Analiz Haber
(Bu uzun yazı Ali Ferşadoğlu, Hayrettin Huyut ve emsaline cevaptır.)
Yazının başlığını ‘’cinnet-i muvakkata’’, ‘’Celladına âşık olma’’,’’Cibali Babalık’’ veya ‘’ CHP yi Cilalama hareketleri’’ şeklinde de düşünebilirsiniz.
Tarih boyunca, pek çok kavramlar, gerçek anlamlarından farklı olarak kullanılmış ve yorumlanmıştır. Ancak bu değer ölçülerinin, günümüzdeki kadar farklı kullanıldığı ve değişik yorumlandığı dönem herhalde yoktur. Öyle ki, ‘’siyah’’ beyaz olarak; ’’beyaz’’ da siyah olarak gösterilmekte ve yorumlanabilmektedir.
Yoruma açık konularda farklı görüşlerin olması, elbette ki normaldir. Ancak açık ve sarih konuların, anlamından farklı yorumlanması; iyi niyetle bağdaşmaz. Sözü fazla dağıtmadan ‘’Yeni Asya Gazetesinin Risale-i Nurdaki hakikatleri nasıl çarpıttığı ve bu prensipleri kendi sapık düşüncelerine nasıl alet ettiği konusuna gelmek istiyorum.
Evvela, Yeni Asya demişken, önemli bir ayrıntıyı belirtmem gerekiyor. Yetmişli yılların başında, yayın hayatına başlayan bu gazetenin; takip ettiği ve uğrunda mücadele yaptığı, kutsal ve ideal hedefleri vardı. 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi ve 82 Anayasasına karşı yaptığı, cansiperane mücadele ve sergilediği ‘’vakur duruş’’; tarihin altın sayfalarında yerini almıştır. O dönemdeki, anti demokratik tavırlara direnişi, oligarşik vesayetlere karşı, demokrasi mücadelesi ve bunun sonucunda, uğradığı mağduriyetler, asla inkâr edilemez.
Ancak, 1980 sonrası yavaş yavaş takip ettiği ideallerinden uzaklaştığı görülmektedir. Günümüzde ise, artık bu gazetenin kuruluş amaçları ile bir ilgisi kalmamış; yüklendiği misyon ve ilkelerinden tamamen farklı bir istikamete yönelmiş veya yönlendirilmiştir. Hizmet araçları, amaca hizmet ettikleri müddetçe, amaç kadar önemlidirler. Ancak araç, amaç yerine geçer ve amacı kendine hizmet ettiren bir konuma gelirse, o özelliğini kaybetmiş olur.
Yeni Asya’nın bugünkü tutumuyla; başlangıç dönemleri mukayese edildiğinde, tanınmayacak hale geldiği görülecektir. Maksatlı kişilerin dışındaki bir kısım insanlar; tertemiz duygu ve düşüncelerle, Yeni Asya’yı başlangıç dönemindeki saf ve temiz ideallerle hizmet yapan bir gazete olarak gördükleri ve tahayyül ettikleri için, yapılan yanlışları görmezden gelerek; bağlılıklarını devam ettirmektedirler. Bütün bunların ana sebebi, siyasi noktadaki ‘’Ehven-i Şer Prensibi’’ yerine, kendisini siyasi bir kişi olarak Süleyman Demirel’e endekslemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Şablondaki bu kayma, diğer yanlışların zincirleme meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Risalelerdeki prensiplerin yanlış ve zorlamalı yorumları da bu noktada başlamaktadır.
28 Şubat darbesinde, bu yanlış tutum iyice su yüzüne çıkmıştır. Demirel’in bu darbede oynadığı aktif rol; Mehmet Kutlular ve birtakım köşe yazarları tarafından ‘’Demirel olmasaydı kan gövdeyi götürecekti.’’ ‘’Demirel darbeyi ve meclisin kapanmasını önledi.’’ ‘’O bir siyaset dâhisidir.’’ ‘’Demirel’in siyasetini kimse anlayamaz.’’(M.Latif Salihoğlu: ‘’Demirel’i Anlayabilmek’’ başlığı altındaki ‘’inciler’’ dolusu makalesi: 15 Eylül 1997) gibi yâvelerle savunulması; şiddetli tartışmalara sebep olmuşsa da, gazetenin yanlışlarını engelleme konusunda etkili olunamamıştır.
