Batı’da 16. yüzyılın ortalarıdır. Avrupa’da Katolik ve Protestanlar birbirlerine kin duymakta, 80 yıllık din savaşları olarak bilinen çatışmanın başlamasına az kalmıştır.
Doğu’da ise Osmanlı, Orta Doğu ve Avrupa’nın siyasi ve kültürel arenasında tüm ihtişamı ile varlığını hissettirir. Bu hissettirme Anadolu dışındaki farklı topraklarda Türkler ile alakalı “propaganda”lara yol açmakta, hatta atasözlerine kadar, Türkler ile alakalı olumsuz vurgular yapılmakta idi.
Örneğin:
“Anneciğim, Türkler geliyor”,
”Türk gibi pis kokmak”, yada
“Türk müyüm?”, gibi sözler İtalyan, Malta ve Yunancada ırkçı atasözleri olarak tarihte bilinmekte. Hatta 2008 ‘de “En iyi Türk, ölü Türk” ( Yunanca) Nato kararı ile 2009 da Yunan edebiyatından çıkartılmaya kadar gidilmiştir.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ancak Avrupa’da unutulmaya yüz tutan bir atasözün hikayesini çok ilginç.
80 yıllık din savaşları
1566’te ilk defa Avrupa’da Katolik ve Protestanlar 80 yıllık din savaşlarında öncesinde birbirinin boğazlarını keserken bu atasözü kullanılmaya başlandı. İlk defa Belçika – Answers’te. O dönem Batı Avrupa’da bir güç olan, Katolik İspanyol dönemidir. Doğu’da ise yine bazı Avrupalıların tehdit bazılarının hoşgörü abidesi olarak gördüğü, Osmanlı vardır.
2005 yılında TRT den Sevgili Nuray Yılmaz abla, Belçika-Hollanda sınırında çektiğimiz “Türkiye” adlı köy yarı belgeselinde yaşadıklarım geliyor aklıma. “Vay be Osman. Dedelerimiz neymiş” demişti Nuray abla. (Kulakları çınlasın) Anlatayım!
Katolik İspanya “toprak genişletme” çalışmalarına aralıksız devam etmektedir.
17. yüzyılın başlarında İspanya, o zamanlar Protestan olan Hollanda’yı almak istemektedir. 12 kadar gemi filosu ile saldırır. Filolarda kullandığı forsalar köle “Türk”lerdir. Türkün o günlerdeki anlamı “Müslüman”dır! İspanyollar Hollanda’nın Zeeland bölgesindeki ( Zeebrugge mahallindeki) denize kadar gelirler.
İstila sırasında forsalar hastalanırlar (salgın). 10 kadar filo geri çekilir. Sayıları bilinmeyen 2 filoluk Müslüman forsalar, hasta olarak gemilerde terk edilir.
Bölgedeki köy sakinleri günlerce filodaki forsaları görür ancak bulaşıcı hastalık korkusu ile oraya yanaşamazlar. Taki, birkaç kahraman Hollandalı köylünün içeriye girmesi ile forsaların dünyası değişir. Bu şahıslar forsalara “koca karı” ilaçları vererek iyileştirirler.
İyileşen Müslüman forsalar Waterlandkerkje tarafına yerleştirilir. Bu kişiler yerleştikleri bu bölgede, hal ve yaşamları ile, Hollandalı köylülerin kalplerini fethederler. Onlarla dost olurlar. O bölgeye önce “Türklerin yeri” sonra “TURKEYE” denilmiştir. Halen günümüzde Hollanda’da 20 hanelik “küçük bir şehir” olarak “mis gibi Türk tarihi” kokmakta! Burada unutmadan tarihe geçmesi gereken güzel insan, Hollandalı Monique Sturm bu küçük köyün halen “Türkiye Büyükelçisi”ni yad etmeden olmaz! Türkiye’ye yaptıklarını kimse ödeyemez!
Devam edelim……
Sultan 1. Ahmet
Forsaların Hollanda’da “esir” düştüğünü duyan Osmanlı derhal bir gemi gönderir Hollanda’ya. Gemi, Müslüman esir forsaları iyileştirip hayata döndüren “Waterlandkerkje” daha sonra “Sint Anna ter Muiden” ismini alacak olan bölge sakinlerini gemiye bindirip, misafir olarak İstanbul’a Payitaht’a getirir.
Zamanın Osmanlı Sultanı, 1612 de, Hollandalılara Akdeniz sularında imtiyaz verecek olan Sultan I. Ahmet’tir.
Ahali bir güzel İstanbul’da yedirilir, içirilir, bir güzel ziyafet çekilir.
Geri dönerlerken hatıra adına Osmanlı’nın sembolü olan, 3 hilal hediye edilir.
Bu hilal halen Sint Anne ter Muiden Belediyesinin ambleminde mevcuttur.
Sınt Anna Ter Muiden belediye amblemi
Hollanda’dan Osmanlı’ya duyulan özlem
Geri dönen Sınt Anna ter Muiden ahalisi Osmanlı’ya “özlem duymaya” devam eder. İstanbul’un her köşe başında mevcut, temizliğin almazsa olmazı olan, çeşmeleri hatırlarlar.
Hollanda’da köylerinin ortasına bir “Sarıklı Çeşme” yaptırırlar. Çeşme halen bu şehirde tüm ihtişamı ile mevcuttur.
Çeşme’deki çok önemli üç sembol gözden kaçmıyor. Birincisi Sarık. Bu Osmanlıyı anımsatması için yapılmış.
İkinci sembol ise Hilal. Osmanlı’da İslamı temsil ediyor.
Üçüncüsü ise bir yazı. Çok ilginç. Yazıda aynen şunu yazıyor.
“ Papaya dahil olmaktan ise Türk olmayı tercih ederim” ( Liever Paaps dan Turx)
Bu yazı 1565’lerde Osmanlı’nın din hoşgörüsü diğer taraftan Katolik II. Filips’in dini baskısına vurgu yapıyordu.
Hatta, Hollanda’nın kurucusu Willem van Oranje’nın kardeşi, Lodewijk van Nassau, 1565 te yazdırdığı bildiride ülkesinde barışın sağlanması için çeşitli dinlerin topraklarında mutlaka yaşaması gerektiğini, aynı zamanda Fransa’da dindarların kovuşturulmasında sonra “Türk olma istemeleri doğaldır” diyerek yine Osmanlının hoşgörü ve özgürlükçü olduğunun altını çizmiştir.
Bu atasözü 1570’te bastırılan paraların (şuan Leiden müzesinde) mevcuttur.
Zilveren, gegoten en nabewerkte “halve maan” geuzenpenning, circa 1570
Gelelim günümüze..
Hollanda Türkiye krizi derhal çözülmelidir.. Hatta Avrupa ile işbirliği alanında sağlam temeller atılmalıdır. Bunun da yolu karşılıklı güven ve saygı duymanın ta kendisidir. Dinine, etniğine, kültür ve siyasetine. Hiç kimse kimseyi bu kriterlerden dolayı yargılamamalıdır.
1495’lere dayanılan bir “ilişki” basit kavgalara teslim edilemez.
Hollanda’lı kahraman köylüler Müslüman askerlerinin canının kurtulmasına vesile olmuş, Osmanlı ise, dinlerınden ( Protestan olmalarından) dolayı öldürülmek istenilen dindarların yanında olarak destek vermiştir.
Savaş çıkaranların yanında olmaktansa beraber yaşamanın yollarına bakacağız….
Haydin kardeşliğe!
Vesselam!
_______________________________________________________________________________
Superhaber