(1. BÖLÜM) | (2. BÖLÜM) | (3. BÖLÜM) | (4. BÖLÜM) | (5. BÖLÜM)
11. HZ. EYYUB’UN DUASINA GETİRİLEN YORUM
Enteresan ve calib-i dikkat bir dua numunesi de Hz. Eyyub’undur (aleyhisselâm) Bediüzzaman’ın kaleminde okuyalım:
“Hz. Eyyub (aleyhisselâm) hastalığın azim mükâfatını düşünerek kemal-i sabırla tahammül edip kalmış, sonra yaralarından tevellüd eden kurtlar kalb ve lisanına iliştikları için:
‘Ya Rab! Zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor’ diye münacat edip, Cenab-ı Hak hâlis ve safi, gararsız, o münacâtı kabul etmiş”.
Said Nursî, Hz. Eyyub (aleyhisselâm) hakkındaki, onun duasını ihtiva eden âyet-i kerimeyi kısaca beyan ettikten sonra sözü, cemiyetimizin içinde bulunduğu duruma getirerek şöyle bir neticeyi gözler önüne seriyor:
“Hz. Eyyub’un (aleyhisselâm) zahiri yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî, ruhi ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek Hz. Eyyub’tan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz; çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.”
Müfessirlerin açıklamalarına göre Hz. Eyyub hali vakti yerinde, aile efradı oldukça kalabalık bir zât idi. Evinin yıkılması üzerine ailesinden çok kişi ölmüş, malı mülkü telef olmuştu. On yıldan fazla süren ağır bir bedenî hastalığa tutulmasına ve başına gelen bütün bu felâketlere rağmen, halinden bir an bile şikâyet etmeyerek takdir-i ilâhiye rıza göstermiştir. O, bir yandan da durumunu Cenab-ı Hakka ar-zederek sıhhat ve afiyet istemekten çekiniyordu. Nihayet hanımının bu konudaki ricasını kıramayarak, sadece “… başıma bir dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” âyetinde ifadesini bulan sözlerle niyazda bulunmakla iktifa etmiştir.
Dikkatle ve ibretle düşünülürse Hz. Eyyub’un (aleyhisselâm) gerek şahsi ve ailevi durumunda, gerekse başına gelen bunca felâkete rağmen duada gösterdiği istiğna ve sabır her tür tavsifin üstündedir. Hz. Eyyub’un (aleyhisselâm) hiç de kısa sürmeyen, bu dayanılması güç halinden şikayet etmeksizin sabır göster-mesinden şikâyette bulunmamasından mü’minlerin alacakları çok dersler vardır. Gerçekte mü’mini ayakta tutan, sabır ve metanet değil midir?
İşte buradan hareketle Bediüzzaman, “Hayat musibetlerle, hastalıklarla berraklaşır, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, tekemmül eder, netice verir, vazife-i hayatiyeti yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, Jıayr-ı malız olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan âdeme yakındır ve ona gider”diyor.
Bediüzzaman, dua ve ubudiyete verdiği ehemmiyetin çok güzel bir tecellisini Rububiyet ve sabırla meczederek gösterdiğinden Hz. Eyyub’a (aleyhisselâm) ve onun davranışlarına dikkatimizi çekmek için diyor ki:
“Hz. Eyyub (aleyhisselâm) münâcâtında, nefis istirahati için dua etmemiş. Belki lisânî zikir ve kalbi tefekküre mâni olduğu zaman ubudiyet için şifa taleb eylemiş. Biz o münacâtla birinci maksadımız, günahlardan gelen manevî ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz.
“Maddi hastalıklar için ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Madem Onun rububiyetine razıyız; o noktada verdiği şeye rıza lâzım.”
Bu tesbit ve izahlardan anlaşılmaktadır ki, kul hem maddî, hem manevî hastalıklarından şifa bulmak için Hâlık-ı Hakîmin Rububiyetine razı olmak durumundadır; böylece verdiği şeylere de rıza lâzımdır.
Lem’alar’ın giriş kısmında hayatın bir nevi felsefesini yapan Üstad, birkaç nükte halinde izah ettiği dua mevzuuna şu cümleleriyle devam ediyor:
“ŞU DÂR-I DÜNYA, MEYDAN-I İMTİHANDIR VE DÂR-I HİZMETTİR. LEZZET, ÜCRET VE MÜKÂFAT YERİ DEĞİLDİR. MADEM DÂR-I HİZMETTİR VE MAHALL-İ UBUDİYETTİR. HASTALIKLAR VE MUSİBETLER DİNİ OLMAMAK VE SABRETMEK ŞARTIYLA O HİZMETE VE O UBUDİYETE ÇOK MUVAFIK OLUYOR VE KUVVET VERİYOR. HER BİR SAATİ BİR GÜN İBADET HÜKMÜNE GETİRDİĞİNDEN, ŞEKVA DEĞİL, ŞÜKRETMEK GEREKİR.”
Yine Üstada göre ibadet iki kısımdır:
1. Müsbet.
2. Menfî.
“Müsbet kısmı malûm. Menfî kısmı ise hastalıklar ve musibetlerle, Rabb-i Rahîm’ine teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir ubudiyette bulunmaktır. Bu ubudiyete riyâ girmez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur.
Bu açıklamalardan sonra Bediüzzaman “Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı ilâhiyeye iltica edip fefyad etmek gerekir” şeklindeki tesbiti ile asıl felâkete dikkatimizi çekmektedir.
