Geçmişten günümüze sömürgeci devletlerin ve küresel güçlerin elini ve hain emellerini bir türlü üzerinden çekmediği Ortadoğu’da Müslüman kanının akmadığı tek bir gün bile yok. Suriye’de yıllardır süren savaş bunun en büyük kanıtı.
Ortadoğu… Türkiye’yi de içine alan geniş bir coğrafya. Dünya devletlerinin yüzlerce yıl boyunca gözünü diktiği, işgal ettiği, kan dökmekten vazgeçmediği başta Suriye ve Kudüs/Filistin olmak üzere Irak, Cezayir, Afganistan, B.A.E, Bahreyn, İran, Katar, Kuveyt, Lübnan, Suudi Arabistan, Umman, Ürdün, Yemen’i de içine alan geniş bir harita. Bu topraklarda hem Osmanlı’dan önce hem de üç kıtada huzur ve adaleti sağlayan bu büyük imparatorluğun yıkılmasından sonra kan ve gözyaşı hiç dinmedi. Bunca asır sonra bile hala Ortadoğu’nun bir bölümü kan ağlıyor.
Eyyubi’nin mirası Osmanlı’nın gözbebeği
Kudüs 636’da Halife Hz. Ömer tarafından İslam topraklarına katılmış, şehrin İlya olan ismi Kudüs’e çevrilmiştir. Fakat bu kutsal topraklarda çekişmeler hiç bitmemiş, 1071 tarihinde Selçuklular şehre hâkim olduktan sonra çeşitli çatışmalardan ötürü haçlılar 88 yıl Kudüs’ü işgal etmişledir. Büyük komutan Selahaddin Eyyubi’nin 1187 yılında Kudüs’ü Hittin Savaşında haçlıların elinden geri almayı başarmasının ardından Eyyubi’nin vefatından sonra Kudüs tekrar tekrar el değiştirerek tahribata uğramıştır. Ta ki 28 Aralık 1516’da Sinan Paşa önderliğinde, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferinde Kudüs’e girmesiyle sonuçlanana kadar. Osmanlı İmparatorluğu Kudüs’e 400 yıl boyunca hâkim oldu. Atalarımızın varlığı halkın ve şehrin sükûnetini ve huzurunu temin etti. Ne yazık ki Osmanlı’nın yıkılmasıyla başlayan süreçte 1917’de Kudüs İngilizlerin eline geçti. 1948 yılında da İngilizler bölgede İsrail işgalci devletini kurdu. Filistin’in 5’te 4’ü işgal edildi.
Mescid-i Aksa ve Gazze’nin acısı
Üç semavi din için de önem arz eden Kudüs, özellikle Müslümanlar için çok daha kutsaldır. İslam’ın ilk kıblesi olan ve Peygamberimizin İsra olayında Mescid-i Haram’dan alınıp Mescidi Aksa‘ya getirilmesi münasebetiyle bugün hâlâ Müslümanların İsrail’le olan kadim kavgasında en büyük noktayı oluşturmaktadır. İsrail’in Mescid-i Aksa’da ibadet etme yasağı ve keyfiyetine göre Filistinlileri katletmesine tüm dünya seyircilik ediyor. Ayrıca bu Siyonist devletin işgal ettiği topraklarda Gazzeli Müslümanlara çektirdiklerine herkes şahit ve bununla birlikte kör.
Katil İsrail’e ‘One Minute’
Gökkuşağı, İleri Kalkan, Nedamet Günleri, Yaz Yağmuru, Sonbahar Bulutları, İsrail Blokajı, Sıcak Kış, Gazze Savaşı, Geri Gelen Eko, Savunma Taşı, Dökme Kurşun adını verdikleri operasyonlarda henüz yeni doğmuş bebekten, küçücük çocuklara, gencecik delikanlı ve kızlardan, ihtiyar nine ve dedelere kadar binlerce Müslümanı katletti. Bu yetmezmiş gibi tıbbi, ekonomik, kısaca maddi ve manevi insani her anlamda kısıtlamayla adeta Gazzelileri açık hava hapishanesinde ölüme mahkûm etti. Bu zulme sesini çıkaran yegâne ülke Türkiye her fırsatta İsrail’in yaptıklarını dile getirdi. Dönemin Başbakanı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail mezalimini Davos’ta 29 Ocak 2009 günü İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres’in yüzüne haykırdı. Erdoğan’ın ‘One Minute’ çıkışı tüm dünyada olay oldu, İslam ülkelerinin halkları Erdoğan’a büyük bir sevgi seliyle karşılık verdi.
Mavi Marmara’ya baskın
“Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” olarak adlandırılan kampanya kapsamında Mavi Marmara adlı yolcu gemisi 22 Mayıs 2010’da İHH İnsani Yardım Vakfı’nın Filistin’e ilaç, tıbbi malzeme, çimento, demir, çocuk bahçeleri gibi insani yardım malzemesiyle yola çıktı. Fakat 31 Mayıs’ta Siyonist işgal rejiminin uluslararası sularda sivillere yönelik gerçekleştirdiği saldırıda 10 kişinin ölümü 50’den fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan silahlı saldırısı nedeniyle dünya kamuoyunda geniş yankı buldu. Oysa Filistin’e yapılan en büyük yardım organizasyonu olarak dikkati çeken kampanyaya yaklaşık 50 ülke, binlerce sivil toplum kuruluşu ve aktivist destek vermişti. O günden beri hiçbir şey değişmedi, İsrail’in Gazze’ye yönelik zulmü ise halen devam ediyor.
