GARİP BİR ŞEY OLDU, ÜSTAD’IN ELİNİN ÜSTÜNDE KAN VARDI
Emekli Hava Astsubay Hasan Okur’un Ömer Özcan’a anlattığı ve Ağabeyler Anlatıyor-4 kitabında neşredilen garip bir hatırası…
Hasan Okur Ağabey Tarihçe-i Hayat kitabında kendisinin de bulunduğu fotoğraf karesini Ömer Özcan’a anlatıyor
HULUSİ AĞABEY MEŞVERET ETTİ, KARARA UYDU
1957’de Ankara’dan Eskişehir’e radar tamiri için görevli olarak gitmiştim. Hulusi ağabeyin Eskişehir’de Necati isminde Hava Başçavuş bir oğlu vardı. Onun için O da Eskişehir’e gelmiş… 12 gündür akşamları onun derslerine devam ediyorduk biz.
O sırada Üstad, Hulusi ağabeye, “ölmeden gel görüşelim” diye bir mektup yazmış. Meşveret edildi; “Ağabey sen Emirdağ’ına gitme, Üstad on beş günde bir buraya gelir” dendi. O da meşverete uydu. Burası çok önemlidir; O, meşverete uydu…
Kasım ayındayız. Bir dersten sonra üstadın şoförü Mahmut Çalışkan geldi. Ben Bayram Ağabey sanmıştım onu. Daha yeni tanışıyoruz ya… “Yarın Üstad Eskişehir’e geliyor” diye Hulusi ağabeyi aldı gitti. Ben de gitmek istedim amma Hulusi ağabeyi yalnız aldılar gittiler. Ben daha Üstad’ı hiç görmemiştim… Çok heyecanlandım, sabahı zor ettim…
ASKERE, “KİREMİT RENGİNDE BİR ARABA GELECEK, ONU DURDUR” DEDİM
Sabah namazından sonra gelirmiş Üstad. Biz radarcı olduğumuzdan ve tamirat için geldiğimizden dolayı emrimize muhabere dairesinden bir araç vermişlerdi. Sabahleyin Kanlıpınar tarafına benim askerî araçla gittim. Yanıma Üstad’ı görmek isteyen sivillerden de almıştım. Şoförümle beraber tam olarak dolmuştu jip. Hava sisli, 10 metre ilerisini görmek zordu. Ben askere, “kiremit renginde bir araba gelecek, gördüğünde durması için sinyal ver” diye tembih ettim önceden.
ÜSTAD’I ASKERİ ARAÇLA DURDURDUM, DÜNYAYI VERSELER ŞİMDİ YAPAMAM
35 kilometre kadar gittikten sonra, Üstad’ın arabasıyla karşılaştık. Asker aynısını yaptı. Bizim arabadan sinyal verdik durması için. Üstad’ın arabası şöyle durdu, biz de şöyle durduk. Tabi o zaman daha hem yeniyiz hem de cahiliz. Görüşmek sevdasıyla durdurduk Üstad’ı. Şimdi düşünüyorum da; ben resmî elbiseliyim, arabamız askeri bir araç, asker sabahın köründe yolda dur diyor; Üstad da duruyor. Bana şimdi trilyonlar değil dünyayı verseler durduramam Üstad’ı…
ORADA BİR ŞEY OLDU, HENDEĞE YUVARLANDIM
Orada bir şey oldu… Araba fren yapıp tam durmadan çıktığımdan dolayı adımımı atar atmaz hendeğe yuvarlandım ben… Onun için önce sivil arkadaşlar ellerini öptüler, sonra ben öptüm Üstad’ın elini… Sevdi yüzümüzü okşadı. Mübarek Üstad’ın öyle bir bakışı vardı ki, hani güneş batarken sarı ışık huzmeleri akar ya; Üstad’ın gözlerinden de öyle huzmeler akıyordu. Ben öyle gördüm o anda.
Üstad: “Nereden haber aldınız?” dedi. “On iki gündür Hulusi ağabeyin dersini dinliyoruz. Dün akşam Bayram Ağabey geldi haber verdi Üstad’ım” dedim. Üstad tebessüm etti. Çünkü gelen Mahmut Çalışkan’mış. Üstad onun için tebessüm ediyordu. Tekrar okşayarak, “seni Risale-i Nur talebesi olarak kabul ediyorum” dedi.
O ARADA GARİP BİR ŞEY DAHA OLDU, ÜSTAD’IN ELİNİN ÜSTÜNDE KAN VARDI
O arada garip bir şey daha oldu… Üstad’ın elinin üstünün tamamen kan olduğunu gördük biz… Üstad elindeki kana çok baktı, “bu nereden geldi?” dedi. Biz kan aramaya başladık. Meğer bendenmiş… Ben araba daha tam olarak durmadan indiğimden dolayı hendeğe düşünce sağ elimin başparmağı yarılmış. Çakmak taşı yarmış… Elini öptüğüm sırada bulaşmış. Üstad’a parmağımı gösterince “nasıl odu?” dedi. “Araba tam fren yapmadan ben inmeye kalktım ve hendeğe yuvarlandım Üstad’ım” deyince tekrar elleriyle şefkatle yüzümü avuçlarına alarak okşadı. Sonra Zübeyir Ağabey işaret etti. Üstad önde, biz arkada Eskişehir’in dışına kadar geldik.