..bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse;
halbuki kazanç ihtimali binde birdir.
Sonra yirmidörtten bir malını, yüzde doksandokuz ihtimal ile kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek;
ne kadar hilaf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
Bediüzzaman hazretlerinin risale-i nur külliyatında mevz-u bahs ettiği beliğane veciz kelimatlardan olan “piyango kumarı”meselesinde fikr-i beşerin, kastedilmesi murad olan/olabilecek manalara vakıf olabilmesi için; ancak bir temsil dûrbîniyle ve mesel rasadıyla bakmakla mümkün olacaktır.
Yüz otuz parça nur risalelerinde baştan sona kendisini türlü şekillerde gösteren ve hissetiren bu “sırr-ı temsil” meselesinin ehemmiyetine binaen şöyle bir beyanatta bulunmuştur üstad hazretleri;
“..sırr-ı temsil dûrbîniyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihet-ül vahdetiyle, en dağınık mes’eleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefs ve heva teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.”
Dördüncü sözde ve nur’un ilk kapısının beşinci meselesinde geçen “..bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek..” şeklinde bu mevzu ele alınmış.
Asay-ı musa’nın birinci meselesinde ise diğerlerinden farklı olarak “..bin adam iştirak etmiş bir piyango kumarına yirmidört lirasından beş-on lirayı veren..” şeklinde bir açıklama söz konusu olmuş.
Dolayısıyla da bu “piyango kumarı” mevzusuna sırr-ı temsil cihet-ül vahdetiyle, bu dağınık mes’elenin toplattırılmasındaiki türlü bir nazar mümkün görünmektedir.
Birincisi: Mevzuyu anlamak için burada söz konusu olan “yarı malını vermek” şeklindeki beyanatta geçen “mal”kelimesini müzakere etmek gerekiyor evvela.
Zaten “1000 adam” ifadesi ise manası zahir ve malum olmakla birlikte, gözle görünen birçokluğu belirten bir kıyas-ı mantıkiye düsturudur.
Dolayısıyla burada ki “mal” kelimesinin mufassal izahı altıncı söz’de ve diğer bir kısım risalelerde geçmesine binaen, biz bu birinci cihetten mezkûr mesailin hallini altıncı sözde geçen bir hikâyecikte okuyabiliyoruz.
“Nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmak ve ona abd olmak ve asker olmak..” Şeklinde başlayan hikâyecik, nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmak hakkındaki âyetlerin gayet mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satanların beş derece kâr içinde kâr ve satmayanların beş derece hasaret içinde hasaret kazandıklarını, gayet mukni’ bir temsil ile tefsir ediyor.
Mecazdan Hakikate karşı mühim bir kapı açan bediüzzaman hazretleri burada “mal” kelimesini manevi anlamda ve çok geniş bir çerçevede ele almıştır.
“Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, her birisine emaneten birer çiftlik verir ki; içinde fabrika, makine, at, silâh gibi her şey var.” şeklinde başlayan misalin dûrbîni ile hakikatın yüzüne baktığımızda “Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mizanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve bâtınî hasselerindir. ” şeklinde bir izahatla “mal” kelimesinden murad edilen manaya nazarımızı çevirmektedir.
Yani diğer bir ifadeyle insandaki türlü isimlerdeki görünen yahut görünmeyen ne kadar alat, hissiyat ve cihazat varsa hepsi insana emaneten tevdi edilmiş.
Bu çok kıymettar emanetlerin tasarrufunu ise insanın cüz-i iradesine havale etmiş; küll-i irade sahibi ezel-ebed Sultanı olan Rabbimiz, Hâlıkımız.
