Osmanlı’da Camilerin Kapatılıp Ezanların Susturulduğu Gün
Şehrin fethinden, bugüne kadar, cuma namazının kılınmadığı, ezan sesinin duyulmadığı bir tek gün olmamıştı. Hatta işgal günlerinde bile böyle bir olay yaşanmamıştı. O gün hariç…
Tarih 29 Eylül 1730, günlerden cumaydı. O gün Osmanlı İmparatorluğu tarihinde bir ilk yaşandı. Çünkü camiler kapatıldı ve ezan okunması yasaklandı..
İşte, bu yasağın ilginç öyküsü:
Pasarofça antlaşmasından sonra, Patrona Halil İsyanına kadar ki 12 yıllık dönem, Osmanlı Devletinde Lale Devri olarak anılır. Dönemin en önemli olayları şüphesiz Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın öldürülmesi ve 3. Ahmed’in tahttan indirilmesidir.
Bu döneme kültür, edebiyat ve sanat alanındaki gelişmeler ve teknik alanda Avrupa’dan alınan yenilikler damga vurmuştur. Avrupa’ya geçici elçilerin gönderildiği bu dönemde Paris elçisi Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika 16 Aralık 1727 tarihinde ilk matbaayı kurmuştur. Yalova’da ilk kağıt fabrikası, İstanbul’da itfaiye örgütü, kumaş fabrikası ve çini imalathanesi açılmıştır. İstanbul’da köşkler, saraylar ve lale bahçeleri kuruldu. Doğu kültürüne ait eserler Türkçe’ye çevrildi. İstanbul’da yıllar süren savaşlardan sonra yaşanan bu dönemde, halk da hoşnuttu.
‘Lale Devri’ döneminde imparatorluğa barış hakim olmuş ama bir kesim sınırsız bir eğlenceye dalmış, devlet kendi başına bırakılmış, neticede ekonomi yoldan çıkmış, pahalılık dayanılmaz bir hal almıştı. Halktan homurdanmalar yükseliyordu.
Tarihe geçen ve bir devri kapatan ayaklanma işte böyle bir ortamda başladı. Bayezid Hamamı’nın telláklarından Patrona Halil’in önderliğinde sokağa dökülenler birkaç dakika içinde kendilerine binlerce destekçi buldular. Derken, asker yani yeniçeriler de isyancıların tarafına geçti ve Bayezid Hamamı’nın tellákı Halil bir anda İstanbul’a hakim oldu.
Saray, olup bitenin henüz farkında değildi ama isyancılar da ne yapacaklarına henüz karar vermemişlerdi. Halil ile yeniçeriler arasındaki ilk ciddi görüşme, sokağa dökülmelerinin ikinci gününde yapıldı. Halil, Sadrazam Damad İbrahim Paşa ile bazı devlet adamlarının ‘halkı sıkıntıya soktukları için’ kellelerinin alınmasını istedi. Bu arada bütün yeniçeri kışlalarının ve tersanenin de ayaklanmayı desteklediği haberi geldi. İyice güçlenen Halil, şehirdeki bütün zindanları boşalttırıp mahkumları serbest bıraktırdı.
İşte tam bu sırada, ortaya ‘Deli İbrahim’ adında bir softa çıktı. Patrona Halil ile yeniçeri ağalarının önüne geldi ve ‘Mübarek bir davaya kalktınız. Zalimlerden hesap soruyorsunuz. Böyle büyük bir günde ezan okunmaz, namaz kılınmaz’ dedi, derken bir de fetva verdi.
Deli İbrahim’in fetvasıyla, o gün camiler ve mescitler kapatıldı, ezan okunması ve camilere namaz için gelinmesi yasaklandı ve 1730’un 29 Eylül günü, tarihlere ‘İstanbul’da fetihten buyana ezan okunmayan tek gün’ olarak geçti.
Allah bu ülkeye bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın… Ne güzel bir dua Mehmed Akif’in o duası… Şimdi zaman yolculuğu vaktindeyiz… İstiklal mücadelesi bitmişti… Türkiye yeni bir döneme merhaba diyordu… Reformlar ardı ardına geldi 1923’ten sonra… Ancak ne var ki; harf-şapka-kıyafet derken 1930’lara gelindiğinde, din de yavaş yavaş reform edilmeye başlandı… Öyle ki camilere ayakkabı ile girmemenin gericilik olduğu fikirleri bile ortaya atıldı o yıllarda… Yine o yıllarda bir de dinde ana dil tartışması başladı… Garip bir tartışmaydı bu, kuşkusuz, ama bir o kadar da gerçekti… Ezan 1930’da Türkçeleştirildi… Sonra ne mi oldu.. İşte sonrası….
