Merhum Mehmed Kırkıncı Hocaefendi anlatıyor; “1970’li yıllarda, İstanbul’daki bir sohbetimizde Risale-i Nur’dan 26. Mektubu okuyorduk. Cemaat içerisinde mahallî kıyafetleriyle oturan ve dersi çok dikkatli bir şekilde dinleyen üç tane de Arap âlimi vardı. Bunlar, Bağdat’tan İstanbul’a seyahate gelmişlerdi.
Ders esnasında: “İşte ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlâdları! Altıyüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’anı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’ana ve İslâmiyete kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müdhiş tehacümatı def’ettiniz, tâ يَاْتِى اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِى سَبِيلِ اللّٰهِ âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve firenk-meşreb münafıkların desiselerine uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!(Mektubat, s:324 ) kısmını okuduk.
Dersten sonra onlardan birisi elini kaldırdı ve güzel bir Türkçe ile, “Dinlediğim bu ders beni konuşmaya mecbur bıraktı. Müsaade ederseniz bir şey söylemek istiyorum.” dedi. Biz de, “Buyurun” dedik. Bize şunları anlattı;
“Bizim ilkokul kitaplarımızda şöyle bir hikâye anlatılır: Annesini kaybeden bir aslan yavrusu, koyunların arasına girmiş ve onların sütünü emerek büyümüş. Zamanla kendini koyun zannetmiş. Bir gün koyunlardan birisi aslana şöyle demiş:
“Sen bizim cinsimizden değilsin. Sen aslansın, biz koyunuz. Sen bu dağların kralısın. Son zamanlarda bu dağlarda çakalların, ayıların sesleri fazla yükselmeye başladı, bizi rahatsız ediyorlar. Bir kükresen de bizi bunların şerrinden kurtarsan.” demiş. Fakat aslan bunu kabul etmeyerek, “Ben de sizin gibi koyunum.” demiş. Koyunun günlerce ısrarına rağmen aslan, aslan olduğunu bir türlü kabul etmemiş.
Nihayet bir gün koyun, aslanı alıp bir su birikintisine götürmüş ve ona şöyle demiş:. “Şimdi ikimizin sudaki akislerimize iyice bakalım. Senin yelelerin var, benim yok. Söyle bakalım ikimizde aynı mıyız?” diye sormuş. Aslan, “Hayır değiliz.” demiş. Sonra koyun, “Senin pençelerin var, bizim yok, senin dişlerinle bizim dişlerimiz bir değil. Hatta senin sesinle bizim seslerimiz bile farklı. İstersen bir ben meleyeyim, bir de sen kükre” demiş ve önce koyun cılız bir sesle melemiş, arkasından aslan bütün heybet ve dehşetiyle kükremiş. Aslanın bu kükremesini duyan çakallar yuvalarına, tilkiler deliklerine, ayılar inlerine kaçışmışlar.”
O zat bu hikâyeyi anlattıktan sonra elini dizine vurarak şöyle dedi: “Hocam, şimdi biz de size koyun olmadığınızı hayırlısı ile bir anlatabilsek var ya!..”
Mehmed Kırkıncı
Hayatım Hatıralarım,
Zafer Yayınları
İst. 2013