Risale-i Nur “Anlaşılmaz” Değil, “Zamanla ve Gayretle Anlaşılabilen” Bir Eserdir
(İzah Çalışmalarının Gerekliliği)
Evet bir kişinin bu çok kıymetli eserleri, zamanla ve gayretle ve kendi kendine anlaması mümkündür ve vakidir. Ancak bizim yazımızda ele aldığımız meselenin, iki noktada farklı bir makamı vardır.
Kendi başına okuyanın daha iyi anlaması ve yeni başlayanın daha çabuk ve kolay bir şekilde intibak edebilmesi için yardımcı olmak her şekilde mümkün olduğundan, bunun yöntemlerine itiraz etmemek ve taraftar olmak gerekliliği hakkındadır. Detaylar ve gerekçelerimiz aşağıdadır.
Bu gerekçelere geçmeden önce sizlerle küçük ama önemli bir usul ve Zübeyir Gündüzalp Ağabey’imizin izah ile ilgili ifadelerinin nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiği hakkında kendi ağzından açıklandığı bir hatıraya yer vermek istiyoruz.
Önce şu sözünü aktaralım: “İzahlar, cemaati şahsa bağlar, kitaba bağlamaz. Maksadımız kitaba bağlamaktır.”
İzah karşıtlarınca kullanılan Zübeyir Gündüzalp’in bu sözünde kastedilen acaba hangi izahtır? Tüm sözlü ve yazılı izah çeşitlerini mi kapsamaktadır? İstisnası yok mudur? Rastgele izahlar için midir? Risale-i Nur’un üslup ve tarzında yapılan izahlar bunun içinde midir? Cevabı aşağıda.. Hem de Zübeyir ağabeyin kendi ağzından…
“İzah” var, “izah” var…. Bazısı usulü dairesinde ve yerinde; bazısı usulsüz, ölçüsüz…
Söylenen bir sözü mutlaklaştırmanın ve papağan gibi ezberleyerek anlamanın ve ne için, kime, ne maksatla, hangi makamda vs söylenildiğini nazara vermeden ve gerçek manada anlamaya çalışmadan (belki de işine öyle geldiği için maksadı doğrultusunda) kayıtsız ve istisnasız bir şekilde o söze mana verme yanlışının çarpıcı bir örneği.. Buyrun okuyunuz…İbretlik…
(Hamdi Sağlamer anlatıyor)
Bir keresinde Karadeniz’i dolaştıktan sonra Ankara’ya gelmiştim. Zübeyir Ağabey de İstanbul’dan gelmişti. Orada Türkmenoğlu ve Fırıncı Ağabeyin de olduğu bir sırada kendisine bir soru sormuştum:
“Siz ‘Konferans’ta ‘Risale-i Nur’ların izaha ihtiyacı yok, Risale-i Nur’lar kendi kendini izah eder.’ diyorsunuz.
Hâlbuki bazı yerlerde dinleyenlerin anlayabilmesi için izaha ihtiyaç hissediyoruz. Hem Üstad, Mektubat’ta ‘Risale-i Nur dairesine giren allâme ve müçtehitler de olsa vazifeleri yalnız bu derslerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir.’ diyor. Demek şerh ve izaha müsaade var.” dedim.
Bunun üzerine bana: “Kardeşim, sen imanî bahislere ait başka kitap okudun mu?” dedi. Ben de: “Hayır, ben Risale-i Nur’dan başka bu hususta kitap okumadım.” dedim.
“O zaman senin yaptığın izah, zaten Risale-i Nur’un kendi kendini izahıdır. Zira okuduğun bir yeri, yine Nurlardan okuduğun başka bir yerle izah ediyorsun. Bunda bir beis yok.” dedi.
Bununla birlikte Zübeyir Gündüzalp, Necip Fazıl’a gönderdiği 33 sayfalık mektubun bir yerinde: “Risale i Nur başka eserlere benzemiyor. O tebdil edilmez. Şayet lüzum olursa metin baş tarafa yazılacak, altında da şerh ve izahatı da yapılabilir…” şeklinde ifadelere yer vermiştir.