Cumhuriyet tarihinin en büyük dertlerinden biri bu… Öznesi ezan… Özünden koparılan ezan.. 15 Haziran 622 günüydü… Hazreti Peygamber Medine’deydi… Sesi en güzel sahabesini davet etti yanına… Bilal-i Habeşi’ye seslendi… İnsanları ezana çağır ya Bilal dedi…
Bir kutsal çağrıydı bu… Günde 5 kez yinelenen… Ama bir gün gelecekti o ezan bu topraklarda yani Anadolu’da susacaktı…
Resmi tarih, o büyük derdin ayrıntılarını pek yazmıyor… Ama resmi olmayan tarihte, ümmeti günde 5 defa huzura davet eden o çağrının başına gelen her ayrıntı var…
23 Nisan 1920… Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Anadolu’da o büyük kahramanlık destanlarının yazıldığı günlerde başlıyor öykümüz…
İlk meclis, tam anlamıyla halkın iradesini temsil ediyordu ve Meclis gündemi, tarih boyunca bir daha yaşanmayacak kadar yoğundu…
Vekiller öncelikle ülkeyi kurtarmak için bir aradaydı…
Hiçbirinin zerre kadar başka çıkarı yoktu Ankara’ya geldikleri o gün…
Herkes sadece sözünü söylüyor, Anadolu’nun fikrini dile getiriyordu…
Yani bir anlamda ilk Meclis’te bir milli muhalefet de vardı…
Ama kimse yükseltmiyordu sesini çünkü öncelikli mesele memleketti…
Resmi tarih işte ilk olarak o zamanlarda girdi devreye.
Muhalif olarak adlandırılan isimler bir bir gerici ilan edilmeye başlandı.
Oysa muhalifler, gericilik yapmıyor, sadece ata mirasını savunuyorlardı.
İslam Anadolu’yu yüzlerce yıl boyunca bir arada tutmuştu.
Bunu herkes bunu biliyordu, vekiller de zaten sadece o gerçeği dile getiriyordu…
İslam’a hak ettiği değer, yeni dönemde de teslim edilmeli deniliyordu…
Ancak ilk Meclis’te atılan ilk adım 29 nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniyye yani vatana ihanet kanunu oldu…
Kanun İstiklal Mahkemelerinin kurulmasını öngörüyordu…
Yani artık isminin üzerine gerici damgası vurulan kim varsa, o mahkemeye çıkacaktı…
Milli Mücadele tamamlandıktan sonra reformlar devrine geçti Meclis…
Hilafet ve saltanatın kaldırılması adımları ardı ardına atıldı… Harf – şapka ve kıyafet devrimleri yapıldı…
Hilafetin kaldırıldığı gün yani 3 Mart 1924’te İngiltere’nin İstanbul’daki büyükelçisi Lord Winsey konuşacak ve “Laik Türkiye’nin Müslümanları artık İngilizler için tehlike olmaktan çıkmıştır” diyecekti..
Anadolu şaşkındı…
En başta halifesiz kalmak nedir onu bilmediği için şaşkındı Anadolu…
Sonra şapka taktığı için şaşkındı…
Kadınlar sokağa çıkamaz olmuş, bir nesil okumayı bir gecede unutmuştu…
Yani tam bir travmaydı bu, milli mücadelede canını ortaya koyan Anadolu reformlara hazırlıksız yakalanmıştı…
O büyük şaşkınlık 1930’lara kadar, atılan yeni adımlarla, aralıksız devam etti…
10 Nisan 1928’de bu kez devletin dininin İslam olduğu ibaresi anayasadan çıkarıldı…
Yani din ve devlet işleri kesin çizgiyle birbirinden ayrıldı…
Yani bir anlamda din, devlet işlerine karışmıyordu… Ama kanunlar, devletin din işlerine karışmasını engellemiyordu…
Dinin millîleştirilmesi projesi işte o günlerde tartışıldı…
İsmail Hakkı Baltacıoğlu bir ıslah beyannamesi hazırladı…
Beyannamede ilginç öneriler vardı…
Baltacıoğlu Kur’an’daki bazı ayetlerin çağın gerisinde kaldığını söylüyor, eskidiği için çıkarılmasını istiyordu…
Hatta camilere, ayakkabıyı çıkararak girmenin gericilik olduğunu iddia ediyordu….
