Olup bitenleri gördükçe ve duydukça, insan insanlığından utanıyor. Bu nasıl bir beşeriyettir ki, kendi benzerlerinin başına gelen onca felâketlere karşı ilgisiz kalır? Bu nasıl bir vicdandır ki, canavarlar arasında çâresiz kalan hemcinslerine yardıma yeltenmez? Bu nasıl bir yürektir ki, arş-ı âlâya çıkan feryatlardan etkilenmez?..
Zulüm, bütün mahlûkàtın kabullenmediği bir durumdur. Kim, kime karşı işlerse buna ortak olmak mümkün değildir. Hele akıl, kalb, rûh, vicdan gibi yüksek duygularla donatılmış bulunan insanoğlu böyle bir hâle aslâ râzı olamaz; olmamalı… Esefle görüyoruz ki, şekil olarak insan sûretinde, ama, iç yapı olarak en canavar bir hayvandan daha hissiz, daha hunhar şahıslar var! Ve yine maalesef, bunlar bugünkü dünyada çoğunluğu oluşturuyorlar.
Bunların kulakları, dinleye-geldikleri vahşî müzikle sağırlaşmış; gözleri, seyredip durdukları iğrenç manzaralarla körleşmiş ki, bunca zulmü görmüyorlar, bunca çığlığı işitmiyorlar. Kötülük, ancak kendi başlarına gelince kötülük sayılıyor. Zulme ve gadre ancak nefisleri uğrayınca fark ediyorlar. Ne haktan, ne hukuktan nasipleri yokmuşçasına, yalnız ve yalnız kendilerini düşünüyorlar!
Yâ Rabbi! İnsanlık adına ne utanç verici bir tablo, ne sıkıntılı bir girdap! Bu cehennemî hâlde nasıl da hayatlarından tat alabiliyorlar! Halbuki, Allah’ın indinde bir mâsumun hayatı bütün insanların hayatlarına eşit olarak görülmektedir. Bu kadar önemli bir hakka riâyet etmeyenler Hakk’a, halka ve hakîkate nasıl hesap vereceklerdir? Üzülmemek elde değil, târihin derinliklerinde insanlığın yüz karası olacak nice nice böyle tablolar saklıdır. Ancak gücü ve adâleti her varlığı kuşatan ve Âdil-i Mutlak olan yüce yaratan bu hesapları soracak ve gerekli hükmü verecektir.
Kim olursa, kime karşı olursa fark etmez… Haklının feryâdına arka çıkmak gerekir. Haksızın tecâvüzünü def etmek lâzımdır. Bu, insanlığın ortak görevidir. Birinin veya birilerinin bu vazîfeyi îfâsıyla ancak herkesin sorumluluğu ortadan kalkabilir. Aksi halde, bütün insanlık suçluluktan kurtulamaz. Ama, bakıyoruz ki, “boynuzlayan öküz” başkasının ise başka, bizim ise başka! Hey gidi adâlet!
Ayrıca, şefkat ve sevgilerin kötüye kullanılmasıyla, öyle bir şekil almış ki, binlerce insan boğazlanırken aldırmayan kör ve sağır dünya, kanadı kırık bir kuşa yardım husûsunda ne şaklabanlıklar yapıyor! Her varlığın yaşama hakkı kutsaldır. En kutsalı da elbette insanoğlunun hayatıdır. Gerçek insanlığın uygulayıcısı olan hak dinlerin mensupları, her varlığa yerine göre kıymet verir; önem sırasına göre hakkı teslime çalışırlar. Aksi halde, suda boğulan bir şahsı kurtarmak yerine, böcekleri kurtarmakla uğraşmak gibi garâbetleri seyreder ve gülmekle ağlamak arasında şaşkın kalırız…
Dünya, binlerce yıl süren savaşlardan ve oluk oluk akan kanlardan bıktı, diyorduk. Yanılmışız, insan teknik ve fende ilerledikçe canavarlığını geliştirdi; insanlık tarafını dumûra uğrattı. Yazık! Halbuki, eğer bütün kâinâtı yaratıp insanları buraya azîz bir misâfir olarak gönderen Hâlık-i Kâinât’ın emirleri dinlenmiş olsa idi, bu imkânlarla, yeryüzü bir cennet olurdu. Bırakın beşeriyeti, her tür varlık bu mutluluktan nasîbini alırdı. Bunlar kuru hayâlden ibâret düşünceler değil: târihte buna şâhitlik edecek pek çok çağlar var…
Koca dünyayı körlükle, sağırlıkla ithâm etmek elbette, dünyayı dolduran şuurlu ve akıllı varlıklardan kinâyedir. Yoksa, şu insanoğlu dışındaki her yaratık, kendi yaratılış gàyesine öyle incelikle uymaktadır ki, hayret etmemek elde değil… Yalnız ve yalnız, insanoğlunun yüz karaları olanlar, zulüm ve haksızlığa karşı duygusuz kalabiliyorlar.
Böyle durumlarda, elimizden gelen her gayreti gösterdikten sonra artık gücümüzün dışında kalan işlerle uğraşmaktansa, inancımızın sıcak kucağına sığınmak; yeryüzündeki bütün işleri en ince ayrıntısına kadar bilen ve idâre eden yüce Cenâb-ı Hakk’a duâ etmek; bu dünya hayatında sıkıntılar ve zulümlere uğrasalar da sonuçta hakka inanan ve taraftar olanların kazanacağını, ebedî mutluluğa ereceğini bilmek bize huzûr verecektir.