Seçilmiş Mursi’den köle Sisi’ye
Tarihte kendilerini Tanrı ilan eden Firavunların ülkesi Mısır… Kadim bir tarihe sahip bu ülkede de Müslümanlara yönelik işkence ve ölümler bitmedi. Büyük İskender’in işgali, 640 – 868 yılları arasında İlk İslami fetih dönemi, 1517’de Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti ve çıkan savaşlar sonrasında Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne katıldı. İlk olarak 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan protestolarla yayılan “Arap Baharı” denilen süreçte Mısır halkı Hüsnü Mübarek’i iktidardan indirerek Müslüman Kardeşler’in desteği ile 2012 yazında düzenlenen demokratik seçimlerle Muhammed Mursi’yi Cumhurbaşkanı olarak seçti. Yaklaşık bir yıl sonra General Sisi’ye yaptırılan askerî darbe ile Mursi yönetimi düşürüldü ve İhvan’ın yüzlerce mensubu ile birlikte tutuklanarak yargılandı. Darbe karşıtı yapılan gösterilerde yüzlerce Müslüman acımasızca katledildi. Tutuklananların çoğu idama mahkûm edildi. İsrail’in ve ABD’nin emir eri Sisi ise bu iki ülkenin menfaati için kapılarında kulluk etmeye devam ediyor.
Bir diktatörün ardından Libya
Arap Baharı’ndan etkilenen bir diğer ülke olan Libya’nın halkı bir zamanlar “tek bir düşmanımız var” dedikleri diktatör Muammer Kaddafi’yi devirdi. Fakat sonuç beklenen gibi olmadı. Karışıklığın ve çatışmaların ayyuka çıktığı ülkede yapılan seçimler bile sükûneti sağlayamadı. Silahlı grup ve milislerin oluşturduğu kargaşa ortamını tarif eden Atlantik Konsül Refik Hariri Ortadoğu araştırmaları merkezi araştırmacılarından Karim Merzan “Bugünün Libya’sı, devrim sırasında umduğumuzun aksine çok, çok daha kötü. Suç oranı hızla artıyor. Güvensizlik her yere sinmiş durumda. İş yok. Yiyecek ve elektrik sıkıntısı var. Kavga var, korku var… Çok az ümit veren şey görüyorum” ifadelerini kullanmıştı.
Uşakların efendilerine olan bağlılığı
Ortadoğu’da Müslümanların çektiği ıstırabı görmezden gelen, aynı din ve ırkdaşlarına sırtını dönen Arabistan kral ve şeyhlerinin ihtişam dolu hayatları kadim Mısır tarihinin firavunlarını anımsatıyor. Mayıs ayında Arabistan’la $110 milyar silah satış anlaşması imzalayan Trump’ın kristal küre üzerinde darbeci Mısır lideri Sisi, Suudi Kral Salman ile küreye el basarak verdikleri pozun ardından ABD’nin emriyle Katar’a yaptırım kararı alan Arap ülkelerinin utanç tablosuna o dönem bir yenisi daha eklenmiş oldu. Katar’ın yanında yine tüm Müslümanların hamisi Türkiye koştu.
Yetim ve öksüz Suriye…
Ümmetin kalbinden vurulduğu yerin adıdır Suriye. Küresel çetenin tüm vahşiliğiyle planlarını harekete geçirdiği bu mazlum ülkenin halkının başında bulunan Beşar Esad canisinin babası Hafız Esad da Şubat 1982 yılında günlerce top ateşine tutarak ve zehirli gazlar kullanarak Hama kentini haritadan sildi ve onbinlerce kişiyi katletti. Yıllar sonra oğlu Beşar Esad da yıllarca sürecek bir kıyıma imza attı. 15 Mart 2011’de ülkenin güneyindeki Dera kentinde küçük bir kıvılcımla başlayan ve Arap Baharı’nın kışa dönüştüğü Suriye savaşında yüzbinlerce kişi hayatını kaybetti. Savunmasız halkın başına varil bombaları yağdıran, kimyasal silahlarla zehirleyerek öldüren Esad’a yine Türkiye dışında hiç kimse sesini çıkarmadı. Parçalanmış küçücük bedenlerin ve harabeye dönmüş kentlerin hayalet ülkeye dönüştürdüğü Suriye’den kaçan halk Türkiye’ye sığındı. Suriyeli mültecilere kucak açan Türkiye, iki yüzlü Batı gibi kapılarını kapatmadı. Osmanlı’dan kalan mirasa yakışır şekilde hareket etti. 300-500 kişilik mülteciyi aldı diye kıyametler koparan Avrupa ise bu mültecilerin bile okumuş, kültürlü olanlarını seçerek insan ayrımı yaptı.
Savaş yetmezmiş gibi terör örgütleri de var
Suriye toprakları üzerinde şu an kimler yok ki? ABD, Rusya, İran, öldürdüğü yüzbinlerce insana rağmen hâlâ oturabildiği koltuğunu bu ülkelere borçlu olan Esad, olayların gerisinde imiş gibi görünen ama bir Kızılderili atasözünün dediği gibi, ‘Eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir’ sözünün muhatabı İngiltere ve hemen hemen tüm ülkelerin istihbarat servisleri. Bunlar yetmezmiş gibi ABD tarafından ağır silahlarla desteklenen PYD/YPG, DEAŞ terör örgütleri.