Demirel’in manevrası ile darbenin önü alındığı ve meclisin açık tutulduğu iddiaları ise, tam bir safsata ve mugalâtadır. Aslında 28 Şubat; darbelerin en dehşetlisi ve en kötüsü idi. Çünkü darbeciler isteklerini; Demirel vasıtası ile sivil hükümete yaptırmışlardır. Keşke meclis kapatılsa idi de, yapılan icraatlara, sivil seçilmişler ortak olmasalardı!.. Buradaki temel yanlış; darbelere karşı olan idealist bir gazetenin, kendisini şahsa endekslemek suretiyle, dolaylı olarak darbe destekçisi olma konumuna düşmüş olmasıdır.
Demirel bir siyasetçidir. Günü kurtarmak için, korku veya makam hırsı veya daha başka şahsi sebeplerle, bu darbenin içerisinde bulunmuş olabilir. Onun açısından bu normaldir. Ancak idealist bir gazetenin Onun yanlışlarına kılıf uydurması, tabii ki normal karşılanamaz. ‘’O zaman sansürlü olarak yayınlanan ‘’Şahıs mı Prensip mi’’ yazımızda bu hususlar dile getirilmiştir. İşin garibi bu yanlış gazete tabanında da maalesef destek bulmuştur. Çünkü köşe yazarları meseleyi; ’’Demirel’in buna mecbur olduğu’’ konusunda ikna etmişlerdir.
Darbe karşıtı olarak bilinen bir gazetenin darbe taraftarı olarak yazılar yazması ne yazık ki o gün gereken eleştiriyi okuyucusundan alamamıştır. İşin garibi 27 Nisan E-muhtıra verildiğinde dahi dolaylı olarak hükümet suçlanmış, muhtırayı verenlerin haklı olduğu savunulmuştur. Arşivlere bakıldığında; bu ve benzeri anti-demokratik yazıların, pek çok örneği görülecektir. Nitekim Güleçyüz’ün, Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçimindeki değerlendirmeleri de, demokratlıkla ve böyle bir gazetenin yayın ilkeleri ile bağdaşmayan hususlardır. Prensiplere aykırı olan bu tür yayınlara karşı çıkan pek çok kimse; ‘’Kafası bozulmuş’’ denilerek, çeşitli bahane ve yaftalarla damgalanmış ve pasifize edilmişlerdir.
Yapılan onca yanlışlara ise; ‘’Risale-i Nur Mesleğini muhafaza etmek’’ kılıfı ve bahanesi gerekçe gösterilmiştir. Yani yapılan yanlışlar, kitaba dayandırılarak, harekete bir kutsallık ve meşruiyet verilmiştir. Böylece eleştiri ve karşı çıkmaların önü kesilmek istenmiştir. Gerçek ve ideal ekseninden inhiraf etmiş olan gazete; ne yazık ki yanlışlarına pek çok yanlışı ekleyerek, yayınına devam etmektedir. Bütün bunlar yapılırken de ‘’Risale-i Nur prensipleri gereği’’ olarak bu şekilde hareket edildiği hep vurgulana gelmiştir. Ayrıca, Risalelerde; Bediüzzaman’ın, ‘’parti destekleme ve rey verme’’ hususundaki açık ve net olan gerekçesi; yanlış yorumlanmak suretiyle, okuyucuların kafaları karıştırılmış. 2002 den beri, millet ekseriyetinin meşru reyleri ile iktidara gelmiş Ak Parti Hükümetine; adeta siyasi ve rakip bir parti gibi muhalefet yapılmıştır. Ve bunun dozajı artarak devam etmektedir. Hem de Risale-i Nur adına!..