Şimdi meselemizi üzerine bina edeceğimiz konuya geldik. Bu noktadan itibaren çözümlemelerimize ve çıkarımlarımıza başlıyoruz.
“Risale-i Nur’un dil yönünden anlaşılmasında bir zorluk ve sıkıntı veya bu konuda karşılanması gereken bir ihtiyaç mevcut mudur? Mevcutsa ne düzeydedir?” Mesele bu zorluk ve ihtiyacı kabul etmek veya inkar etmekte düğümleniyor. Bu konudaki çözümlemelerimizi aşağıya alıyoruz.
Eğer bir üniversite mezunu ve zeki bir genç “sıkı ve ısrarlı bir okumanın ardından ancak üç ay sonra anlamaya başladığımı hissettim” diyorsa, eğer biyoloji mezunu bir genç “Tabiat Risalesi’ni üç kere okudum anlamadım” diyorsa, eğer 43 yaşındaki biri “bu yaşıma kadar direk kitap verdiğim hiç kimse ‘evet, okudum ve anladım, çok güzel eserler’ demedi. İstisnasız hepsi ‘bunları anlayamadım, dili çok ağır” diye geri verdi. Ancak hususî olarak ilgilenip birlikte kitap okuduğum ve derslere götürüp cemaate alıştırdığım kişiler risaleleri okudu” diyorsa ve etrafınızda kendi başına eserleri okuyup anladığını söyleyen kimseye rastlamıyorsanız burada bir sıkıntı var demektir.
Bu açık gerçeği inkâr etmek hiç bir şeyi çözümlemez. Risale-i Nur’un anlaşılması zordur, zahmetli bir iştir ve bu nedenle karşılanması gereken bir ihtiyaç söz konusudur. Fakat bazı meseleleri birbirinden iyi ayırmak gereklidir. Buna az sonra değineceğiz.
Şunu da söylemiş olalım. Eserleri merak edip kendi başına alıp, açıp okumak isteyen birinin, eğer Osmanlı Türkçesini iyi derecede bilmiyorsa bu basit işi rahatça gerçekleştirme imkânının zorluğu, sizce de bir yerlerde karşılanması gereken bir ihtiyaç olduğunu hissettirmelidir.
Şimdi duyduğumuza göre etrafta dolaşan Risale-i Nur tefsiri için; “Bu eserler anlaşılmıyor, şöyle yaparsanız anlarsınız” vesaire gibi bir efkâr-ı hezeyanat varmış. Bilmiyoruz böyle bir şeyi kim veya kimler diyor. Fakat Risale-i Nur izah çalışmalarıyla meşgul biri olarak açıkça ifade etmek isteriz ki, biz böyle demiyoruz. Bakınız biz ne diyoruz:
Risale-i Nur eserleri “anlaşılmaz” değil, “zamanla ve gayretle anlaşılabilen” eserlerdir. Fakat ifade ettiği hakikatlerin derinliği ve hallettiği meselelerin zorluğuyla kıyaslandığında müthiş bir “mana sadeliği”ne ve “kolay bir anlatım tarzı”na sahiptir.
Evet bir kişinin bu çok kıymetli eserleri, zamanla ve gayretle ve kendi kendine anlaması mümkündür ve vakidir. Ancak bizim ele aldığımız meselenin, iki noktada farklı bir makamı vardır. Kendi başına okuyanın daha iyi anlaması ve yeni başlayanın daha çabuk ve kolay bir şekilde intibak edebilmesi için yardımcı olmak her şekilde mümkün olduğundan, bunun yöntemlerine itiraz etmemek ve taraftar olmak gerekliliği hakkındadır.
