29 Eylül 1960 – Demokrat Parti kapatıldı
7 Ocak 1946’da kurulan ve dört yıl sonra yapılan seçimlerde (14 Mayıs 1950’de) 27 yıllık tek parti dönemini sona erdiren, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa serbest seçimle iktidarı kazanan Türk siyasi partisidir. Sırasıyla 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazanmış ve on yıl boyunca (1950-1960) iktidar olmuştur. Demokrat Parti, 27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesi ile iktidardan düşürülmüş ve 29 Eylül 1960’ta kapatılmıştır. Demokrat Partinin kısa adı “DP” dir.
Kuruluşu
1929 bunalımı ve II. Dünya Savaşı arası geçen yıllarda, dünyada faşizm ve otoriter yönetimler güçlenmekteydi. 1924 ve 1930’da iki defa çok partili demokratik yaşama geçmeyi deneyen Türkiye, bunda başarısız olunca, özellikle 1930’dan sonra iktidarı elinde bulunduran Cumhuriyet Halk Partisi devlet ile özdeşleşmeye başladı.[1] Parti ilkeleri anayasaya girince (1937) bu süreç doruk noktaya ulaştı. CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Atatürk 1938’de hayatını kaybedince yerine seçilen İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı başlayınca (1939), eski devrin küskünlerini de etrafında toplayarak ülkede, savaş günlerinin yıkıcılığı sırasında bir çokbaşlılığın oluşmasına engel oldu. İnönü’nün bunda başarılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.[2]
Savaşın özellikle ekonomiyi kötü yönde etkilemesi, büyük kentlerde karaborsacılığın ortaya çıkması, sermayenin belirli ellerde toplanmasını kolaylaştırdı ve bu, bir kent burjuvazisi oluşturdu. Kırsalda, genç nüfusun silah altına alınması küçük ve orta büyüklükteki çiftçinin üretimini düşürdü. Büyük toprak sahipleri arzı kendileri kontrol etmeye başladı. Artan talep karşısında arzdaki daralma enflasyonu ve hayat pahalılığını arttırdı. İktidarın önlem olarak düşündüğü çözümlerden ilki Varlık Vergisi oldu. Devlet tarafından salınan ağır vergileri ödeyemeyen bütün iş adamları Aşkale’ye gönderilerek orada taş kırmak gibi işlerde amele olarak kullanıldı. Keyfi uygulamalara sebep olan bu vergi kent burjuvazisini iktidara cephe almaya itti. Diğer önlem ise Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu idi. Bu kanunla büyük toprak sahiplerinin toprakları bölünerek, küçük çiftçiye destek sağlamak hedefleniyordu. Ancak bu, devletin Türkiye’deki bütün arazilerin zaten %70’ten fazlasına sahip olduğunu bilen toprak sahiplerini muhalefet saflarına kanalize etti. İsmet İnönü’nün devletçilik uygulamaları sonucu oluşan ekonomik darboğaz zaten toplumu da aynı yöne iletmiş durumdaydı.[3]
II. Dünya Savaşı 1945 de demokrasilerin zaferi ile son bulduğunda Türkiye bu durumda idi. Aynı zamanda savaşın sonlarına doğru ülkede özellikle basın ve aydın çevrelerde, demokrasi arzusu artık yüksek sesle dillendirilir olmuştu. Bir yandan da II. Dünya Savaşı’nın galiplerinden olan Sovyetler Birliği’nin lideri Stalin, Türkiye’den Kars, Ardahan ve Artvin’i istiyordu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’a yaklaşan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1945 günü yaptığı konuşmada bu arzuya yeşil ışık yaktı. Zaten TBMM içinde muhalefet, 1945 bütçe görüşmelerinde su yüzüne çıkmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün son başbakanı Celâl Bayar, Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak bütçeye red oyu verdiler. Asıl kırılma Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşülürken ortaya çıktı. Tasarının 17. ve 21. maddeleri tartışılırken Celâl Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Emin Sazak sert eleştiriler dile getirdiler. Bu yasanın görüşüldüğü günlerde Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, CHP Grubu’na Dörtlü Takrir adlı bir önerge verdiler. Önerge ülke ve parti yönetiminde özgürlükçü bir anlayış içeren düzenlemeler yapılmasını öngörüyordu. Ancak Dörtlü Takrir reddedildi (12 Haziran 1945). Bunun üzerine, Menderes ve Köprülü o günkü Vatan Gazetesi’nde Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına karşı o güne değin örneğine rastlanmayan sertlikte yazılar yazmaya başladılar. Sonuç olarak Menderes, Koraltan ve Köprülü partiden ihraç edildiler (Eylül 1945). Aynı gruptan olan Celâl Bayar ise önce milletvekilliğinden sonra da CHP’den istifa ettti. Celâl Bayar, 1 Aralık 1945’te parti kuracaklarını açıkladı. İnönü tarafından Çankaya Köşkü’ne çağrılan Bayar, cumhurbaşkanından gerekli desteği aldıktan sonra [4] 7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti (DP) kuruldu.
