Türk edebiyatının bir bayrak adamı vardır: Arif Nihat Asya. Arif Nihat, 7 Şubat 1904’te İstanbul’un bir köyünde doğdu. Daha bir aylıkken babası vefat etti.
Bayrak şairi, yetimlik acısını hep içinde duymuştur.
“Benim de bir annem olsa,
Beşiğimi seve seve sallasa,
Gülse güller açılırdı içimde.
Ve ağlasa inci inci ağlardım.”
Al bayrağımız onun nefesiyle ayrı bir heyecan bulur:
“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık dalga dalga bayrağım,
Senin destanını yazdım, senin destanını okuyacağım.”
Türk askeri yine onunla aslanlaşır:
“Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı.
Parçalandı bir kıtanın toprakları,
Aslan payını aslan olmayan aldı.
Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı.”
Gençliğimize ise şöyle haykırır:
“Delikanlım, işaret aldığın gün atandan,
Yürüyeceksin… millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan.
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”
Şairim, dudaklara tebessüm kondurmayı da unutmamış:
“Silik para ile yazı tura atılmaz.”
“Buz, suyun kış uykusuna yatmasıdır.”
“Termometre; ana sıcağını, kalorifer sıcağından ayırt edemeyen zavallı âlet!”
“Secdede alnına bir diken batarsa, bu toprağın secdeni kabul ettiğinden şüphe etmemelisin.”
“Pirincinde siyah taşlardan korkma, beyaz taşlardan kork!”
“Biz acı su sabunuyuz, her suda köpürürüz.”
“Yelkenine pek güvenme, sandalında kürek bulundur.”
“Bir kara koyun dediler. Sürünün beniydi o.”
“İçimizden biri köprü olmaya razı olmazsa, bu suyun kıyısında daha çok bekleriz.”
“Sen diyorsun, ‘mini etek’ ben diyorum ‘hani etek?’
Ruhuna binler, milyonlar, bayraklar sayısınca Fatihalar şairim.