Eserlerin kendine has farklı tarzı ve en kuvvetli iki yönü:
1- En zor ve derin meseleleri herkesin anlayacağı kolaylık ve anlaşılırlıkta, misallerle anlatması ve makul sayıda bilinmeyen kelimenin öğrenilmesinin (200-300 civarı) bu eserlerin büyük oranla anlaşılarak okunması için yeterli olacağı gerçeği ve
2- Alet ilimler olan medrese ilimlerini okumadan esas maksat olan iman ilimlerine kısa yoldan ulaştırıcı yeni ve modern bir tarz, farklı bir metot takip etmesidir.
Fakat maalesef eserlerin kuvvetli yönü olan bu iki nokta, çoğu okuyucunun eseri eline ilk defa aldığında “ben bunu anlamıyorum” hissine kapılmasını engellememektedir. Çünkü herkesçe bilinen ve inkar edilmesi mümkün olmayan bir gerçektir ki: Orijinal metninin içinde, günümüz Türkçesinde kullanılmadığı için, anlamı da bilinmeyen çok sayıda kelime barındıran bir eserdir Risale-i Nur. Bu eserlerin pek çok yerinde, paragrafların oldukça uzun olması ve bir paragrafın içinde birçok cümle içermesi ile beraber içerdiği anlam yoğunluğu, anlamayı zorlaştıran en önemli unsurdur.
Bu konuda ciddî bir sıkıntı ve ihtiyacın mevcudiyetini inkâr etmek anlamsızdır. Okudukça manaların açılacağı ve bu eserleri anlamanın aslında hiç de o kadar zor olmadığını kabul ettirmek, okumayla arası zaten iyi olmayan bir toplumda gerçekten dezavantajlı ve başa çıkması zor bir durumdur.
Biz diyoruz ki: Risale-i Nur’u tanımadığı ve kıymetini bilmediği için, onu anlamak için gösterilecek çabanın, aslında ne kadar makul olduğundan ve az bir zaman alacağından da habersiz olan okuyucular için, bu konuda daha fazla ne yapabileceğimizi ve daha işlevsel ve pratik bir alternatifin ne olabileceğini sormamız gerekiyor.
Ve diyoruz ki: “Alınız bu kitabı okuyunuz, anlamadığınızı hissederseniz de yine okumaya devam ediniz, anlamazsanız gelin birlikte okuyalım, ayrıca derslerimize düzenli katılın ki zamanla anlamanız kolaylaşsın. Hem ilk başta anlamasanız da kalbiniz, ruhunuz mutlaka istifade eder” gibi cümleleri kabul ve hürmetle karşılamakla beraber, bir insana Risale-i Nur’u okutmak ve alıştırmak için tek alternatifimizin sadece bu cümlelerle mukabele etmekle sınırlı olmadığını ifade etmek istiyoruz. Hem konunun aşağıda ele alacağımız bir de “daha iyi anlamak” boyutu var.
Herkesle birlikte kitap okuyamayacağımıza ve herkesin derslere katılımını sağlayamayacağımıza göre, o halde hem yeni başlayanlar hem de eserleri kendi başlarına alıp rahatça anlayarak okumak isteyenler için yardımcı olmayı düşünmemiz ve bu alandaki mevcut ihtiyaç ve sıkıntıya alternatif bir çözüm arayışı içine girmemiz kadar tabiî bir durum düşünülebilir mi? Üstelik bu çözümler yine eserlerin içinde mevcutsa bu çözümleri işletmemiz kadar lüzumlu bir şey tasavvur edilebilir mi? Biz bunu diyoruz.
Diğer taraftan bir şeyin kıymetli olduğunu önce bilmek ve gösterilecek çabaya değeceğini görmek lazımdır ki, o çaba gösterilsin. Fakat anlamadığı için o kıymeti göremeyen birisinden o çabayı göstermesini nasıl isteyebiliriz ki? Bu bir kısır döngüdür ve bu hal bir zorluktur. Dinde zorluk yoktur. Kur’ânın cadde-i kübrası bu kadar dar olamaz, olmamalı.