Bu konudaki temel kriter ve ölçüler; anlamı ve kullanış maksadı dışında yorumlanmak suretiyle, yanlış anlayışlara dayanak yapılmıştır. Yazar kadrosunun oradaki manayı anlamadıklarına ihtimal vermiyorum. Ancak zorlamalı tevillerle, konunun saptırıldığı açık bir şekilde görülmektedir. Mesela Bediüzzaman’ın Parti destekleme ve rey verme konusundaki ölçüsü; daha büyük ve tehlikeli gördüğü partilerin iktidarına engel olmak için; onlardan daha az zararlı olan bir partiyi iktidarda muhafaza etmek iken; bu konu ana ekseninden saptırılmıştır. Yani ismi Demokrat Parti olduğu için değil; tehlikeli gördüğü iki partinin iktidarına engel olmak için; ‘’ehven-i şer ‘’ konumundaki Demokrat partiye rey ve destek verilmişken; gazete yazarları ‘’Bediüzzaman Demokrat Partiye rey vermiştir’’ diyerek, ismi ‘’ Demokrat Parti’’ olan bir partiye rey verilmesi gerektiğini ısrarla savunmuşlardır.
İşte konu ile ilgili, Risalelerdeki orijinal ifadeler: ‘’Ne için Demokrat Partiyi muhafazaya çalıştığı’’ sorusuna verdiği cevap:
‘’Eğer Demokrat parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek… Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır… İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Partiyi, Kur’an ve vatan ve İslamiyet namına muhafazaya çalışıyorum.’’ (Emirdağ Lahikası: 422)
Millet partisinin de müsbet milliyeti değil de menfi milliyeti, yani ırkçılığı esas alarak hareket etmesi durumundaki hareketini de aynı şekilde tehlikeli gördüğünden o partinin de iktidara gelmemesi için ‘’Demokrat partiyi, ’’Kur’an ve vatan ve millet hesabına, dindar ve dine hürmetkâr Demokrat Partinin iktidarda kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum.’’ (Emirdağ Lahikası: 422) diyor.
Bu gün parlatılmağa ve cilalamaya çalışılan CHP Hakkındaki Bediüzzaman’ın görüş ve kanaati budur. Demek ki Bediüzzaman bu arkadaşların görüşüne göre ‘’Niyet okumakta’’ ve delilsiz hareket etmektedir.
Şimdi insaflı ve dikkatli bir şekilde Bediüzzaman’ın yukarıdaki ifadeleri tahlil edildiğinde; bundan nasıl bir anlam çıkarılabilir? Bediüzzaman’ın din vatan ve millet için tehlikeli olarak gördüğü ve iktidar olmamaları için gayret gösterdiği partiler; bugün aktif bir şekilde, aynı ideolojileriyle, iktidar alternatifi olarak meydanda mevcut iken, takip edilecek yol; yine bu partilerin, iktidar olmasına engel olmak için, Ak Partiye destek vermek değil midir? Demokrat Parti adındaki bir tabela partisine verilecek reyler; tehlikeli olarak vasıflandırılan partilerin iktidarına nasıl engel olacak acaba?
Bunun cevabı ve izahı yok. Ama başka mazeret hazır! ‘’ Meşveret Kararı’’ gereği olarak böyle hareket edildi!’’ Önceden verilmiş kararların cemaate tasdik ettirilmesine meşveret kararı denilerek, işe meşruiyet kazandırma ameliyesi!.. Risalelerde açık ve net olan bu hususun nesini meşveret ediyorsun? Bu konuda ancak bu günkü ortamda ‘’ehven-i şer’’ konumundaki partinin hangisi olduğu müzakere edilebilir. Aslında bu husus da gayet açık olduğu için, bunda bile meşverete gerek yoktur. Farklı düşünen ve farklı hareket eden insanlara bir diyeceğimiz olmaz. Bizim itirazımız yapılan yanlışların Risale-i Nurlara dayandırılması ve Bediüzzaman’ın tarzı imiş gibi sunulmasınadır…
Enteresan olan husus; şimdiye kadar ‘’Bediüzzaman Demokrat Partiye rey verdiği için, biz de Demokrat Partiye destek vermeliyiz’’ deniliyordu. Ama son zamanlarda işin mahiyeti daha farklı bir boyuta geldi. Şimdilerde her fırsatta CHPnin cilalandığı ve parlatılmağa çalışıldığı görülmektedir. Alıştıra alıştıra gidiyorlar. Başlangıçta ‘’böyle bir şey yoktur’’ diyorlardı. Fanatik okuyucuların sosyal medyadaki paylaşımlarına bakıldığında, az sayıdaki okuyucu kitlesinin de maalesef bu konuda ikna edildiği görülmektedir.
