Bütün yaratılmışları, eşyayı pençesine alıp onları eskiten, yıpratan, solduran bir hakikat var: Zaman. Onun pençesinden kendini kurtarabilen de yok.
Çile şairi, “zaman” denen o esrar yumağını sorularla cevaplar:
“Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne, bu yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?”
Bazı şeylerin varlığını kavramak zordur. Elle tutup gözle gördüğümüz nesnelerin mahiyetini bir parça anlarız. Ancak soyut kavramların yapısını tam olarak algılayamayız. “Zaman” ve “irade” gibi… İki şeyden birini tercih etme hürriyetimiz vardır. Lakin bu “irade” denilen hakikati “elma”yı anladığımız gibi anlayamayız. Baş ağrısını da izah edemeyiz.
Bediüzzaman Hz. leri “zaman” kavramını: “Her şeyin bir hakikati olduğu gibi, “zaman” dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikati dahi Levh-i Mahv, isbattaki kitabet-i kudretin sahifesi ve mürekkebi hükmündedir.” diye izah eder.
Demek ki Rabbimiz, mevcudatı “zaman” şeridine takıyor. Yaratıyor. Sonra varlık sahnesinden çekiyor. Ardından başka mahlûkları varlık sahasına çıkarıp azamet ve kudretini gösteriyor.
Teşbihte hata olmasın, bir hattat ya da ressam eserlerini sergiler. Bir zaman sonra onları alır, başkalarını teşhir eder.
Silâhaltına alınan askerler, görevlerini yaptıktan sonra terhis edilirler. Yerlerine yeni neferlerin gelmesi için bu şarttır.
Eskiden dar sokaklarda, sokağın bir yanından diğer yakasına balkondan balkona makaralı çamaşır ipleri olurdu. Çamaşırlar kuruyunca, ip çekilir. Çamaşırlar içeri alınırdı. Aynen bunun gibi Yüce Allah da asırların varlık çarşısına gönderdiği mahlûkları, görevlerini ifa ettikten sonra alıyor, peşinden başkalarını gönderiyor. “Zaman” bu devri daimde bir sahne gibidir.
Zamanı durdurmak mümkün değildir. Kalkmış bir treni iteklemekle hızlandıramayacağımız gibi, ona yapışmakla da yavaşlatamayız.
O halde bizim yapacağımız şeyler belli. Zaman sermayesini iyi değerlendirmek… Zira şu âlemden göç ettirildikten sonra tekrar dünyaya gelmemiz mümkün değildir.
Dalgın dalgın akarsuya bakan yaşlı birine sormuşlar:
– Neye bakıyorsun?
Cevap güngörmüşlere yakışıyor:
– Hayatıma bakıyorum evlat, demiş. Akıp giden hayatıma…
Zaman akıyor, hayat bitiyor. Öyleyse gelin onu boşu boşuna harcamayalım. Dolu dolu yaşayalım. Aldanmayalım. Aldatmayalım. Zamanı öldürdüğümüzü sanıyoruz. Oysa zaman bizi ölüme götürüyor.