Kitap okumayan, dili dejenere, dinî alt yapısı olmayan, tembellik ve gaflet toprağı üstünde serili ve fikrini bin türlü yere dağıtan türlü çeşit gaflet tuzaklarıyla kuşatılmış insanlarımıza şu hal ve şu teklif bir harec, yani zorluk değil de nedir? Bu konuda zorda kalınınca ister istemez “piyasadaki diğer kitapların geçiş köprüsü olarak tavsiye edilebileceği” ifade ediliyor veya “okumazsa kendi bileceği iş, demek ki nasibi yokmuş ve layık değilmiş, biz vazifemizi yaptık” denilebiliyor.
Acaba gerçekten yaptık mı? Belki bizzat ilgilenmeli ve o insanla birlikte kitap okumalı, Risale-i Nur derslerine götürmeli ve alıştırmalıydık. Fakat herkes herkesle o derecede ilgilenme imkânı bulamıyor ve o insanı kazanabileceğimiz halde kaybedebiliyoruz.
Hâlbuki okuyucunun daha baştan Risale-i Nur’u asıl metniyle beraber anlayarak okuyabileceği asıl metin ilaveli izah çalışmalarının, bu noktada çok daha iyi bir tercih olabileceğini düşünüyoruz ve Risale-i Nur derslerinin yeni gelenlerin anlaması, eskiden beri gelenlerin daha iyi anlaması ve sürekli bir gelişim sağlayabilmeleri ve monotonluktan azade kalabilmeleri için izahlı yapılmasının gereklilik ve faydasını ifade ediyoruz.
Şimdi tüm bunların dışında bazı meseleleri birbirinden ayırmak gerekiyor:
1- Risale-i Nur’un anlaşılmaz olması başka bir şeydir, zorlukla ve zahmetle ve zaman içinde anlaşılabilir olması ayrı bir şeydir.
2- Risale-i Nur’un dilinin sadeliğinden ve herkesçe kolay anlaşılır olmasından söz etmek ancak şu anlamda mümkün olabilir: Diğer İslam alimlerinin çok detaylı ve karışık anlatımlarla ancak kendi seviyesindekilere aktarabildikleri veya aklen izahı yapılamaz dedikleri meseleler, temsillerle anlatımı kolaylaştırılmış ve herkesin anlayabileceği kolaylığa çıkartılmıştır. Fakat bu, mananın anlaşılabilir tarzdaki aktarımındaki bir kolaylıktır. Yani “mana sadeliği” beraberindeki derinliktir. Eserleri ilk defa okuyanın hissedeceği tarzda ve dildeki bir “sadelik” değildir. Bunu kabul etmek gerektir.
“Sadelik” saptaması yerine, şahsen eserlerin gayet zengin bir dilinin olduğunu iftiharla söylemeyi tercih ediyoruz. Üç-dört bin kelimeyle değil, belki 30-40 bin kelimeyle yazılmış Risale-i Nur’un “dili” elbette “sade” değildir. Çok zengin bir dil ve mana denizidir. Dar bir fikir dünyasında bizi sıkıştırmayan bu eserlere muhatap olmak büyük bir nimettir.
Yanlış anlamaları önlemek adına bu konuda sahip olduğumuz kanaatimizi özetleyelim:
1- Sadeleştirmeyi uygun görmüyoruz.
2- Fakat bu konudaki mevcut ihtiyaç ve sıkıntının inkâr edilmesini de doğru bulmuyoruz.
3- Bu ihtiyacı karşılamak için neyin, nasıl yapılması gerektiğinin sorulması gerektiğine inanıyoruz.
4- Risale-i Nur’un içinde mevcut olan ve bizim de tercih ettiğimiz çözümün ise, asıl metin ilaveli izah çalışmaları olabileceğini söylüyoruz.