Bediüzzaman CHP için;‘’Bu asil Türk Milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyyen iktidara getirmeyecek’’ (Emirdağ Lahikası: 422) diyor. Yeni Asya ise, bugün bu partinin iktidarı için, direk veya dolaylı olarak neşriyat yapıyor, el ele kol kola yürüyüşler yapıyor. Bu durumun Bediüzzaman’ın ilke ve prensipleri ile ne alakası var?
Anlaşılan; ‘’Demokrat Partisi, binde dörtler civarında dolaşan bir tabela partisi. Bunu savunmak abesle iştigal. O halde şöyle oy yüzdesi yüksek olan bir partiyi destekleyelim de işe yarasın !!!’’ Şeklinde düşünmüş olacaklar ki bu şekilde davranıyorlar. Bu durum Yeni Asya’nın nerelere savrulduğunu, kimlerin dümenine girdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu duruma bir de kılıf uydurmuşlar’’Müsbet hareket’’!!! Hakperestlik içinde hareket ettiklerini göstermek için de; ‘’SHP ‘li Fikri Sağlar Risaleleri Kültür Bakanlığı Kütüphanesine koydurtmuş da…’’ ‘’Yok Kılıçdaroğlu cemaatlere saygılıyım’’, ‘’Bediüzzaman’ın eserlerini kütüphanelere koyan biziz demiş’’ de…’’Bediüzzaman Halk partisine mektup yazmış da v.s…’’Breh. Breh. Breh… Meğer CHP neymiş de fark edememişiz! Demek, Bediüzzaman da, Halk Partisini tanıyamamış ki, Din ve vatan için o kadar tehlikeli görmüş!
Ne gariptir ki on beş seneden beri menfi yayınları ile hükümeti hedef alan ve yapılan hiçbir hizmetini takdir etmeyenler, ‘’Müsbet hareket’’ ifadesini kullanabiliyorlar. İslam’a ve Müslümanlara onca zulüm ve haksızlığı reva görenlere, ‘’Müsbet Hareket’’ adı altında, ‘’engin hoşgürü’’ ile bakanların; bu müsamahayı, dindar ve dine hürmetkâr olmakla beraber; pek çok müsbet hizmetleri bulunan iktidar partisinden niçin esirgemektedirler acaba? Hakperestlik ve kadirşinaslık bu mudur? Bu mugalatalalı mukayeseleri; Bediüzzaman’ın, şu ifadeleriyle bir karşılaştırın bakalım:
‘’S- O sail-i meçhul, tekrar der: Cerbeze nedir?
C- Müteferrik büyük işlerde, yalnız kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir. İşte şu cerbezenin tavr-ı acibi; zaman ve mekânda müteferrik şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile herşeyi temaşa eder.
S- Efkâr-ı hazırada cerbeze nasıl bir tesir etmiştir?
C- Bak, o seyyiedir ki; Ararat Dağı kadar bize zulüm ve tahkir eden, ecnebî bir devleti, ne safsatalı bahanelerle: bilmem hangi tarihte Kırım’da bize yardım etmiş gibi yâvelerle, bize dost olabilecek surette gösteriyorlar. Hem Sübhan Dağı kadar, İslâmiyet’in izzet ve şerefine çalışan güruh-u mücahidîni, acib bahanelerle en fena derekesine indirip, millete düşman gibi gösteriyorlar.’’ (Asar-ı Bediiyye:82)
Acaba bu ifadeler birer şablon olarak kime veya kimlere uyuyor? Daha doğrusu bu satırlarda kimler tarif ediliyor? Bu ifadelerin, sizin anladığınız ve anlatmak istediğiniz tarzda anlaşılması mümkün mü?
