelerin kurulmasına hamilik ettiklerini biliyoruz”
“Yenikapı Mevlevihanesi’nin İstanbul’un Kültür ve Müzik Hayatına Katkısı” konusunu ele alan Prof. Dr. Zeynep Tarım, medeniyet tarihinin Osmanlı döneminde mevlevihanelerin sosyal, kültürel ve tarih alanlarında incelenmesi gerektiğinin altını çizdi.
Yenikapı Mevlevihanesi’nin Osmanlı medeniyetine katkısının büyük olduğunu ifade eden Tarım, şöyle konuştu:
“Yenikapı Mevlevihanesi’nin kurulduğu 16’ıncı yüzyıldan 19’uncu yüzyıl başlarına kadar, 300 yıldan fazla bir zaman aralığında Osmanlı medeniyet anlayışının oluşmasında fevkalade yüksek bir katkısı vardır. Bu zaman zarfında başta devlet adamlarının da bu asitaneye çokça iltifat ettikleri hepimizce malumdur. Bilhassa 4’üncü Murat, 3’ünü Selim, Abdülaziz ve Sultan Reşad’ın hususi ilgilerini tespit etmek, çok da zor değildir.”
Mevlevihanelerin, Osmanlı coğrafyasında halkı kucaklayan bir yönü olduğuna dikkati çeken Tarım, “Nasıl ki Osmanlı indiği şehirlerde külliyeler yaptırıyordu. Tıpkı bunun gibi özellikle devlet adamlarının da mevlevihanelerin kurulmasına hamilik ettiklerini biliyoruz.” ifadelerini kullandı.
“İstanbul’un kendine has bir musikisi varsa bunun yegane sebebi, bu musikinin kaynağı olan mevlevihanelerdir”
Etkinliğin yöneticiliğini üstlenen Doç. Dr. Yalçın Çetinkaya ise mevlevihanelerin Osmanlı toplumunun en önemli şahsiyetlerini yetiştirdiğini, tekke ve dergahların hizmet dışı bırakılmasından sonra da üvey evlat muamelesi gördüğünü söyledi.
Çetinkaya, Yenikapı Mevlevihanesi’nin Osmanlı zamanındaki asli fonksiyonlarının yeniden hayata geçirilmesi için “Mevlevihane Sohbetleri” gibi çalışmalar yürüttüklerini belirtti.
Osmanlı musikisinin kendi karakterini kazandığı dönemin 17. yüzyıl olarak kabul edildiğini ifade eden Çetinkaya, şunları söyledi:
“Daha öncesinde de müzik vardı ancak içerisinde Mevlevilik ruhunun olduğu karakteristik Osmanlı musikisi biçimi, 15. yüzyılın sonlarına doğru Galata Mevlevihanesi, sonrasında 1599’da Mevleviliğin bab-ı cedidi yani Yenikapı Mevlevihanesi’nin ürünüdür. 17. yüzyıldaki musiki ürünü diğer sanatlara göre biraz daha geç ortaya çıkan bir üründür. 17. yüzyıldan sonra hakikaten kendi karakterini bularak ortaya çıkmıştır. Yani İstanbul’un kendine has bir musikisi varsa bunun yegane sebebi, bu musikinin kaynağı olan mevlevihanelerdir.”
“Türk sanatının, Türk kültürünün tekkelere çok borcu var”
Yrd. Doç .Dr. Fatma Adile Başer ise tekke ehlinin sanatı bir yöntem olarak görüp azami ölçüde kullandığını belirterek, “Türk sanatının, Türk kültürünün tekkelere çok borcu var.” dedi.
Başer, bestekar veya musikişinas olmasalar bile tekke terbiyesi, vecdin olmazsa olmazı olan sanatın -sadece musikinin de değil- hattın, mimarinin, şiirin bir arada kullanılmasının tekkeye yönelenleri aynı zamanda sanatkar meşrep de kıldığını söyledi.
Tekkelerde bulunan birçok ismin önemli eserler verdiğini ifade eden Başer, “Türk sanatının, Türk kültürünün, tekkelere çok borcu var. Sanatı bir yöntem olarak görüp azami derecede kullanmışlardır. Sanattan bahsettiğimizde şiir, hat, mimari, musiki tekkesiz olmaz bizim tarihimizde. Muhakkak tekke işin içerisine girmiş veya derviş meşrep diye tabir edilen muhip ya da bir şekilde tekkeyle ilişkisi olmuş insanların sanatla ilişkisi olmuştur.” şeklinde konuştu.
Araştırma Görevlisi Harun Korkmaz da Mevlevi repertuvarının en meşhur eserlerinden olan “Şem-i ruhuna cismim pervane düşürdüm” mısraıyla başlayan niyaz ilahisinin tarihini anlattı. Korkmaz, ilahinin aslında segah makamında bir şarkı olduğunu ancak Mevleviler tarafından ilahi olarak söylenmesiyle bu şekilde bilinip tanındığını kaydetti.
Program sonunda Yenikapı Mevlevihanesi Semahhanesi’nde Derviş Abdülkerim’in yegah makamındaki Mevlevi ayini Meydan Musiki Topluluğu ve İstanbul Sema Grubu tarafından icra edildi.