Ayrıca eserlerin “sade” olduğunu ifade etme maksadıyla ortaya koyulan: “Said Nursi’nin günümüz Türkçesinden ağır gelen kelimeleri ise sadece ve sadece Kur’ân kelimeleri ve esma-i hüsna’ların aslıdır” tezine katılamıyoruz.
Çünkü 700 sayfaya yakın bir izah çalışması yapmış ve 1500 dipnottan oluşan bir Kavramlar Sözlüğü inşa etmiş biri olarak rahatlıkla diyebiliriz ki: Bilinmeyen kelime ve kavramlar sadece bunlarla sınırlı değildir.
Hem ayrıca sadeleştirmeye delil olarak kullanılamayacağı ve kısıtlı bir saha için geçici olarak uygulandığı ve sonradan üstad tarafından kaldırıldığı söylenilen Kastamonu Lahikasındaki şu ifadeler: “Yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçe farklı olduğundan, ……. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur….” belki kanaatimizi teyid edebilir. Basit bir örnek olarak: “Çendan”, gerçi manasında bir kelimedir. Bunun Kur’anî veya esma-yı hüsna kökenli olduğunu söyleyemeyiz. Böyle binler var. Yukarıdaki tezin ifade ettiği mananın da ciddi bir doğruluk payı ve yeri olduğunu elbette kabul ederiz. Eserlerin dili ne %100 yerel ve o zamana mahsus, ne de %100 Kur’anî veya esma-yı hüsna kökenlidir. İkisinin karışımıdır.
Diğer taraftan katılmadığımız diğer bir husus da: Bazılarınca ifade edilen “Risale-i Nur’un mesajının günümüz Türkçesiyle ifade edilmesinin asla mümkün olmadığı”. Bu kesinlikle çok abartılı ve doğru olmayan bir ifadedir.
Risale-i Nur’un temel mesajının günümüz Türkçesiyle ve büyük oranda ifade ve izah edilebilirliğine, kaleme aldığımız temel/kaynak kitap çalışmamız (Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur Eğitim Programı) en parlak delildir. İsteyen inceleyebilir ve bunu görebilir. Biz sadeleştirmeyi daha başka ve gerçekçi yönlerden tercih etmiyoruz. (Kitabımızı goo.gl/hNIUou adresindeki “Kitaplar (Risale-i Nur İzah metinleri)” klasöründen ücretsiz olarak indirebilir ve okuyabilirsiniz.)
Gerçekçi olmayan ve yanlış bir yönlendirme olan “dildeki sadelik ve herkesçe anlaşılır bir kolaylık” vurgusu yerine, belki ömür boyu okunacak manalar içerdiğinden ve hiçbir eserin tercüme ve sadeleştirmesinin orijinalinin yerini tutmadığını ifade ederek, Risale-i Nur da aslından okunmalı denilmesi yerinde olacaktır.
Risale-i Nur üzerinde yapılacak çalışmalar tek boyutlu değildir. Bunları da ayırmak gereklidir.
1- Sadeleştirme ki bunu uygun görmüyoruz.
2- İzah ve şerh çalışmaları. (Bu çalışmaların hem eserleri daha iyi anlama hem de işleyerek geliştirme boyutları mevcuttur. İzah, daha iyi ve anlaşılır anlatma manasını karşılar daha çok.)
3- Eserler içindeki iman hakikatlerini eğitim programı müfredatına dönüştürme
4- Eser üzerinde yapılacak akademik çalışmalar
Son üç çalışma şekli hakkındaki ilmî kanaatlerimizi detaylıca aşağıdaki yazıda ele aldığımızdan burada bahse girişmiyoruz:
Sözlü veya yazılı olarak “izah” denilen şey, aslında bir yönüyle ve pratikte sadeleştirme-günümüz Türkçesiyle ifade etme- olarak görülebilir ve bu yönden karşı çıkılabilir. Fakat bu, yalnızca yüzeysel ve insafsız gözlerde öyle görülebilir. İzah, çok daha farklı ve faydalı bir yöntemdir.