Uçuk fikirler elbette kabul görmedi…
Ama o sözlerin edilmesi dahi Anadolu’yu germeye yetti…
Ancak kimse sesini yükseltemezdi… Çünkü İstiklal Mahkemeleri vardı…
Değişim hareketi, Kur’an-ı değiştirmeyecekti belki ama, o reformlar harfle-şapkayla ve kıyafetle de sınırlı kalmayacaktı… Din değişecekti…
Fikri ortaya atan ilk isim milliyetçi görüşleriyle tanınan Ziya Gökalp oldu…
Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın
Ey Türk oğlu işte senin orasıdır vatanın
Gökalp’in bu fikri Ankara’da kısa sürede karşılık buldu…
İbadetlerin Türkçeleştirilmesi için adımlar atılmaya başlandı…
Kur’an’ı Kerim işte o yıl ilk kez Türkçeye çevrildi…
Teklif ilk olarak Mehmed Akif’e gitmişti…
Ama Akif, “haşa” demekle yetinmişti..
Çünkü o Akif, “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli” demişti mısralarında…
Yapamazdı…
Çeviriyi yapma işi Zeki Melazim’e verildi…
Ancak ne var ki Zeki Melazim’in Arapçaya ana dili kadar hakim bir gayrimüslim olduğunu konuşuyordu herkes…
Türkçe ezan fikri de yine o yıllarda temellendi…
Ve fikir 1932’de hayata geçti…
Bir Ramazan ayında, 30 Ocak 1932 günü Fatih Camiinden ilk Türkçe ezan okundu…
Aynı gün Sultanahmet Camiinde de Hafız Sadettin Kaynak minbere çıktı…
Üzerinde frak vardı…
Başı açıktı…
Hutbeyi Türkçe okudu…
Arapça ezan yasaktı artık…
Okuyan hapse gönderiliyordu…
Millet camileri terk etmeye evlerde cemaatler kurmaya başladı…
1932 Ramazanı işte o şok değişimlerle geçildi…
Doktor Reşit Galip de yine o günlerde ortaya çıktı…
Bir plan hazırlamış hatta planı başkent tarafından onaylanmıştı…
Planda; Müslümanlığın bir Türk dini olduğu ispat edilecek ve kalbin dili anadildir, duaların anadilde yapılması için çalışmalar hızla başlayacaktır deniliyordu…
Yani ezandan sonra artık namaz da – hatta dua da Türkçeleştiriliyordu…
İşte tüm bu olan bitenlere halkın bir cevabı vardı ama, halk o cevabı nerede nasıl vereceğini bilemiyordu…
Milletin kaderi 2’nci Dünya Savaşı ile değişti…
O savaş sırasında Batıya çoğulcu demokrasiye geçme sözü veren Milli Şef dediğini 1946’da yaptı…
CHP içinden çıkan muhaliflere tam bir sevgi seli vardı o seçimde ve halk yaşadığı onca zulme cevap verebileceğini zannediyordu…
Sandığa da o umutla gidildi… Ne var ki 1946 seçimi yani Cumhuriyet’in ilk demokrasi denemesi eşi benzeri görülmemiş şekilde sonuçlandı..
Oy, zabitlerin gözü önünde açık açık veriliyor ama sayım gizli yapılıyordu…
“Açık oy gizli tasnif” diye tarihin karanlık sayfasına yazılan o rezalet CHP’ye 4 yıl daha iktidar hakkı verdi…
Ama 1950’de dönem tümden değişti…
Meclis’te yeni seçim kanunu kabul edilmişti…
CHP içinden çıkan gençler yani demokratlar 14 Mayıs 1950 günü Milli Şef iktidarını tarihe gömdü…
Adnan Menderes başbakandı artık…
Demokratların büyük ağabeyi Celal Bayar’sa Cumhurbaşkanı..
Kabine ilk toplantısını Çankaya köşkünde Celal Bayar nezaretinde yaptı…
O tarihi karar da zaten o gün orada alındı…
Halk neredeyse yıllardır duyamadığı ezanı artık duyabilecekti…
Demokrat partinin ilk işi ezanı gerçek haline çevirmek oldu…
İlk ezan 15 Haziran 622 günü okunmuştu Medine-i Münevvere’de…
Bir tevafuk oldu yani denk geldi…
Elbette bir denk getiren vardı… Yine bir 15 Haziran günü ezan Anadolu’da aslına döndü…
...
Bugün ise Allah’a şükürler olsun ki kendisi Ezan okuyan bir Cumhurbaşkanımız var ve o Cumhurbaşkanı İsrail’deki ezan yasağına karşı sesini yükseltebiliyor. Kızıl Çin’deki, Macaristan’daki ve daha onlarca ülkede yasaklanmak istenen Ümmetin hür sedasını kesmek isteyenlere dik duruşunu sergiliyor.
Kaynaklar: Nurdan Haber – Osmanlipadisahlari.gen.tr – hurarsiv – aHaber