Bizim hiçbir şahıs ve partiye isim olarak ön yargımız ve garazımız olamaz. Meseleyi ideolojik düşünce ve yapı olarak değerlendiriyoruz. Bilhassa geçmişte yapılan icraatlara bakarak hüküm veriyoruz. Bediüzzaman’ın değerlendirmeleri de icraat yönündedir. Hilmi Uran’a mektup yazması, o partiyi tezkiye anlamı taşımaz. O mektuptaki tavsiyeler yerine getirilmiş midir? CHP nin geçmişte yaptığı menfi icraatlar ortada.. Bunları bilmeyen mi var? Hadi geçmişte bunları yapmış ama bugün bundan pişmanlık duyduğuna dair bir emare var mı? Mesela CHP;
- yapılan onca yanlış icraat ve zulümlerin sorumluluğunu, bu icraatları yapan baştaki reislere vererek, kendisinin bunları onaylamadığını deklare etmiş midir?
- Bediüzzaman, Mustafa Kemal’le de görüşmüş ve önemli ikaz ve tavsiyelerde bulunmuştur. Bu tavsiye ve nasihatler, nazar-ı İtibara alınmış mıdır?
- Peki, bugünkü CHP, geçmişi ile ilgili, herhangi bir itirafta bulunarak redd-i miras yapmış mıdır?
- Kemalist ideolojiden vazgeçtiğini ifade etmiş midir? Veya o ideolojiden rahatsızlık duyduğunu gösteren bir emare var mıdır?
Son mektubunda Bediüzzaman’ın kabahat ve kusuru yüzde beşe verdiği doğrudur. Peki, bu yüzde beş oranı temsil edenler kimlerdir? Ve bu yüz de beş nerededir? CHP ye rey veren yüzde yirmibeşlik rey oranının, yüzde beşi kaça tekabül ediyor? Ayrıca bu yüzde beş CHP nin beyin takımıdır. Süfyanizmin koruyucu kadrosudur. Ve bugünkü CHP bu kadronun kontrolündedir. Yüzdenin diğer kısmını arkasından sürükleyen lokomotiftir.
Bediüzzaman’ın bu son mektubunda, bu ifadelerle verdiği mesaj; Bu mektupta verilen mesaj; kendisine bu kadar zulüm ve işkence yapan bu parti ve mensuplarından; intikam alma düşüncesi ile herhangi bir menfi ve fiili harekete girişilmemesi konusunda talebelerini uyarmaktır. O mektubunda Bediüzzaman; ‘’Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; “ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha “âzamüşşer”den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun. Şimdi Allah’a şükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, (Demokrat Parti) bir parça bunu hissetti ki, o eserlerin neşrine mâni olmadı; hakaik-i imaniyenin dünyada bir cennet-i mâneviyeyi ehl-i imana kazandırdığını ispat eden Risale-i Nur’a mümanâat etmedi, neşrine müsaadekâr davrandı, nâşirlerine de tazyikattan vazgeçti.
Kardeşlerim, hastalığım pek şiddetli; belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan-bazan men olduğum gibi men edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, “ehvenüşşer” deyip; bazı biçare yanlışçıların hatâlarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil… Çünkü dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; “ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha “âzamüşşer”den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun..’’ (Emirdağ Lahikası: 458) ifadeleri ile Demokrat partiyi ‘’Ehvenüşşer’’, Halk partisini ise ’’a’zmü’ş-şer’’ olarak tavsif ediyor ve Demokrat partiye destek olunmasını söylüyor.
Şimdi bu ifadelerden CHP yi desteklemek veya tezkiye etmek anlamı çıkarabilmek için, insanın zekâ ve akıl yönünden özürlü olması veyahut da kasıtlı bir hain olması gerekir. Ayrıca böyle yorumlamak Bediüzzaman’a büyük bir bühtandır. Çünkü Süfyanizmle mücadele, Bediüzzaman’ın varlık sebebidir. Dünyada bir birinden en uzak meslek, süfyanın mesleği ile Bediüzzaman’ın mesleğidir. İkisini aynı safta göstermek kadar manevi bir cinayet olamaz.