Hatta kişinin kendi başına eserleri okurken, bir taraftan sözlük kullanması ve tekrar dönüp eserleri okumaya devam etmesi de, kişisel olarak uygulanan bir sadeleştirme olarak görülebilir. Yani, sözlük kullanarak manaları günümüz türkçesiyle anlama çabası da, pratikte kişisel bir sadeleştirmedir.
İzah ise, bundan da ayrı ve çok daha geniş kapsamlı bir faaliyeti ifade eder. Tahlillerimiz sonucunda, okuyucunun daha baştan Risale-i Nur’u asıl metniyle beraber anlayarak okuyabileceği asıl metin ilaveli izah çalışmalarının, çok daha iyi bir tercih olabileceğini düşünüyoruz. Hem konunun bir de “Risale-i Nur’u daha iyi anlamak” boyutu var. İlmî ve edebî değeri yüksek bir yazılı metnin izah edilmesi, çok faydalı bir yöntemdir ve geniş kapsamlı bir faaliyeti ifade eder. 10 insanın belki 10 kere okuduktan sonra belki sadece bir tanesinin o seviyede anlama imkânı bulacağı bir kavrama düzeyini, daha ilk seferde ellere verme zenginliğini içinde taşır. İzahın faydası tartışılmaz ve kaçınılmazdır. Hem internet vesilesiyle yılların günümüze taşıdığı ortak aklın fikrî mahsullerine ve telâhuk-u efkâra ulaşılabilirlik ile bir odaya kapanarak ortaya konulan sırf şahsî nokta-i nazardan daha üst bir mertebede izah metinleri ortaya koymak imkânı mevcuttur. Bir heyetle çalışılsın çalışılmasın.
Ayrıca bir insanın önünde zaman ve emek harcanarak, onlarca kez düzeltilerek, nakış nakış işlenerek oluşturulmuş hazır bir izah metni çalışması olursa ve bu çalışmanın dipnotlarındaki ve kavramlar sözlüğünün içindeki kelime karşılıklarının uygunluğu üzerinde özel bir çaba sarf edilmişse, uygun tabirlerin bulunması için araştırma yapılmış ve ciddî bir zihnî gayret ortaya konulmuşsa, böyle bir izah metninden ve bu tarz bir çalışmadan, gerek şahsî okumalarda gerek derslerin yapılmasında yardımcı kaynak olarak yararlanılmasının pratik faydası hiç tartışılır mı?
Herkesin her zaman “izah” adı altında yaptığını, metotlu hale getirip, herkesin eline vermekten ibarettir yazılı izah metinleri. Öyle algılamak gerektir. Cümleler ve paragraflar haline getirilmiş, zaman kaybını önleyip kolaylık sağlayıcı yazılı izah çalışmalarının faydası muhakkaktır. Risale-i Nur’un yerine bu çalışmalar ikame edilmez ve asıl olmaz, olamaz. Ancak faydalı ve gereklidirler.
Bu tahlilden sonra anlaşılacağı üzere bizim şahsi kanaatimiz, bu tarzdaki izah metinli Risale-i Nur çalışmalarından hem kişisel okumalarda, hem de önceden hazırlanarak yapılacak izahlı dersler için bir yardımcı kaynak olarak yararlanılmasının çok büyük rahatlık, kolaylık olacağıdır.
Bu sayede, herkes tarafından, Risale-i Nur çok daha kısa zamanda daha iyi anlaşılabilir ve bu konuda kendini yetiştirmesi için sistemli bir kaynaktan yardım almış olur ve böyle sistematik bir yardımla Risale-i Nur’u henüz çok fazla okumuş olmasa bile, uzun zamandır bir sisteme dayalı olmadan okuyan birçok kimseden daha mahir dersler yapabilir veya çok anlaşılır dersler bu sayede rahatlıkla oluşturulabilir. Evet bu imkân vardır. Sadece hayata geçirilmeyi beklemektedir.
Ediz Sözüer