İlim dünyamızın, sosyoloji sahasının değerli ismi Şerif Mardin’in vefatı üzerine basın ve yayın organlarımızda çok sayıda haber çıkmasına, yorum yapılmasına ve yazı yazılmasına sevindim. Doğrusu da budur. Üçüncü sınıf bazı sanatçıların ölümü, birinci sayfadan okuyucuya duyurulurken dünya çapında tanınmış bir akademisyenimizin, bir fikir adamının sessiz bir şekilde ebedî âleme göç etmesi doğru değildi, bize yakışmazdı. Halil İnalcık’tan sonra Şerif Mardin de hem ömrü hayatlarında hem de vefatlarından sonra hakları teslim edilen ve şanlarına uygun biçimde alaka gösterilen münevverlerimiz oldu.
Bizde modernleşme, din ve siyaset münasebetleri, Osmanlı’nın son devir siyasi gelişmeleri, Mardin’in üzerinde durduğu konulardı. Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895- 1908 , Din ve İdeoloji, Siyasal ve Sosyal Bilimler, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Türkiye’de Din ve Siyaset, Türk Modernleşmesi, İdeoloji, Türkiye İslam ve Sekülarizm adlı eserleri ses getirmişti. Ama matbuatta üzerinde pek durulmayan bir konuda da çok mühim çalışması vardı Hocanın. 1989 yılında neşrettiği Bediüzzaman Said Nursi Olayı. ‘Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim’ alt başlığıyla verilen kitapta farklı ve derinlemesine bakış açısı getiriliyor. Yazarın “Modernleşme Türkiye’de din ve toplumun kaynaştığı yolları kavrama yönünde bir ön çalışmadır.’ diye tanımladığı kitapta, Mütefekkir âlim Said Nursi’nin hayatı, toplumun din, ideloji ve şuur meseleleri ile modernizm gerçeği ele alınıyor. Önce İngilizce olarak basılan eser sayesinde, İslam dünyasında tanınan bir İslam âlimi Batıda da daha çok duyuldu. Eserde Batılılaşma çabası ile birlikte geçmişte topluma dayatılan yaşama biçimine karşı verilen mücadele üzerinde duruluyor.
Şerif Mardin’i, Bâbıâli’de çalıştığım gazetede görürdüm. Daha ziyade Necmeddin Şahiner ile birlikteydi. Şahiner Bediüzzaman’ın biyografisini yazmıştı. Mardin de Said Nursi hakkında sosyolojik bir kitap kaleme alıyordu. Şahiner o görüşmelerini Son Şahitlerkitabına da aldı. Kitabında, ziyaret ettiği Cemil Meriç’ten Şerif Mardin’in Bediüzzaman Said Nursi hakkında kitap hazırladığını öğrenen Şahiner, “Allah korusun hocam! Bu yeni çalışma da, mazidekiler gibi bir iftiraname, bir hezeyanname olmasın!” deyince Cemil Hoca kendisini sıkça ziyaret eden gazeteci dostunu şöyle rahatlatır: “Şerif Mardin, namuslu bir sosyologdur!” Mardin, kitabının sadece bir biyografi kitabı olmadığını belirterek, “Bu eser üzerinde altı sene gibi uzun bir zaman boyunca uğraştım.” demektedir. Sosyologumuzun dikkatini ‘tasavvuf tarihi’ de çeker ve şöyle der: “Bediüzzaman üzerinde tasavvufî tesirlerin neler olduğunu anlamak için, yine bambaşka bir âleme girmem gerekiyordu. Bütün bunların birleşmesi, bilinmezlerin bilinen hâle gelmesi, getirilmesi işte tam altı sene sürdü.”
Mardin, kitabı hazırlamaya başlarken İsmet İnönü ile görüştüğünü ve bu konuyu danıştığını ifade edip devam ediyor: “Bana aynen şunları söylemişti: ‘Bu adam çok tehlikelidir. Seni de ifsat etmesin!’ Böyle söyleyerek, nedense, beni şiddetle uyarmak ve vazgeçirmek istemişti İnönü.” Allah’tan Şerif Mardin’in yolu Cemil Meriç’ten geçer. Bu Ülke‘nin yazarı, sosyologumuzu aydınlatır. Mardin’e kulak verelim: “Tabiî bu kitabımın yazılmasında en büyük rol Cemil Meriç’e aitti. Cemil Meriç bana, ‘Bu şahsiyetin derinlemesine incelenmesi, boşuna yapılacak bir iş değildir. Orada gerçekten incelenmesi gereken bir cevher vardır. Eğer meseleyi incelerseniz, bu konuda yanlış bir yola girmezsiniz.’ demişti. Bu defa Cemil Meriç Bey’e inanarak, merhumun çok geniş olan bilgisine dayanarak daha büyük bir itimatla meseleye girdim.”
Şerif Mardin kitabını yazdıktan sonra dünyanın farklı ülkelerinde konferanslar verir. Konuşmalarında Bediüzzaman’ı anlatır. Şahiner’e yaptığı açıklama şöyle: “Kuruluşundan belki yetmiş yıl sonraya kadar, Türkiye hoşgörülü bir memleket olmamış. Yani bence, Türkiye tarihi, şu son yüzyıl içinde hep çalkantılar yaşamış. Geleneksel ‘Osmanlı hoşgörüsü’nün kaybolmasıyla birlikte yerine, ‘Batı höşgürüsü’ de yerleştirilememiş. Şimdi ben inanıyorum ki, bu aşamadan geçtik. Artık eski hoşgörümüz, yani ‘Osmanlı hoşgörüsü’ hakkında daha çok bilgiye sahibiz. Böylece belki Osmanlı’dan ilham alabiliyoruz. Batı hukukunda gelen insan hakları geleneğinin memleketimize yavaş yavaş yerleştiğini ve hukumuza da yerleşmekte olduğunu görüyoruz. Artık o çalkantılardan yavaş yavaş kurtuluyoruz gibi geliyor.”
Yazının tamamı …