İnsan fıtraten yani yaratılış itibariyle sayısız ihtiyaçları ve sonsuz arzuları olduğu halde gayet aciz ve zayıf bir varlıktır. Evet, onun hayatını gökteki kuyruklu yıldızdan tut yerdeki küçük bir mikrop dahi tehdit eder. Böyle olduğu halde en güzel şartlarda yaşamayı ve sonsuz hayatı arzu eder.
İşte bu halde bulunan insan, fıtratındaki bu acizlik ve muhtaçlık durumunu örtmek, kendisini güçlü hissetmek ve sınırsız arzularını tatmin etmek için çareler aramaya başlar.
Kimisi paraya yönelir; güçsüzlüğünü ve arzularını para ile giderebileceğini zanneder ve gece gündüz demeden, her yolu kullanarak, zengin olmaya çalışır. Para nereye çağırırsa oraya gider, onu elde etmek uğruna her türlü haksızlığı yapar, her rezilliğe katlanır, en yakınlarını bile üzmekten çekinmez. Âdeta onun kölesi olmuştur, sorgusuz sualsiz ona itaat eder. Bu durum kimisinde şöhret kimisinde makam-mevki kimisinde de başka dünyalık şeyler için geçerlidir. Bunlarla acizliklerini ve muhtaçlıklarını kapatabileceklerini, sınırsız isteklerini karşılayabileceklerini düşünürler. Onlara öylesine bağlanırlar ve itaat ederler ki adeta kulları olurlar. Zaten kulluk da bu değil midir? Mutlak itaat ve aşırı bağlanma…
Hâlbuki para, şöhret ve makam gibi şeyler insanın acizliğini ve muhtaçlığını, sınırsız isteklerini gideremez, onu tatmin edip doyuma ulaştıramaz. Âdeta aç olan bir insana şeker vermek gibi geçici bir süre oyalar ama doyurmaz. Kabir kapısında da söner gider.
Demek insan yaratılış itibariyle aciz ve zayıf olduğundan kendisini bu durumdan kurtaracak bir şeylere yönelmeye, hatta ona sorgusuz itaat edip aşırı bağlanmaya meyillidir. Bu da onun neye ve kime olursa olsun, farkında olsun veya olmasın mutlaka bir şeylere kul olacağının bir göstergesidir. İşte bu noktada önemli olan insandaki bu kulluk özelliğini kime karşı kullanacağıdır. Yani insandaki bu kulluk durumunu bir anahtara benzetirsek, mesele o anahtarı doğru kapıda kullanabilmektedir. Yanlış kapılara sokulursa ve açmak için zorlanırsa o kapı açılmadığı gibi anahtar da kırılabilir. Öyleyse insan, kendisindeki bu kulluk özelliğini paraya, şöhrete, makama vs. yönlendirip zorlarsa bu dünyada tatmin olup huzura eremeyeceği gibi kendini de mahv-u perişan eder. Bunun örnekleri çevremizde hiç de az değildir.
Evet, Allah Kuran-ı Kerim’inde “Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” diye buyururken; hem bizim kulluk etmeye müsait bir yapımızın olduğunu dile getirmiş hem de bu kulluğun sadece kendisine yapıldığında istenilen sonuca varılabileceğini yani dünya ve ahirette huzura erebileceğimizi vurgulamıştır.
Buradan da anlaşılıyor ki; Allah’ın bizim ibadetlerimize ihtiyacı yoktur aksine biz Allah’a kulluk etmeye muhtacız, yoksa başka şeylere köle olmaktan kurtulamayız.
Mehmet BİLEN