Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerifler ışığında, Oruç tutamayan Mü’minlerin ödemesi gereken fidye meselesi üzerinde durmaya çalışacağız.
Orucun vâcib (Farz) oluşunun asıl hikmeti, Allah’ın emrine boyun eğmekle kulluk zevkini tatmak; rûhu, riyâ eserlerinden temizleyerek kuvvet ve ihlâsı artırmak ve kendini bizzat Allah’ın korumasına teslim etmek için nefis ile cihâd yapmak sureti ile (Allah’ın emirlerini gücü yettiği kadar samimiyetle yapmaya, yasaklarından uzak durmaya gayret ederek) Takvâ makâmına ulaşmaktır.
Nitekim Cenâb-ı Allah, bir Kudsî Hadiste “Oruç, benim içindir. Onun mükâfâtını ancak ben veririm.”buyurmuştur.
Böylece “gerek ki sakınasınız” ifâdesi, Orucun hikmet ve menfeatlerini, faydalarını ve yararlarını, sebep ve maksatlarını bütün genişliğiyle ifâde eden İlâhî bir beyandır ki, hepsini maddî, manevî, din ve dünyâya âit maksatları içine alan “sakınma” özelliğinde toplamıştır.
İşte güç gibi görünecek olan Oruç, bu kadar güzel bir ibâdettir. Hem bu, her zaman olmadığı gibi, çok bir müddet de değildir.
Size Farz kılınan Oruç, sayılı günlerdedir. Yani senenin günlerine oranla az ve sınırlı günlerdedir. Hem de sizin sağlığınızı bozmayacak ve gücünüzü tüketmeyecek bir şekilde, ma’zeretlerinizi de gözeterek meşrû’ kılınmış (yerine getirilmesi şart bir Farz olarak emredilmiş)tır.
Şimdi bu günlerde sizden herhangi biriniz, Oructan zarar görecek derecede hasta olur, yahut bir yolculuk üzerinde bulunursa, bunların Farzı, diğer günlerden, yâ’ni iyi olduğu ve yolculuktan geldiği günlerden, aynı miktardadır.
Buharî’nin de rivâyet ettiği şekilde İbni Abbas (r.a.) Hazretleri: Oruca güç yetiremeyen çok yaşlı erkek ve kadın her gün için bir yoksul doyururlar.” diye açıkça beyan etmiştir.
Bu, Hazreti Ali’den, İbni Ömer’den ve diğer sahâbeden de (rıdvânullahi teâla aleyhim ecmeîn) rivâyet edilmiştir.
“Ahkâmü’l-Kur’ân”da, Fahreddin Razî’nin tefsirinde ve İbni Hümâm’ın Fethu’l-Kadir’inde zikredildiği üzere çok yaşlı olan kimse hakkında bu mâ’nâ, ashabdan aksi rivâyet edilmeyen bir icmâ’ (büyük fakihlerin Din ile ilgili bir mevzuda görüş birliği) olmuştur.
Bu mâ’nâ, çok yaşlı erkek ve çok yaşlı kadın gibi çok zayıf ve müzmin hastaya da şâmil’dir.
Çünkü ihtiyarlar esasen “Ey İman edenler!..” gibi genel ifâde içinde Oruç hitâbına dâhildir. Fakat çocuk, dâhil değildir.
Ashâb-ı Kirâm’dan Peygamberimiz’in (s.a.v.) Medine hayâtı boyunca hizmetinde bulunma şerefinin sâhibi olan Hazreti Enes (r.a.) de yüz yaşını aşan ömrünün son zamanlarında bununla amel eder, Orucu tutamaz, yoksul doyururdu.
Netice olarak, Oruç Âyetindeki “itâka”, “istitâat güç yetmek” ve “vüsu’ kolayca yapabilmek” mânâsına değil, Oruca zor dayanmak, yani hem edâ ve hem de kazâ durumuna göre devamlı bir ma’zeret sebebiyle dayanamamak mâ’nâsınadır.
Sırf alışkın olmadıklarından dolayı Oruca dayanamayacaklarını zannedenler, Oruç Farzından fidye ile kurtulamazlar.