Muhalefet Dönemi (1946-1950)
Demokrat Parti programını iki esas etrafında şekillendirmişti: Liberalizm ve demokrasi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ekonomi politikası olan devletçiliğin aksadığı yönler vurgulanarak CHP’ye karşı çıkılmaktaydı. Demokrat Parti üzerinde daha önceki acı tecrübelerin yarattığı ilk kuşkular dağıldığında büyük kitlelerin DP’yi desteklediği görüldü. Bunu şüphesiz iktidardaki CHP de görmekteydi. Meclis tek dereceli seçim kanununu ve 21 Temmuz 1946’da seçimlerin yapılmasını kabul ederek dağıldı. DP başta seçime katılıp katılmama konusunda kararsız kalsa bile katılmaya karar verdi. Bunun üzerine iktidar basın kanununda değişikliğe gitmeye karar verdi.İktidarın basın üzerindeki baskısı daha da arttı. Bozuk olan ekonomi de dış ödeme dengesinin bozulması sonucu 7 Eylül 1946’da Türk lirasının değeri düşürüldü. Bu olay DP’ye daha çok prim kazandırdı ve iktidarın güç yitirmesine neden oldu. 1947’de bütçe görüşmeleri sırasında Başbakan Recep Peker ile DP’liler arasında sert tartışmalar yaşandı. DP, TBMM’yi terk etti. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün araya girmesi ile sorun aşıldı.[5]
7 Ocak 1947’de DP ilk kurultayını yaptı. Bu toplantıda özgürlük ve demokrasi arzuları bir defa daha vurgulanırken bunları içeren Hürriyet Misakı kabul edildi.[5] Bunun üzerine iktidar tarafından DP’ye sert hücumlar başladı. Haziran ayında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Demokrat Parti Genel Başkanı Celâl Bayar arasında bir dizi görüşmeler yapıldı ve sonunda İnönü 12 Temmuz 1947’de “12 Temmuz Beyannamesi”ni yayınladı. Beyannamede İnönü, siyasal partilerin Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsurları olduğunu vurguladı. Başbakan Recep Peker ayrıldı ve yerine Hasan Saka getirildi.
DP içerisinde bu yumuşama ve iktidarla düzeltilen ilişkiler tepki çekti ve bunun güdümlü demokrasi olduğunu öne süren bir grup partiden ayrıldı. Bu grubu oluşturan, Fevzi Çakmak, Yusuf Hikmet Bayur, Kenan Öner, Osman Bölükbaşı, Sadık Aldoğan ve Yusuf Kemal Tengirşenk, 20 Temmuz 1948’de Millet Partisi’ni (MP) kurdu. Böylece 12 Temmuz Beyannamesi ile hem Cumhuriyet Halk Partisi hem de DP sertlik yanlısı gruplardan kurtulmuş bulunuyordu. DP, 17 Ekim 1948’de ara seçimlere, seçime güven duymadığı için MP ile birlikte katılmadı. 16 Ekim 1949 ara seçimlerinde de bu tavrını sürdürdü.[6]
DP ikinci büyük kurultayını 20 Haziran 1949’da yaptı. Seçimlerde milletvekili adaylarının %80’ini örgütün saptaması kabul edildi. Bu kurultayda seçimlerde alınan oylara sahip çıkılmasını içeren “Millî Teminat Andı” kabul edildi. Ancak iktidar bu anda “Millî Husumet Andı” adını taktı. 16 Şubat 1950’de gizli oy, açık tasnif ve yargı denetimini kabul eden, Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşan bir Yüksek Seçim Kurulu’nu öngören seçim yasası kabul edildi. DP bu kanuna çok çabalamasına rağmen nispi temsil ilkesini koyduramadı.[7] Bu şartlar altında Türkiye, 14 Mayıs 1950 seçimlerine gitti.