12 . BİR ÂYET VE BEŞ NÜKTE
Said Nursî, “Dua etmek, hem hulûs ve huşu ile dua etmek, her namazın sonunda bilhassa sabah namazından sonra, hu-susan mescidlerde, hususen leyali-i meşhûrede, Ramazan’da, Leyle-i Kadir’de dua etmek kabule karin olması Rahmet-i İlahiyeden kaviyyen memuldur” sözleriyle, duanın âdabını, makbuliyet şartlarını, vakitlerini, duaya istiğfar ile başlamak gerektiğini, kabul olması müjdelenen hususî anlarını, dua edilecek mahalleri, mübarek gecelerde dua etmenin faziletini, âyet ve hadis-i şeriflerde dua etmenin bereketini mücmelen beyan etmektedir.
Burada söz konusu olan Bakara suresinin . âyetinde kul, Cenab-ı Haktan hem bu dünyada, hem de âhirette iyilik vermesini ve kendisini Cehennem azabından korumasını ister.
Âyet-i kerimede geçen “hasene” kelimesi çok çeşitli manalara gelmektedir. Özet olarak söylemek gerekirse “hasene”, insanın nefsinde, bedeninde, ahvalinde, nailiyetle mesrur olacağı bir nimettir ki, isim manasıyla güzel ve güzellik demektir. Kur’ân-ı Kerimde varid olan hüsünler (güzellikler) ise ekseriyetle basiret cihetinden müstahsen olanlardır. Bunun için yalnız bidayeti nazar-ı itibara alarak dünya güzelliği istemek akıl kârı değildir.
Bediüzzaman, Sözler’de (23. söz, 1. mebhas, 5. nokta) izah ettiği “De ki: Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” âyet-i kerimesini bu kere Mektubat’ında (25. mektubun 1. zeyli) beş nükte halinde açıklamaktadır:
1. Nükte: Dua bir sırr-ı azim-i ubudiyettir; ubudiyetin ruhu hükmündedir.
2. Nükte: Duanın tesiri azimdir. Hususan duâ külliyet kesbederek devam etse, netice vermesi galiptir. Halık-ı âlem istikbalde o Zâtı (Hz. Muhammed), nev-i beşer nâmına, o gelecek duayı kabul etmiş, kâinatı halk etmiş. İşte ey Müslüman! Senin rûz-ı mahşerde böyle bir şefîin var. Bu şefîin şefaatini kendine celbetmek için onun sünnetine ittiba et!
3. Nükte: Duayı kavlî-i ihtiyarinin makbuliyeti iki cihetledir; ya aynı matbulu ile makbul olur veyahut daha evlası verilir. Meselâ, birisi kendine bir erkek evlat ister, Cenab-ı Hak Hz. Meryem gibi bir kız evlâdını verir. “Duası kabul olunmadı” denilmez; “daha evlâ bir surette kabul edildi” denilir. Bazan kendi dünyasının saadeti için dua eder, duası âhiret için kabul olunur; “duası reddedildi de- nilmez”; belki “daha evlâ bir surette kabul edildi” denilir. Biz Cenab-ı Haktan isteriz, O da hikmetine göre bizimle muamele eder. Meselâ hasta bal ister, tabib-i hazık, sıtması için sulfata verir. Buna “Tabib beni dinlemedi”denilmez.
4. Nükte: Duanın en güzel, en lâtif, en leziz, en hâzır meyvesi şudur: dua eden adam bilir ki, birisi onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir. Onun kudret eli herşeye yetişir. Bir Kerim Zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Bu kişi Onun huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyar, dünya kadar ağır yükü üzerinden atıp “Elhamdü lillah” der.
6. Nükte: Dua ubudiyetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir; çünkü dua eden adam, duasıyla gösteriyor ki, bütün kâinata hükmeden birisi var, en küçük işlerime ıttılaı var. Nitekim, “Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, size cevap vereyim” Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi. Burada mantıkî bir cümle ile mesele en veciz şekilde anlatılmıştır.
Bediüzzaman’ın Furkan Suresi 77. âyetine getirdiği izah cidden çok manidardır. “VERMEK İSTEMESEYDİ, İSTEMEK VERMEZDİ”cümlesi tek başına ve bu haliyle bile âyet-i kerimeyi mantık dokusu içinde vermektedir. “Ne kıymet verir size Rabbim, duanız olmasa”cümlesi, insan yaratılışının hikmetinin ibadet ve ubudiyet olduğunu, ibadet ve ubudiyetten yoksun bir kulun Allah indinde bir değerinin bulunmadığını bize bildirmektedir. Ayetin devamında, duanız olmadığı takdirde tekzip etmişsiniz, Rabbinize inanmamışsınız demektir. O takdirde tekzibin cezası yarın boynunuza geçer, diye buyurulmaktadır.
Yine bu âyet-i kerimenin tefsirinde, Allah’ın gerçek kullarına vaad edilen büyük mükâfatlara zıt olarak kâfirlere yapılan bir ikazla şöyle buyurulmaktadır: “Yardım ve himaye için Allah’a dua etmez ve Ona ibadette bulunmazsanız, Onun yanında hiçbir değer ve öneminiz olmayacak ve sizden müstağni olduğunu, hiçbir şekilde yardımınıza muhtaç bulunmadığı için size hiç itibar etmeyecektir. Size rah-metiyle davranması için, kendisine dua etme fırsatı tanıması, şüphesiz kendi yararınızadır. Bunu da yapmazsanız, diğer yaratıklarla aranızda hiçbir fark kalmaz” Kısaca bu âyet-i kerimede dua ve ibadeti olmayan insanın, Allah Teâlâ indinde bir değerinin bulunmadığı, bu gerçeği yalanlayanlara azabın mutlaka uğrayacağı kesinlikle bildirilmiştir.
…………
__________________________________________________________________________________
İsmail Hakkı ALTUNTAŞ
Faydalanılan Kaynak: Osman CİLACI, Risale-i Nur Açısından DUA ve UBUDİYET, Nesil Yayın, Eylül, 1997, İstanbul