Aklı başında olan mütedeyyin her ehl-i iman, kendilerine imtihan gereği emanet edilen mezkûr “mal”larını maalmemnuniye İslamiyet yolunda kullanmak suretiyle satarken; diğer taraftan mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya ebedî bu dünyada kalacak gibi, dünya imtihanlarından haberi yokmuş gibi davranan ehl-i gaflet ise keyfini bozmayarak, bu “mal”ları sahib-i hakikilerinden gafletle nefis ve şeytanın yolunda kullanmak suretiyle satmaya yanaşmamaktadır.
Dolayısıyla bu cihetten bakıldığında görülecektir ki; Allah’ın insanlara vedia olarak bıraktığı maddi ve manevi cihazat ve duygularının yarısından fazlasını, hatta ekserisini, bazende bütününü; kendilerine akıllı diyen nice insanoğlunun, kazanç ihtimali binde bir olan dünyevi heva ve heveslerine peşkeş çekmekle, bu uğurda birbirleriyle büyük mücadele yaptıklarına maalesef çokça şahitlik yapıyoruz.
Hâlbuki yüzde doksandokuz ihtimal ile kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeyi kazanmaya vesile olabilecek alat, cihazat ve duygularını iman ve islamiyet’in emir ve yasakları, helal ve haram daireleri çerçevesinde kullanmayanların; ne kadar hilaf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
Kendilerine “mütefennin ve akıllıyız” deyip beşerin hayat-ı içtimaiyesinde arz-ı endam eden insan suretindeki ahmak sarhoşlar, dava ettikleri akıl ve fenden ne kadar uzak düştüklerini ve mümteni’ ve hiçbir cihetle kazanç ihtimali mümkün olmayan bir yolu kendilerine meslek ittihaz eden bu adamları görmekle ibret almak, her zi’akıl için birer ibret vesikasıdır.
Böylece üstadımızın mezkûr meselemizde mantık kaidelerine muvafık olarak veciz bir surette beyan ettiği hakaik-i nuriyenin içtima-i hayattaki bir nümunesi de görülmüş olacaktır.
İkincisi: Asay-ı musa’nın birinci meselesinde “..bin lira ikramiye kazancı için, bin adam iştirak etmiş bir piyango kumarına yirmidört lirasından beş-on lirayı veren..” şeklinde geçen beyanatta ise zahir ve maddi bir nazarla mütalaa söz konusu olsa gerektir.
Dünyevi “toto, loto, piyango, iddia” şeklindeki türlü kılıklarda ve türlü isimlerde beşerin hayat-ı içtimaiye çarşısında arz-ı endam eden ve maalesef Müslüman memleketinde çoğu insanın şuursuz bir surette müşteri olduğu dünyevi piyango kumarına, beş-on lirayı verenlerin sayısı azımsanmayacak bir derecededir.
İşte bu ibretlik vaziyet yine üstadımızın mezkûr beyanatlarının ne kadar da isabetli olduğunu, bunun yanı sıra insanları bu kumar bataklığından kurtarmak için ne kadar beliğ ve veciz bir üslupla, etkili bir hikâyecikle yapılmış derin hakaik-ı nuriyeyi içeren bir izahat olduğunu kör gözlere de göstermiş olmakla birlikte, mezkûr meselemize bir şahid-i sadıktır.
Son sözü üstadımıza vererek hatime veriyoruz..
“..bin lira ikramiye kazancı için, bin adam iştirak etmiş bir piyango kumarına yirmidört lirasından beş-on lirayı veren ve yirmidörtten birisini ebedî bir mücevherat hazinesinin biletine vermeyen; halbuki dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanmak ihtimali binden birdir, çünki bin hissedar daha var.
Ve uhrevî mukadderat-ı beşer piyangosunda, hüsn-ü hâtimeye mazhar ehl-i iman için kazanç ihtimali binden dokuzyüz doksandokuz olduğuna yüzyirmidört bin enbiyanın ona dair ihbarını keşf ile tasdik eden evliyadan ve asfiyadan hadd ü hesaba gelmez sadık muhbirler haber verdikleri halde; evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak ne derece maslahata muhalif düşer, mukayese edilsin.”