İktidar Dönemi (1950-1960)
14 Mayıs 1950 Seçimleri
14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimler Türkiye’de 27 yıllık tek parti devrini sona erdirdi. 1923’ten beridir tek başına ülkeyi idare eden Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı halk oyu ile Demokrat Parti’ye devredecekti. Seçim sonuçlarına göre DP %52.7 oy alarak 408 milletvekilliği kazanmıştı. CHP %39.4 ile 69 milletvekili ile temsil edilme hakkı kazandı. Millet Partisi 1, bağımsızlar 9 milletvekiline sahip oldular. Atatürk’ten sonra 11,5 yıldır cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan İsmet İnönü artık ana muhalefet lideriydi. 22 Mayıs 1950 günü TBMM açıldı. Refik Koraltan başkanlığa seçildi. Ardından yapılan cumhurbaşkanlığı oylamasında DP Genel Başkanı, İzmir milletvekili Celâl Bayar 453 milletvekilinin katıldığı oylamada 387 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi. Hükumeti kurmakla DP Aydın Milletvekili Adnan Menderes görevlendirildi. Aynı gün Menderes kendisinin ilk cumhuriyet’in 19. hükumetini kurdu. 2 Haziran’da güvenoyu aldı. 9 Haziran 1950’de DP Genel İdare Kurulu Adnan Menderes’i genel başkanlığa seçti. Dünyada belki çok nadir görülen bir olay gerçekleşmişti. Uzun yıllar boyu ülkeyi kendi otoritesi ile yöneten iktidar, tamamen serbest, hür, kansız ve hilesiz bir seçim ile yerini bir başka partiye bırakmıştı. Bu yüzden 1950 seçimleri, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “Beyaz Devrim” olarak adlandırılmıştır.
Hükümet programında “devri sabık” yapılmayacağı belirtilerek, 27 yıllık dönemin hesabını sormaya kalkmayacağı açıklandı. Ancak DP’nin yasal anlamda ilk çalışması Arapça ezan yasağını kaldırmak oldu (16 Haziran 1950). Radyoda dini yayınlar yapılması ve mevlit yayınlanması üzerindeki yasaklar kaldırıldı. II. Dünya Savaşı boyunca başarılı bir biçimde yürütülen tarafsızlık politikası, uygun dış ticaret ilişkileri geliştirmişti. Bu yüzden DP iktidarı ilk yıllarında dış kredi kaynakları bulmada başarılı oldu ve bunlardan yararlandı. Ayrıca savaş boyunca Merkez Bankası rezervleri de altın ve döviz bakımından iyi bir seviyeye ulaşmıştı. Kore‘ye asker gönderilmesi ve böylece NATO‘ya giriş vizesinin alınması uluslararası koşulları Türkiye’nin lehine çeviriyordu. Tarım ürünlerinin dış pazarda uygun fiyatlardan müşteri bulması ve Marshall Planı çerçevesinde dışarıdan gelen para bu ilk dönemde ciddi bir iktisadi ferahlama getirdi. Tarımda makineleşme sağlandı.Karayolları politikasına hız verildi, köyler kasabalara kasabalar da kentlere hızlı bir biçimde bağlanmaktaydı.[7]
Kitlelerin II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan yoksulluğu henüz unutmamış olması DP’ye olan sempatiyi daha da arttırdı. ABD ve Dünya Bankasıraporları çerçevesinde hazırlanan iktisadi programlar ile liberal bir ekonomik anlayışın tüm alanlarda hakimiyetine çalışıldı. Ancak KİT’lerin de büyümesi sağlandı. DP özel girişimciliği KİT’ler kanalı ile desteklemiştir. Hammadde ve aramalı transferinin KİT eli ile yapılması sağlandı. Tarım kalkınmanın en önemli aracı olarak görüldü ve bir taraftan uygun fiyatta pazar politikası bir taraftan da çağdaş girdiler kullanılması yoluna gidildi. Bunda başarılı da olundu.[8] Kore Savaşı’na bir tugay gönderilmesi kararı sonrası 1952’de Türkiye NATO’ya girdi. Ekonomik alanda bir rahatlama devresi yaşanırken ve DP’nin halkla ilişkileri de yolundayken ana muhalefet CHP’nin üzerine gidildi. 1953 yılında CHP malları hazineye devredildi. Halkevleri kapatıldı. 28 Ocak 1954’te Köy Enstitüleri kapatıldı. 1954’te laiklikten uzaklaştığı gerekçesiyle MP kapatıldı.
