Evet, sevgili izleyiciler.
“SORUMLULUĞUMUZ ÇOK AĞIR” başlığıyla, dördüncü yazı serimize, bir öncekilerden daha çarpıcı bazı olayları öne çıkararak devam etmek istiyoruz…
Bugünkü sohbet köşemizin hedefi ve ana çizgisi de; ülkemizde olup bitenleri tarihi tarihine kaleme almak, delillendirerek, birer resmi evrak durumunda olan tarihi vesikaları, sizlerle mülahaza etmektir…
Ki bu minvalde büyük İslam âlimi Bediüzzaman Hazretlerinin “Mektubat” isimli eserinin 29. Mektubunun 7. Kısmından bir bölümü sizinle paylaşarak, sohbetimize başlamak istiyoruz…
Şöyle ki;
Kuru bir ırkçılık taassubuna girmiş, yüce İslam dinini ortadan kaldırmak için, inanan insanların inancına sarsıntı getirmek için, bunaltıcı bilgiler, ne yazık ki devletin resmiyetine hem de anayasasına, hem de yasalarına kasıtlı olarak yerleştirilmiş olduğunu görüyoruz.
Bakınız, tek bir ifadeyle sadece dinden soyutlanmış, arındırılmış bir milliyetçilik kavramıyla yola çıkanların durumlarını Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri şöyle deşifre etmektedir…
“Ey sarhoş hamiyetfroşlar!”
Hamiyetfroşluk demek, toplumun, ülkenin sözde koruyucuları olan sarhoş kimlikler…
Üstad onlara hitaben şöyle diyor;
“Bir asır evvel milliyetçilik asrı olabilirdi, ama şu asrımız milliyetçilik asrı değil.. (yirminci asrı kastediyor Üstad Bediüzzaman)
Bu asırda Bolşevizm, Sosyalizm meseleleri ülkeleri istila ediyor.
Özellikle İslam ülkelerini ezip geçiyor.
Unsuriyet ve kavmiyetçilik fikrini kırıyor, unsuriyet ve kavmiyetçilik asrını bile geçiyor.
Ebedi ve daimi olan İslamiyet, milliyeti muvakkat (geçici, sarsıntılı) unsuriyete bağlanmak istiyor.
Ama heyhat!
Bağlanamıyor.
Zira İslamsız İslamiyet unsuriyeti, birbiriyle bağlanamaz ve hiçbir zaman aşılanamaz.
Aşılamak isteyen varsa ki vardır.
İslamsız bir İslam, milletini, toplumunu, ülkesini bütünüyle ifsat eder, bozgunculuğa uğratır ve ülkenin gelişmesini alt üst eder.
Kaş yapayım derken göz çıkarma durumundan kendini kurtaramaz o sarhoş hamiyetfroşlar.
Ne kadar çaba gösterirse göstersin, ırkçılığa dayalı milliyetçiliği dahi muhafaza edemez ve uzun ömür yaşayamaz.
Evet.
Muvakkat aşılamak söz konusu ise her ne kadar geçici bir zevk görüntüsü veriliyorsa da çok kısa süreçte kendini bitirir ve akıbeti hatarlı (tehlikeli) olur… Ki toplumu o küfrün, inançsızlığın yangın alevlerinden kurtaramaz.
Böylesine bir düşünce hakimiyeti söz konusu olursa, ebedi kabil-i iltiyam olmamak suretinde ülke içerisinde bir inşikak çıkacar.
Yani büyük ülkede yanlış fikirerin galibiyetiyle büyük bir çatlaklık söz konusu olabilir.
O vakit milletin kuvveti, bir şıkkın kuvvetini diğer bir bölümün kuvvetini kırdığı için her iki taraf da hiçe inecektir.
İki dağ birbirine karşı bir tartının iki gözünde bulunsa, ufak bir güç o iki kuvvetli, dağı oynatır ve kıymetsiz hale getirir.
Gâh yukarı kaldırır, gâh aşağı indirir.
Evet, sevgili can dostlarımız.
O büyük Üstadımızın bu tür tespitlerine inanmamak, katılmamak mümkün değildir.
Evet, Üstat kupkuru inançsız bir milliyetçilikle, kavmiyetçilik nedeniyle ülke öyle bir hale gelecek ki bölücülük ve parçalanma tehlikesi ortaya çıkacak uyarısını yapıyor…
Ki bunu da şöyle tarif ediyor…
“Ülkemizde kabil-i iltiyam olmayan bir inşikak çıkacaktır…”
Avrupa’nın kirli emellerine alet olan sözüm ona hamiyetkar kurtarıcı kahramanların yüzünden meydana gelebilecek inşikak ve bölünme tehlikesiyle, adeta “böl, parçala, kolayca yut” sloganıyla karşı karşıya kalınacak.
İşte en büyük tehlike “kabil-i iltiyam olmayan bir inşikak”…
Yani ülke; tümüyle, insanıyla ve coğrafyasıyla öyle bir çatlaklıkla karşı karşıya kalacak ki o çatlak yara artık iltiyam (birleşme) bulmayı sağlayamaz hale gelecektir.
