İman, ahirette ebedi saadetin biricik vesilesi olduğu gibi dünyada da mutluluğun ve huzurun tek kaynağıdır. Evet, bu dünyada insanı üzen, acı çektiren ve ağlatan musibetlere, belalara, ayrılıklara ve ölümlere ancak iman ile dayanılabilir ve iman ile bunların hangi sebeple başımıza geldiği anlaşılabilir.
Bu hayatta insanın başına gelen veya gelmesi ihtimali bulunan belaların, hastalıkların, ayrılıkların ve ölümün neticesiz, faydasız ve tesadüfen olduğunu düşünmek o acıları ikiye katlar ve dayanılmaz bir hale getirir. Hem hayatı boş ve anlamsız bir şekle sokar. O kişi tek çareyi, bunları düşünmemek için kendini unutmakta ve aklını uyutmakta bulur. Böylece kendini içkiye, uyuşturucuya ve eğlencelere atar. Hem hayatını hem de ahlakını mahveder. Dertleri, birden bine çıkar. Hâlbuki insan bu gerçeklerden kaçarak hayatını sürdüremez. Tek çare ise iman kuvvetine dayanmaktır. Bu kuvvetle başına gelen musibetlerin, hastalıkların, ayrılıkların ve ölümün tesadüfen ve neticesiz olmadığını anlar; Allah’ın izniyle, ilmi dairesinde, rahmetine uygun olduğunu ve neticesinde sonsuz bir mutluluk bulunduğunu düşünür. Böylece çektiği o acılar manasızlıktan kurtulduğu gibi şiddeti de binden bire iner. Ona da Allah’ın verdiği sabır kuvvetiyle dayanabilir. Kendisini zararlı yollara sapmaktan korur, hayatını daha da acılaştırmaz, ahlakını bozmaz. Gelin bir de bu meselemize, temsil dürbünleriyle bakalım.
Bir adam düşünüyoruz ki emekli olana kadar gece-gündüz çalışmış, para biriktirmiş ve emekli olup bir ev almış. Artık ailesiyle rahat bir hayat sürmeyi hayal ederken bir gece ansızın bir deprem oluyor ve evi başına yıkılıyor, ailesini kaybediyor, kendisi de sakat kalıyor. Bu durumda başına gelen depremin tesadüfen meydana gelen bir doğa olayı olduğunu ve boşu boşuna bu kadar mal ve akrabayı kaybettiğini, çektiği acıların ve sakatlığının da yanına kâr kaldığını söylemek, o adamı değil teselli etmek, acılarını kat kat artırmaktır ve hayattan istifa etmesine yani intihara davet etmektir. Hâlbuki iman gözü ona gösterir ki; başına gelen bu olay tesadüfen değil, Rahîm ve Hakîm olan Allah’ın izni ve ilmi dairesindedir. Yani; O çok merhametlidir ve boş iş yapmaz; yaptığı her işte bir şefkat ve fayda gözetir, diyerek sakinleşir ve rahatlar. Mesela; çektiği bu acıların boşuna olmadığını karşılığında geçmiş hayatında işlediği günahların silineceğini düşünür. Cehennemde yanmaktansa dünyada günahlarının cezasını bu şekilde çekmeyi bir lütuf ve merhamet bilir. Hem kaybettiği akrabalarının toprak olup yok olmadıklarını cennette onlarla tekrar görüşeceğini ve sonsuza kadar birlikte olacaklarına inanır. Bu dünyada çalışıp çabalayıp yaptırdığı o evin yıkılıp elinden çıkmasına da çok içerlemez. Bilir ki; Allah bu dünyada kulundan bir nimetini alırsa ona ahirette daha güzelini ve sonsuz olanını ihsan eder. O da bu düşünceyle cennetteki köşklerini, saraylarını hayal eder. İşte imanın verdiği bu fikir insanın acısını binden bire indirir. Hayatı anlamsızlıktan kurtarır, zararlı yollara sapmasını engeller, insanca yaşamasını sağlar.
Bu örnekte de iki anne düşünüyoruz. Bunlardan biri evladını kaybetmiş nerede olduğundan, başına ne geldiğinden haberi yok, tekrar görüşebilecekleri belli değil. Diğer anne ise evladını bir süreliğine akrabalarının yanına göndermiş ve daha sonra kendisi de oraya gidecek ve tüm akrabaları ile birlikte mutlu bir hayat sürecekler. Şimdi bu örnekte birinci annenin çektiği acı ile ikinci annenin çektiği acı hiç aynı olur mu? Elbette hayır!
İşte aynen öyle de biz de ölmüş veya ölecek akrabalarımızın, sevdiklerimizin eğer toprak olup yok olduklarını ve bir daha onlarla görüşemeyeceğimizi düşünsek; durumumuz birinci anneye benzer, acımıza sınır konulmaz. Hayat tamamen boş ve anlamsız olur. Ne kimseyi sevebilirsin ne de onlar için çabalayabilirsin. İlişkiler sadece menfaat ve çıkar üzerine kurulur. Sonra da; ya evlat anne-babasını bir huzur evine koyar ya da – bazı ülkelerde olduğu gibi – anne-baba belli bir yaşa gelince evladından ev kirası almaya başlar. – Manidardır ki hayvanlar da yavrularını belli bir süre besler daha sonra yuvadan atar veya buğdayı önünden kapar, sanki ona bir yabancı gibi davranır.-
Hâlbuki ahirete iman sayesinde durumumuz ikinci anneye benzeyecek ki, kaybettiğimiz akrabalar önceki akrabalarının yanına gitmiş yani sonsuz âleme geçmiş beklemektedirler. Bizler de bir süre sonra onlara kavuşacağız ve ebedî bir âlemde beraber mutlu bir hayat süreceğiz düşüncesi ölüm ve ayrılık acımızı hafifletir ve bize teselli verir. Hem sadece bu dünya için değil ahiret için eş, dost ve akrabalarımızı severiz. İlişkilerimiz de dünya menfaatlerine bağlı değil samimiyet ve fedakârlık üzerine kurulur. Hayvanlar gibi değil insanlara yaraşır bir medeniyette insanca bir hayat yaşarız.
İşte iman insanı ahirette cehennem ateşinden kurtarıp cennet lezzetlerine kavuşturacağı gibi dünya hayatına da bu şekilde anlam katıp onu dehşetli elemlerden, korkulardan, endişelerden halas eyler. Evet, sonsuz cennetin de dünyadaki cennet huzurunun da tek anahtarı, parolası ve bileti yalnızca imandır. İnkâr bu dünyada nasıl ki o adamın acılara boğulmasına sebeptir, ahirette de cehenneme girmesine sebep olacaktır.
Mehmet BİLEN