2 Mayıs 1954 Seçimleri
1950 seçimleri sonrasında ülkede yaşanan ekonomik ferahlama, II. Dünya Savaşı yıllarının üzerinden pek az bir süre geçmesi nedeniyle büyük önem kazanmaktaydı. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi, 1950-1954 yılları arasında özellikle ekonomik anlamda DP icraatlarına eleştiriler getirdi ancak ortaya çözüm olarak kabul edilebilecek bir öneri sunamadı. Bu koşullar altında gidilen 2 Mayıs 1954 seçimlerinde Demokrat Parti gücünü iyice arttırdı. DP 5.1 milyon oy alarak, Türkiye Genel Seçimleri tarihinde (bugüne kadar) kırılamamış bir oy rekoru kırdı. Bu oy miktarı toplam oyların %57,5’lik kısmı demekti. DP 502 milletvekilliği kazandı. 3.1 milyon (% 35,2) oy alan CHP sadece 31 milletvekili kazanabildi. Arada sadece 2 milyon oy fark olmasına rağmen milletvekili sayıları arasında bu kadar fark olmasının sebebi, 1950 seçim kanunu değişikliğinde CHP’nin değişmesini istemediği “çoğunluk sistemi”dir (CMP: 5, Bğm: 3 milletvekili çıkardı). Seçimlerde bu sonuçların ortaya çıkmasının ardından TBMM, 17 Mayıs 1954’te açıldı. Celâl Bayar 513 milletvekilinin katıldığı oylamada 486 oy alarak bir defa daha cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan Menderes üçüncü kabinesini kurdu. Bu kabine cumhuriyet tarihinde günümüze kadar en yüksek güvenoyunu almış kabinedir (491 lehte oy).
İkinci iktidar döneminde (1954-57), iktidar ile muhalefet arası gerginleşti. Ekonomide olumsuz gelişmeler görüldü. İktidar baskılarını daha da arttırdı. Parti içindeki anlaşmazlıklar partinin bölünmesine ve 20 Aralık 1955’te Hürriyet Partisi’nin kurulmasına yol açtı.
27 Ekim 1957 Seçimleri
Ekonomide yaşanan darboğaz ve siyasi çalkantılar nedeniyle DP seçimleri bir yıl önceye aldı. 27 Ekim 1957 günü yapılan seçimler öncesinde kampanya oldukça sert geçti. Seçimler iktidarı zayıflattı, muhalefetin elini güçlendirdi. Seçimler öncesinde muhalefetin seçimlere bir cephe halinde girmesini engelleyen DP, yine de oy kaybından kurtulamadı. Sonuçlara göre DP %47.9 oyla 424 milletvekili çıkardı. Bu milletvekili sayısında çoğunluk sisteminin etkisi büyüktür. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi ise oyların %41.1’ini alarak 178 milletvekili aldı. Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ve Hürriyet Partisi dörder milletvekilliği aldılar. Rivayete göre Adnan Menderes, dakika dakika değişen seçim sonuçları nedeniyle bir ara “Allah’ım bir daha bana böyle bir seçim gecesi yaşatma” demiştir. 1950 ve 1954 seçimlerinden sonra ilk defa muhalefetin oyu iktidarın üzerine çıkmıştı. Muhalefete göre DP artık azınlığın iktidarıydı. Seçimler sonrasında da gerginlikler sürdü. TBMM Kasım ayında açıldı. Celâl Bayar 610 milletvekilinden 413 DP milletvekilinin katıldığı oylamada 413 oy alarak üçüncü defa cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan Menderes beşinci hükumetini kurdu ve güvenoyu aldı.
