Erdoğan “Küresel sisteme” meydan okuyor.
O bir maceraperest değil, bulunduğu konum O’nu bunu yapmaya mecbur ediyor. Ya geçmişteki Demireller, Ecevitler gibi küresel despotların ellerini öpecekti. Ya da imanının sesine kulak verecekti.
O ikinci yolu tercih etti.
Çünkü;
Kur’an “Nice az bir topluluk, Allah’ın izniyle çok bir topluluğa gâlip gelmiştir– Bakara-249 “ der.
Galip gelmek için sayı, para, asker, silahça üstün olmak her zaman şart olmuyor. Tarihte bunun çok örnekleri vardır. Malazgirt bunlardan biridir.
Erdoğan ve ardında kenetleniş bir avuç gazeteci ve fikir adamı her gün, adeta yırtınırcasına, ekranlarda durumu millete izaha çabalıyorlar. Bu çabalar çölde bir sayha gibi kaybolup gitmiyor. O insanları millet can kulağı ile dinliyor.
Millet, durumun son derece farkında.
Millet, farkındalığını 15 Temmuz’da net olarak ortaya koydu.
Milletimiz ile Devletimiz, tarihîmizde eşine az rastlanır bir sinerji, bir ahenk içindeler.
Bu sinerji, bu ahenk, dağları deler!
“Despotluğun Kalesi”
1877’de açılan, İlk Osmanlı parlamentosuna baktığımızda, en ilginç özelliğinin, İmparatorlukta egemen unsur olan Müslümanların yanında, gayri Müslimlerin de hayli yüksek oranda temsil edildiğidir.
Bu durumun ilginç yanı, Avrupa’da olduğu halde, Avusturya- Macaristan monarşisinde bile Çek, Hırvat, Sloven, Slovak gibi azınlıkların haksızlık derecesinde düşük olmasına karşın “Despotluğun Kalesi” gösterilen Osmanlı İmparatorluğu’nda bunun tersinin olmasıdır. (Doç. Dr. Mehmet Turhan, Siyasal Elitler, Gündoğan Yay.1991-s.91)
1871 de Osmanlı’ya “Despotuğun Kalesi” diyorlar.
2017 de Türkiye’ye “Despotuğun Kalesi” diyorlar.
Tencere tava, hep aynı hava.
Bu şu demek!
İt’ in ürüdüğüne takılma, kervanı, bildiğince yürüt!
Ulusalcılar/Kemalistler, Efendilerine diklenemezler!
Türkiye’deki Kilise ve Sinagoglarda Papaz ve Kohen’ ler 80 yıldan beri nikah kıyarlar.
Ulusalcılar/Kemalistler buna en ufak bir itiraz, eleştiri, yaygara yapamaz, gık bile diyemezler.
Efendilerine diklenemezler.
Sadece Anadolu insanına ve müftülere horozlanırlar !
Kitap-Kalaşenkof-CHP
Bir zamanlar bu ülkede kitap bulundurmak suçtu. 30’lu yıllarda Kur’an öğrenmek için gerekli olan Kur’an alfabesi(elifba) bile suçtu. 90 lara kadar Said Nursi’nin kitapları, Risale-i Nurlar, Kalaşenkof bulundurmak kadar tehlikeli idi.
Ulusalcılar/CHP liler, kasten, Said Nursi demez, “Said-i Kürdi” diyerek güya aşağılarlardı. Bu ifade ile Türk olmadığı vurgulanır, “iyi olsa Türk olurdu” sen de “Türk Düşmanı olmasan O’nun kitaplarını okumazsın” denmek istenirdi.
70 lerde, 80 lerde un çuvalları içine, bahçede açılan toprak çukurlara kitap saklardık. Ani baskınlarla polis, jandarma evlerde kitap arardı.
Cumhuriyet’in ilk bakanlarından Dr. Rıza Nur’un kitapları da şiddetli yasak kitaplardandı.(“Nur” soyadı, onun dindar olduğu anlamına gelmiyor, bilakis dine kayıtsız, hatta alerjik bir kişidir) Rıza Nur’un kitabı “Hayatım-Hatıratım” ın yurtdışı baskısına esrarengiz yöntemlerle ulaşılır, etrafa sezdirmeden gizli-saklı okunurdu. Okuduklarınızı da sağda solda boşboğazlık edip anlatmamanız tembih edilirdi. İyi saatte olsunların kulağına giderse sizin için iyi olmazdı!
CHP’nin; adaleti, demokrasisi, insan hakları, fikir hürriyeti, inanç hürriyeti, işte buydu.
YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