Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan Rasûlullah (s.a.v)şöyle buyurdu: “Allah bir kulu sevdiğinde Cebrail’i çağırır: “Ben filanı seviyorum, sen de onu sev” der. Bu sebeble Cebrail aleyhisselâm onu sever. Sonra sema ehline nida eder ve der ki: “Muhakkak Allah filan kulunu seviyor. Siz de onu sevin. (Bu sebeble de) sema ehli onu severler. Sonra da yerde kabul görür. Yer ehlide onu severler”Hadis, (Buharî)
Muhabbet, kâinatın hem nuru, hem hayatıdır. Muhabbet dünyanın rengi, kainatın ahengi, kalplerin feyzidir…
İnsan, kainatın en şerefli mahluku olduğu için kâinatı kapsayacak muhabbeti, Allah-u Zülcelal insanın kalbine yerleştirilmiştir.
Seveceğiz, istesek de istemesek de. Allah-u Zülcelal, kalbimize sevgi, muhabbet koymuş. Sevgi kuvveti; insanın kalbinin derinliklerine yerleştirilmiş köklü bir histir.
Sevmek, insana Allah-u Zülcelal’in ilahi bir lütfu olduğu gibi, asli bir ihtiyaçtır. Önemli olan muhabbetin dengesini ve adresini iyi ayarlamak.
İnsan, dünyevi ve nefsani duygularla sevgisini yönelttiği bir kimsenin kendisini üzmesi veya terk etmesi halinde, hiç bitmeyeceğini sandığı sevgisinin, bir anda büyük bir nefrete dönüşmesini neyle izah edebilir?
Bir insanı “Allah belanı versin, Allah seni kahretsin YAR!” diyecek hale getiren duyguya, nasıl “sevgi” diyebiliriz? Peki, insan bu kadar sevgi yoğunluğunu yaşadığını düşünürken, bu ani dönüş nasıl olabilmektedir?..
Cevabı çok basit! Çünkü sevmeyi bilmiyoruz!.. Muhabbetteki dengeyi kuramıyoruz. Neyi, ne kadar sevmemiz gerektiğini bilemiyoruz?
Korku-Sevgi Dengesi
Allah-u Zülcelal insana korku ve sevgi gibi iki temel duygu vermiş. İnsanın yaşamı boyunca bu iki duygu, ya insanlara ya da Allah-u Zülcelal’e dönük olacaktır.
İnsanlardan korkmak bizim için bir beladır. Çünkü, insan dünyada öyle şeylerden korkar ki, korkulan ona merhamet etmez, korkanın ricalarını kabûl etmez. İşte, o haldeki korku, insan için beladır.
Korkuyu öyle birine yöneltmeliyiz ki, bizim korkumuz lezzetli bir boyun eğme olsun. Allah-u Zülcelal’den korkmak, O’nun rahmetine ve şefkatine iltica etmek demektir. Allah’tan korkmakta büyük bir lezzet vardır. Bir yavrunun korktuğunda koşup anne kucağına sığınması gibi.
Korkuyu anne verir “Bak sana şu olacak, sen şu zarara uğrayacaksın!..” der uyarıcı ve şefkat veren bir edayla. Hatta çocuğuna “Gel kucağıma, öcü var orda” dediğinde, çocuğun annenin kucağına koşmasını düşünün. Böyle bir korku, o yavruya gâyet lezzetlidir. Halbuki, bütün annelerin şefkatleri, İlahi Rahmet’in ufak bir yansıması, sadece küçücük bir parıltısıdır. Allah-u Zülcelal’den korkmakta bu kadar lezzet varsa, O’nu sevmekteki lezzeti nasıl tartabilir ve ne ile izah edebiliriz?..
Faniye Muhabbet Beladır
Fani şeylere sevgi ise hem bela hem musibettir. Dikkat edilirse, mecâzî âşıkların yüzde doksan dokuzu sevdiğinden şikayet eder. Çünkü sevgi duyulan şey fanidir, seveni tanımaz, esirgemez, ahde vefa göstermez. Gençlik gibi, dünya gibi, sağlık gibi, güzellik gibi mecazi sevgililer de bir gün arkasına bakmadan ‘hoşça kal’ bile demeden, çeker gider. Hatta bu yetmemiş gibi kendisine duyulan muhabbet için seveni aşağılar, horlar.
Bunun sebebi Allah-u Zülcelal’in insan kalbinin derinliklerine yerleştirdiği ve yaratılışında var olan, kendisine duyulan sevginin çekirdeğinin hiç yok olmamasındandır. Kişi ne halde olursa olsun, kalbin derinliklerinde kalmış olsa da gizli bir sevda ile Allah-u Zülcelal’i sever.
İnsan, kalbini dünyevî sevgililere tahsis edip, onlara adeta taparcasına, “kulu, kölesi” olmak şeklinde ifrata çıkardığında, “sahte sevgililerin” nazarında da aşağılık bir duruma düşer. Zira onun kalbinin derinliklerinde de ilahi sevgi cılız da olsa, tüm kalbi aydınlatamıyor da olsa Allah-u Zülcelal’e ruhtan gelen bir aşk vardır. O bunu fark edemese de, sebebini anlamasa ve izah edemese de böyle bir kişiyi aşağılar ve reddeder.
Zira insan fıtratı, fıtrî olmayan her şeyi reddeder. Sevginin sınırsızlığı, sevilenin de ezeli ve ebedi olmasını gerektirir. Ezeli ve ebedi olan ve sevgiyi yaratan Cenab-ı Hak olduğuna göre, sınırsız sevilmeye layık olan da yalnız Allah’tır. İşte muhabbeti öyle birine yöneltmeliyiz ki, muhabbetimiz zilletsiz bir mutluluk olsun. Muhabbeti ‘muhabbetullah’ olanın, muhabbeti ayrılıklı ve elemli olmaz.
Peki ‘muhabbetullah’ halini, kalbimize, içimize ta ruhumuza nasıl yerleştireceğiz? Kulun Allah’ı sevmesi için Allah’ın da kulunu sevmesini icab eder. Ayet–i kerimede “Allah onları, onlar da Allah’ı severler” buyrulmaktadır. (Maide: 54). O halde, Allah-u Zülcelal’in sevgisini kazanmanın yollarını aralamalıyız.
Muhabbetullahta Samimiyetin Ölçüsü
Kişinin Muhabbetullah’a giden yolda atacağı ilk adım, haram ve helal sınırlarına riayet etmektir. Allah’ı seven bir insan, Allah’a kavuşmayı da sever. Allah’ı çok zikreder, Allah’ın emirlerine riayet etmekte tereddüt göstermez, Allah’ın kelamı olan Kur’an’ı ve Allah’ın sevdiklerini sever. Allah’ın peygamberini ve evliyalarını sever. Allah’ın sevdiklerinden bahsetmek, ona haz verir, mutluluk verir.
Bunlar kişinin Allah sevgisinde samimi olduğunun işaretleridir. Böyle bir insanın kalbinde şu hadis-i şerif tecelli eder: “Kimde şu üç haslet varsa o gerçek imanın tadını almıştır: Allah-u Zülcelal’i ve O’nun Resulünü her şeyden çok sevmek, sevdiklerini Allah rızası için sevmek, ateşe düşmekten korkar gibi küfre düşmekten korkmak.”
Muhabbetin, ‘muhabbetullah’a dönüşebilmesi için, insanın Allah-u Zülcelal’i bilmesi ve tanıması lâzım! Kişi, bilmediğini, nasıl sevecek?..