1957 seçimlerinden sonra siyasi ortamda sertlik günden güne daha da artmaya başladı. 1958 yılında, dış ödemeler dengesindeki bozukluk alınan dış borçları ödenemez hale getirmişti. Türkiye’nin borçlandığı ülkeler arasında kurulan bir konsorsiyum ile varılan mutabakat ile 4 Ağustos 1958’de ekonomik istikrar tedbirleri yürürlüğe girdi. Yapılan devalüasyon ile Türk lirasının değeri yeniden belirlendi. Doların fiyatı 2.80 liradan 9.02 liraya çıktı. Bu tedbir dış ödeme dengesini biraz olsun sağladı ise bile yaşanan ekonomik durgunluk, zamları, işsizliği ve iflasları da beraberinde getirmişti. Ağustos 1958, DP ve Cumhuriyet Halk Partisi gruplarının karşılıklı bildirileri ile geçti. İhtilal sözleri dolaşmaya başladı. Demokrat Parti lideri ve Başbakan Adnan Menderes 12 Ekim 1958’de Manisa’da yaptığı konuşmada, muhalefetin yarattığı kin ve husumet cephesine karşı bir Vatan Cephesi kurulması gerektiğini vurguladı. Radyolardan Vatan Cephesi’ne katılanların adları okunmaya başladı. Bu arada 1955 yılından beridir ağır ağır ilerleyen bir sorun daha ortaya çıktı: Kıbrıs. Kıbrıs’ta EOKA örgütü Türkler üzerinde baskı yapmaya başlamıştı. Türkiye adanın bölünmesinden yani o günlerin deyimi ile “taksim”den yanaydı. 1958 başlarında adada bulunan İngiliz askerler Türklere ateş açınca büyük bir tepki ortaya çıktı. Türkiye ayağa kalktı. Haziran ayında İstanbul’da 300 bin kişilik bir miting yapıldı ve Türkiye’nin isteği güçlü bir biçimde vurgulandı: “Ya taksim, ya ölüm”. Ankara’da da benzer gösteriler yapıldı. Nihayet 19 Şubat 1959’da Londra Antlaşması ile sorun bir süreliğine aşılmış oldu. Başbakan Menderes bu antlaşma için Londra’ya giderken uçağı düştü. 14 kişinin öldüğü kazada başbakana herhangi bir şey olmadı.
Ekonomide ve dış politikada bunlar yaşanırken iç politikada muhalefete yönelik baskılar da artıyordu. CHP’nin yayın organı Ulus Gazetesi başta olmak üzere muhalefete destek veren birçok gazete aralıklarla kapatılıyordu. Mayıs 1959’da CHP lideri İsmet İnönü Uşak’ta saldırıya uğradı. İzmir’de, İstanbul’da ve Ankara’da CHP liderine saldırılar oldu.
Türkiye bu kargaşa ortamı içerisinde 1960 yılına doğru ilerlerken 31 Temmuz 1959’ta Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (sonradan “Avrupa Birliği” adını alan uluslararası örgüt) üye olmak için başvurdu.
27 Mayıs Darbesi
İktidar ve muhalefet arasındaki kavga 1960 yılından itibaren artık en yüksek haline ulaşmıştı. CHP Genel Başkanı’nın yurt gezileri engellenmek isteniyor, muhalif yazarlar tutuklanıyor basın sansürleniyordu. CHP’yi ihtilal hazırlığı içerisinde olmakla suçlayan iktidar.[9] , Nisan ayında basını ve muhalefeti soruşturmak amacı ile, gazete kapatmaktan, muhalif düşüncede olanları tutuklamaya kadar geniş yetkilere sahip bir Tahkikat Komisyonu kurdu. Bunun karşısında mecliste söz alan muhalefet lideri İsmet İnönü bunun demokratik rejim yolundan çıkıp bir baskı rejimi yoluna girmek olduğunu belirtti ve o ünlü sözünü söyledi:“Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam”. Ancak 27 Nisan1960 günü Tahkikat Komisyonu yasal olarak kuruldu.İnönü’ye 12 oturum TBMM toplantılarına katılmama cezası verildi. Olaya tepki gösteren CHP Grubu meclisten zorla çıkartıldı..[10]
Meclisteki kargaşa sokağa taşmakta gecikmedi. 28-29 Nisan 1960’ta İstanbul ve Ankara’da üniversite öğrencileri olaylı gösteriler yaptılar. Olayların şiddetle üzerine gidildi. Üniversiteler kapatıldı iki şehirde de sıkıyönetim ilan edildi. Demokrat Parti’li gençler 5 Mayıs 1960 günü DP liderine bağlılıklarını ifade etmek ve iktidara destek olmak için Ankara Kızılay Meydanı’nda bir gösteri düzenlemeyi planladılar. Ancak 555K parolasıyla örgütlenen muhalif gençler 5 Mayıs akşamı saat beşte meydanı doldurdular, arabasından indiğinde protestocular arasında kalan Başbakan Menderes tartaklandı, olay yerinden güçlükle uzaklaştı..[11]
21 Mayıs’ta Harbiyeliler Ankara’da sessiz bir yürüyüş yaptı. Başbakan Adnan Menderes radyoda yaptığı konuşmalarla kışkırtmalara kulak asılmamasını söyledi..[12]
Ege Bölgesi’ne giderek İzmir, Bergama ve Manisa’da CHP’yi eleştiren konuşmalar yaptı.
