Abdülkadir Zeybek Anlatıyor:
Üstad Hazretleri Kastamonu’da iken Sav’a mektupları gelirdi. Onları okuyup dinleyenlerin aralarında bulunurdum. Herkes Üstad’ın mektuplarını pür dikkat, heyecanla dinlerdi, ağlayanlar olurdu büyüklerimizden. Mektup bir mahallede okunur, öbür mahallelere götürülür, oralarda da okunurdu. Tüm cemaatin haberi olurdu. Ben o zaman çocuktum, gördüklerimi anlatıyorum. Üstad’ın Barla Hayatını fazla hatırlayamam, ama Kastamonu hayatını çok iyi hatırlıyorum. Daha sonraları da Üstad’ımızın ve yanında bulunan genç delikanlı talebelerden Zübeyir, Ceylan, Bayram, Sungur vs… müdafaalarını okuyup duyduğumuz zaman çok haz duyup heyecanlanıyorduk, ağlıyorduk.
Sav’da Hazret-i Üstad zamanından kalan, çok kıymetli iki canlı tarih. Haşan Kurt Ağabey’in evinin bahçesi.
Üstad’dan gelen mektuplar Kastamonu’dan İsparta’ya, oradan da Sav’a gelirdi. Sav’da çoğaltılırdı. Şimdi fotokopilerle, baskılarla oyuncak haline gelen bu iş o zaman çok zahmetli idi. Hepsi el yazısı ile yazılırdı. İcabında bir mektup için üç-beş saat, hatta bir iki gün uğraşılırdı. Köylünün hepsinin de iş güç sahibi olduğunu düşünün.
Bu mektuplar, aynen şimdi Türkiye’de olan biten nasıl duyuruluyorsa, o zaman da, Risale-i Nur’la alakadar olanlara gönderilirdi. Yanlış hatırlamıyorsam o zaman Türkiye’nin muhtelif yerlerinden elli kadar adres vardı. Yani Risale-i Nur’la alakalı işlerden haberleşen elli merkezî yer… İşte o mektuplar veya risaleler Sav’da yazılır, İsparta’ya götürülürdü. Hüsrev Efendi o mektupları gözden geçirir. Önce okunamayacak olanların, eksik ve hatalarını
düzeltir. Sonra onları zarflara koyardı.
Tahliye postaları vardı, hizmet yerlerine uğrayanlar. Onlar vasıtasıyla gerekli yerlere; çevre köylere elden, uzaklar için postanelere dağıtırlardı. Yalnız hep aynı postaneden değil de, belli bir düzen içerisinde çevre postanelerden de gönderilirdi. İşte bu fahri postalar her gün uğrarlar; “Ağabey gidecek bir şey var mı?” diye sorarlardı. Çünkü, yazıcılar sokaklarda falan dolaşmazlardı. Mektuplar, belli etmeden postanelere verilirdi. Eğer bir mektup, nur talebelerine ait olduğu anlaşılırsa, hemen el konulur, açılır, okunurdu. Kim tarafından yazılmışsa, hemen mahkemeye sevk edilirdi. Onun için mektupların duyulmadan, bilinmeden gönderilmesi lazımdır. Bu şekilde mektup risaleler on beş-yirmi günde, en geç bir ay içerisinde o adreslere ulaşırdı.
İşte Risale-i Nur, dönemin siyasetçilerinin, “biz bu işi durdurduk” dedikleri bir devirde böyle inkişaf etmiştir. Onun için Üstad’ımız Sava, çok ama çok dua etmişlerdir.
Bu hizmet aşkı Sav Köyü’nde olduğu gibi İsparta’nın diğer merkez köylerinde de bulunuyordu. Kuleönü, Büyükhacılar, Küçükhacılar, Çobanisa, Darıören, İslamköy’ü, Atabey. Atabey’de; Tâhirî Mutlu, Kuleönünde Sarıbıçak Mustafa ve kardeşi Büyük Ruhlu Küçük Ali ve Hafız Mustafa, Bedre’de; Santral Sabri, Eğirdir’de; Çilingir Ali, İsparta merkezde; Hüsrev Efendi, Urgancı Hilmi, Boyacı Rüşdü… Bunların hepsi bir bütün halinde hizmet verirlerdi. Çevre köylere hizmet için ziyaret ederlerdi.
_______________________________________________________________________________
Kaynak: Ağabeyler Anlatıyor- 2