Demek oluyor ki: İncil’in bu iki fıkrasından anlaşılıyor ki, Sahabeler çendanmebde’de az ve zayıf görünecekler; fakat çekirdekler gibi neşvünemâ bularak yükselip, kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffârın gayzlarını onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılıçlarıyla nev-i beşeri kendilerine musahhar edip, reisleri olan Peygamberin (a.s.m.) ise âleme reis olduğunu ispat edecekler. Aynen şu Sûre-i Feth’in âyetinin meâlini ifade ediyor.
İKİNCİ VECİH: Şu fıkra ihbar ediyor ki, Sahabeler çendan azlığından vezaafından Sulh-u Hudeybiyeyi kabul etmişler; elbette, herhalde az bir zamandan sonra sür’aten öyle bir inkişaf ve ihtişam ve kuvvet kesb edecekler ki, rû-yi zemintarlasında dest-i kudretle ekilen, nev-i beşerin o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, nâkıs, bereketsiz sümbüllerine nisbeten gayet yüksek ve kuvvetli vemeyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar ve kuvvet bulacaklar ve haşmetli hükûmetleri gıptadan, hasetten ve kıskançlıktan gelen bir gayz içinde bırakacaklar. Evet, istikbal bu ihbar-ı gaybîyi çok parlak bir surette göstermiştir.
Şu ihbarda hafî bir ima daha var ki: Sahabeyi tavsifât-ı mühimme ile senâederken, en büyük bir mükâfâtın vaadi makamca lâzım geldiği halde, مَغْفِرَةً kelimesiyle işaret ediyor ki, istikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünkü mağfiret kusurun vukuuna delâlet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlup ve en yüksek ihsan, mağfiret olacak. Ve en büyük mükâfat ise, af ile, mücâzât etmemektir.
kelimesi nasıl bu lâtif imayı gösteriyor; öyle de, sûrenin başındaki
لِيَغْفِرَ لَكَ اللهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ
cümlesiyle münasebettardır. Sûrenin başı—hakikî günahlardan mağfiret değil; çünkü ismet var, günah yok—belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mânâ ile Peygambere müjde-i mağfiret ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o imaya bir letâfet daha katar.
İşte, âhir-i Feth’in mezkûr üç âyeti, on vücuh-u i’câzından yalnız ihbar-ı gaybîveçhinin çok vücuhundan yalnız yedi veçhini bahsettik. Cüz-ü ihtiyarî ve kadere dairYirmi Altıncı Sözün âhirinde, şu âhirki âyetin hurufatının vaziyetindeki mühim birlem’a-i i’câza işaret edilmiştir. Bu âhirki âyet, cümleleriyle Sahabeye baktığı gibi, kayıtlarıyla dahi yine Sahabenin ahvâline bakıyor. Ve elfâzıyla Sahabenin evsâfını ifade ettikleri gibi, hurufâtıyla ve o âyetteki hurufâtın tekerrür-ü adediyle yineAshâb-ı Bedir, Uhud, Huneyn, Suffe, Rıdvân gibi tabakat-ı meşhure-i Sahabede bulunan zatlara işaret ettikleri gibi, ilm-i cifrin bir nev’i ve bir anahtarı olan tevafukcihetiyle ve ebced hesabıyla daha çok esrarı ifade ediyor.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
7. Lem’a