Ülkedeki kaosun gitgide artması, sokaklarda çatışmalar çıkması, iktidar-muhalefet arasındaki sertlik sonunda 27 Mayıs 1960 sabahı, Kurmay Albay Alpaslan Türkeş tarafından Ankara Radyosu’ndan okunan bildiri ile son buldu. Millî Birlik Komitesi,Türk Silahlı Kuvvetleri adına ülke yönetimine el koydu. Kara Kuvvetleri Komutanı Org.Cemal Gürsel, komitenin başına geçti. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, TBMM Başkanı Refik Koraltan ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Partililer tutuklandı. Anayasa ve parlamento feshedildi. Siyasi faaliyetler askıya alındı. 28 Mayıs 1960 günü Org. Cemal Gürsel başkanlığında bir hükumet kuruldu. Yeni anayasa ve siyasi kurumların kurulması için çalışmalara başlandı. Tutuklu Demokrat Parti’liler yargılanmak üzere Yassıada’ya gönderildi. Demokrat Parti, 29 Eylül 1960’da kapatıldı.
Tutuklular Yüksek Adalet Divanı’nca yargılandılar. 15 kişi idama, 31 kişi ömür boyu hapse, 418 kişi değişik hapis cezalarına çarptırılırken 123 kişi de aklandı. Millî Birlik Komitesi’sinde idam, yönetim devri ve seçim tarihi konusunda görüş ayrılıkları çıktı. Bu gelişmelerden daha sonra 14’ler olarak anılacak 14 subay yurt dışında çeşitli görevlerle sürgüne gönderildi. Bu dönemle birlikte ordu içinde yaşanan ayrışma ilk kez açıkça ortaya çıkmış oldu. Millî Birlik Komitesi idam cezalarından üçünü onayladı. Tutuklu bulunan Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül 1961’de, Başbakan Adnan Menderes ise ertesi gün İmralı Adası’nda idam edildi. Celâl Bayar ve Refik Koraltan ile 11 kişinin idam cezası ömür boyu hapse çevrildi.
Demokrat Parti ve seçimler
Türkiye Büyük Millet Meclisi | ||||||||
Seçim | Oy | Sandalye | Meclis | Sıra | Liderler | |||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|
# | % | ± Y | # | ± | ||||
1946 Türkiye genel seçimleri | — | — | — | 62 / 503 | 62 | Muhalefet | 2. | Celal Bayar |
1950 Türkiye genel seçimleri | 4,241,393 | %52.67 | — | 415 / 492 | 353 | İktidar | 1. | |
1954 Türkiye genel seçimleri | 5,151,550 | %57.61 | 4.94 | 502 / 541 | 87 | İktidar | 1. | Adnan Menderes |
1957 Türkiye genel seçimleri | 4.372.621 | %47.87 | 9.74 | 424 / 610 | 79 | İktidar | 1. |
Kaynakça
- ^ Mete Tunçay, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, 1983, s. 2021
- ^ Tevfik Çavdar, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, 1983, s. 2060
- ^ a.g.e, s. 2062-2063
- ^ a.g.e, s. 2064-2065
- ^ a b a.g.e, s. 2066
- ^ a.g.e, s. 2067
- ^ a b a.g.e, s. 2068
- ^ a.g.e, s. 2070-2071
- ^ Cumhuriyet’in Seksen Yılı,Cumhuriyet Gazetesi(2003)sayfa:203
- ^ a.g.e s. 233
- ^ “İsmet Paşa”,Can Dündar-Bülent Çaplı,İmge kitabevi,(2006), s:95-96
- ^ a.g.e, s:96
- “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”, “Demokrat Parti” maddesi, İletişim Yayınları, Cilt 8 (1983)
- “Cumhuriyet’in Seksen Yılı Ansiklopedisi”, “Cumhuriyet Gazetesi”, (2003)
- “Karaoğlan”, Rıdvan Akar-Can Dündar, “İmge Kitabevi”, 7. Baskı (2006)
- “İsmet Paşa”, Can Dündar-Bülent Çaplı,”İmge Kitabevi”, 2. Baskı (2007)
- “Çankaya”, Cüneyt Arcayürek, “Detay Yayınları”, 4. Baskı (2007)
- “Çankaya’nın Hanımefendisi: Mevhibe İnönü”, Gülsün Bilgehan, “Milliyet Gazetesi” Yazı Dizisi (1997)