Bu gün süfyanizmin ilke ve ideolojisini temsil eden, devam ettiren ve korumağa çalışan siyasi yapı, CHP dir. Ve Yeni Asya bu tutumuyla bu gün buna payanda olmaktadır. Bu tutumun Yeni Asya’nın başlangıç dönemlerindeki idealiyle bağdaşması mümkün mü? ‘’CHP nin Bediüzzamanla barışması, onu da herkesi de rahatlatır’’ deniliyor. Bu temenni ve hayal güzel de; buna dair bir işaret bir emare var mı? Aslında yukarıda cımbızla seçilmiş olan bu ifadeler; oy avcılığı için söylenmiş beylik ifadelerdir. İcraat nerede? Fikri Sağlar’ın Tüm komünist eserleri kütüphaneye koymak için, göz boyama nevinden Risaleleri bunlara ilave etmesi, bir kamuflajdır. Yoksa Fikri Sağlar’ın fikri yapısında herhangi bir değişiklik yok.
Görülen o ki Yeni Asya dönüşü olmayan ufûnetli bir yola girmiştir. Bari bu çamuru misk-i amber diye takdime kalkışmayın. İyice maskara oluyorsunuz.
Ayrıca; Yeni Asya kadrosu ve ona gönül verenler; işe Risale-i Nuru ve Bediüzzaman’ı karıştırıp alet etmeksizin, hangi siyasi partiyi destelerlerse desteklesinler, yine bizi enterese etmiyor. Ancak ‘’Bediüzzaman’ın görüşü budur’’ diyerek kendi yanlışlarına Bediüzzaman’ı payanda yapanlar, bilsinler ki bu büyük bir vebaldir. Bunun hesabını vermek hiç de kolay olmaz.
Gazetede, Risale neşretmekle, ağzından Bediüzzaman’ı düşürmemekle veya harekete ‘’Zübeyri Meslek’’ demekle, Risale Nur Mesleğine uygun hareket edilmiş olmuyor. Fiilen onun prensiplerine uygunluk önemlidir.
‘’O biçareler, “Kalbimiz Üstadla beraberdir” fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Hâlbuki ehl-i ilhâdın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın “Kalbim sâfidir, Üstadımın mesleğine sadıktır” demesi bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vuku buluyor. Ona “Namazın bozuldu” denildiği vakit, o diyor: “Neden namazım bozulsun? Kalbim sâfidir.” (Mektubat:401)
‘’Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder.’’ (Tarihçe: 542)
hakikî müminler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar.’’ (Kastamonu Lahikası: 151)
‘’Zehire tiryak namı vermekle tiryak olmadığı gibi, zındıka hissiyatını veren ve dinsizliğe zemin ihzar eden bir heyetin vaziyetine, ne nam verilirse verilsin, Genç Yurdu denilsin, hattâ Mübarekler Yurdu denilsin, ne denilirse denilsin, o mânâ değişmez.’’ (Barla Lahikası:195)
Demek ki ‘’adalet’’ bahanesi ile yürümekle adalet istenmiş olmuyor.
“İttihada şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?” sorusuna Bediüzzaman: “Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan… Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır. Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir” (Sünuhat: 67)
Bu satırlar tahlil edildiğinde; sözün değil fiil ve davranışın önemli olduğu anlaşılacaktır.
Şimdi Yeni Asya bulunduğu pozisyon ve savunduğu fikirlerle durduğu yere bir baksın bakalım… Kendisi ile beraber, aynı fikirleri paylaşan ve hükümete hücum edenler kimler? Bir tarafınızda CHP ve HDP, bir tarafınızda ulusal basın, bir tarafınızda paralel yapı ve diğer yanınızda dış basın ve Türkiye düşmanları. Bunu, hangi Risale ölçüsüne sığdırıyorsunuz ve nasıl hazmediyorsunuz? Nasıl içinize sindirebiliyorsunuz? Birde Sayın Güleçyüz sık sık; ‘’haysiyetli Yayın’’, ‘’İlkeli Yayın’’ ve ‘’Dik duruş’’ tan bahsederek Yapılanlara kutsallık kılıfı giydirmeğe çalışıyor… Sevsinler sizin ilkeli ‘’dik duruş’’unuzu!..Haysiyet ve şeref yerlerde sürünüyor. Dik duruş bu ise ‘’yatay duruş’’ nedir acaba?
Mehmet Erdoğan