ORUÇ TUTMAMAYI MEŞRÛ KILAN ÖZÜRLER GEÇİCİ VE DAİMÎ OLMAK ÜZERE İKİ KISIMDIR
Kullarının hallerini en iyi bilen ve Orucu Farz kılan Cenâb-ı Allah, Oruç Âyetindeki “yutîkûnehü fidyetün”” lafzı ile, Oruç tutmaya gücü yetmeyenleri iki kısıma ayırmıştır.
Birinci kısmı hasta ve yolcu gibi geçici özür sâhipleri, ikinci kısmı ise, gücü tüketen devamlı özür sâhibleri olarak beyan ve ifâde buyurmuş, birincisine kazâ, diğerine de fidye ruhsatını göstermiştir.
Binâenaleyh, mesleğinde mütehassıs, ehil bir doktorun raporu neticesinde gerçekten zararlı olan hastalıklar, Oruç tutmamak için esaslı bir ma’zeret ölçüsüdür.
Bu mâ’nâ, çok yaşlı, zayıf erkek ve kadın ile müzmin (iyileşme ihtimali kalmamış) hastaya şâmildir.
Hazreti Enes’in (r.a.) yüz yaşını aşan ömrünün son zamanlarında, zayıp düşmesi üzerine Orucunu tutamayıp, fidye vermesi (yoksul doyurması) da buna delildir.
Netice olarak; zor gibi görünen Oruç, insanların gizli ve açık, ciddî ve meşrû’ ma’zeretleri gözetilerek Farz kılınan; insanlara hayâtın ve insanlığın lezzetini tattırarak onlara birçok faydalar te’min edecek ve ebedî tehlikelerden, fenâlıklardan koruyacak olan eski bir İlâhî Farz, (bütün Şerîatlarda emredilmiş) Dinî bir esastır.
ORUC TUTMAK VEYA FİDYE VERMEK KONUSUNDA TAKİP EDİLECEK USUL
Hiç şüphe yok ki, Oruç tutmak veya fidye vermek konusunda takip edilecek en doğru usûlü Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde bildirmektedir.
Ey iman edenler! Sizden öncekilere Oruç Farz kılındığı gibi, size de Farz kılındı. Umulur ki (günahlardan) korunursunuz.
Sayılı günler! Sizden her kim hasta olur veya seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin bir yoksul doyuracak kadar fidye vermeleri lâzım gelir. Kim gönlünden koparak (fidyeyi daha çok vermek gibi bir hayır yaparsa, yâhut hem fidye verir, hem Oruç tutarsa) bu kendisi için daha hayırlı olur.(Bakara 183-184)
Fidye: Oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin her gün için bir Sadaka-i Fıtır miktarı (kişinin kendi sofrasında çocuklarına yedirdiği yemeğin ortalaması ölçü alınarak bir fakirin Sabah ve Akşam olmak üzere iki kere karnını doyurmaya yetecek kadar) tasadduk’ta bulunmalarıdır.
Ayet-i Kerimeyi tefsir eden büyük müfessirler şu notu düşmüşlerdir.
Allah, hastalık ve sefer hallerinde Orucu terk etmeyi mübah kılmıştır. Ancak zor da olsa Oruç tutmanız sizin için fidye vermekten veya kazâya bırakmaktan hayırlıdır. Eğer Orucun faziletini bilirseniz böyle yaparsınız. Tutmamak câiz olan zamanlarda bile Oruç tutarsınız.
İnşâAllah; bundan sonraki bölümde; Ramazan ayı ve Oruçla ilgili bilinmesi gereken terimler ve açıklamaları üzerinde durmaya çalışacağız.
Ey Rabbimiz! Unuttuk ve hatâ ettikse bizi hesâba çekme!
Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yükler yükleme!
Ey Rabbimiz!, Bize dünyâda da güzellik ver, âhirette de güzellik ver.(Rahmetinle) Bizi cehennem azâbından koru. Hesâb günü geldiği zaman, bizi mağfiret et, (günahlarımızı bağışla). Annemizi- babamızı ve Mü’minleri de mağfiret et”. Âmin…