Bunun da temel amacı; haçlıların, Siyonistlerin, emperyalist hareketlerine yıllardar beri süre geldiği gibi köle edip, o fitneyi Türkiye insanlarının bünyesine yerleştirmek…
Yüce İslam dininin tüm ana kural ve kaidelerini ortadan kaldırmak…
Ana stratji bu…
İşte Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin yukarıda bahse konu ettiği hakikatlerin ışığında yola çıkarsak, somut bir delil olarak bu elimize geçer.
Yani kupkuru bir ırkçılık, kavmiyetçilik, İslam dışı bırakılan bir millet, hiçbir zaman kendini bir güç olarak göremez.
Olsa olsa zafiyet biçareliğine düşmüş, perüpiraşan bir toplum haline gelmiş olur…
Allah korusun, bunu da hiçbir zaman ülkemiz kaldıramaz.
Nitekim yıllardan beri emperyalist haçlı anlayışına kölelik yapan nice bazı siyasi partilerimizin yanlış politikaları yüzünden; ülke bölünme tehlikesiyle yüz yüze gelmiştir…
Bunu da hiçbir zaman bu aziz millet kabullenemez.
Ne yazık ki, böylesi bir fitne unsurunun mevcudiyeti, varlığı söz konusudır…
Hiç kuşkusuz buda tamamıyla haçlıların ve Siyonistlerin ittifak ettikleri bir zeminde kendine can suyu gibi gördükleri münafık taşeron satılmış piyonların sayesinde olmaktadır…
Bu piyonlar “çıkar ve menfaat” karşısında paspas olurlar..…
İşte bu şeytan üçgeni içerisinde yaşayan bu üçlü şeytan ittifakı, gerçekten yıllardan beri ülkemizin başına musallat olmuştur, halkımızı kandırabilmiştir.
Gelen giden iktidarları da büsbütün olmasa dahi içlerine yanlış insanları sokabilmişlerdir.
* * *
Bakınız, yıllardan beri müttefikimiz ve dostumuz(!) olan ABD, bugün kaşla göz arasında Kuzey Suriye’ye dayanmış, asker yığmış, PYD hainlerine silah vermiş ve bunu onaylamıştır.
Hala da devlet politikası olarak yürüttüğümüz ve bel bağladığımız bu yanlış siyaset, ne yazık ki devletin resmiyetinde canlılığını koruyor.
Yani düşmanı düşman olarak değil, dost olarak görüyor, dostu da düşman olarak görüyor.
Kimse kusura bakmasın.
Nerdeyse gizliden gizliye Suriye’nin bu kargaşası, Suriye’yi Irak gibi bölük pörçük hale getirmiş ve İsrail adına sınırlarımıza dayanmış durumda.
Yani nerdeyse artık sınırdaşımız Suriye hükümeti değil, direkt olarak Amerika’nın gölgesinde İsrail olacaktır.
Zaten İsrail’in gizli politikasında, muharref olan Talmut kitaplarında da şöyle yazıyor;
“Ard-ı mev’ut vaat edilmiş toprağı alacağız.”
“Yani Fırat ile Dicle arasındaki coğrafya İsrail’indir” diye sayıklıyorlar.
***
Ama biz…
Hala da Kemalizm adı altında yanlış, sahte kahramanların gölgesinde kendimizi savunmaya çalışıyoruz…
Yanlış tarih okuyoruz…
Yanlış resmi tarih okutuyoruz ve milletimizi yanlışlara yönlendiriyoruz.
Oysaki işte Amerika’nın hali pür melali orta yerde!…
Yıllardan beri FETÖ dediğimiz kişi, dün içimizde olan bir insan, hem de yüce İslam dininin kılığına bürünmüş satılmış bir varlık, bugün Amerika’ya mal olmuş durumda.
Biz kendi elimizle 28 Şubat’ta bu insanı adeta Amerika’nın CIA teşkilatlarına teslim ettik, gönderdik ve orada barınmasını sağladık.
Bugün de Erdoğan’ı yok etme planlarıyla onu içimizdeki “şer” güçler kullanıyor…
Yani nasıl onu kullanıyor?.
İçimizdeki gizli 28 Şubat’çı, post modern, Batı Çalışma Gruplarının gizli ve kirli hareketleri, bunu bize deşifre ettiriyor..
Oysaki FETÖ dedikleri Fetullah Gülen’in bugünkü hıyanetleri söz konusuysa ki öyledir.
Bize göre bunlar tümüyle anlaşmalı bir giydirmedir.
ABD’nin, İsrail’in, yani tüm haçlıların politikaları adına, İslamiyet’e karşı bu kini beslerken, Fetullah Gülen gibi insanları da kurnazca kullanabiliyorlar.
Bize göre buna karşı yürütülen mücadelenin politikası da yanlıştır..
Çünkü, O FETÖ dedikleri Fetullah Gülen olayın heykelidir.
Aslında hakikisi olan Kemalizm’dir, Atatürkçülüktür, kirli unsuriyettir ve daha neler neler diyebiliriz…
Bu yazı serimiz devam edecektir.
Tabi ki her gün biraz daha size bazı tarihi gerçeklerin, hadiselerin püf noktalarını izah etmeyi sürdüreceğiz…
En derin saygı ve sevgilerimle.
Bu makale diyarbakirsoz.com sitesinden alınmıştır.