Vakıflar Haftası dolayısıyla İstanbul Müftülüğü ile Din ve Hayat Dergisi tarafından “Vakıf Medeniyeti” başlıklı panel gerçekleştirildi
İstanbul Müftülüğü ve TDV İstanbul Şubesi’nin ortak yayını olan Din ve Hayat Dergisi’nin düzenlediği panele Mimar Sinan Üniversitesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadettin Ökten, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selim Argun, Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz konuşmacı olarak katıldı. Panel yöneticiliğini ise İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz gerçekleştirdi.
“Vakıf, malın Allah’a adanışıdır”
Panelin açış konuşmasını gerçekleştiren İstanbul Müftüsü Yılmaz, “Vakıf dediğimiz şey, menkul veya gayrimenkul malın Allah’a adanışı demektir. Elbette adanışın en kutsal olanı insanın Allah’a adanmışlığıdır. Allah’a adanan gönüller sahip oldukları emtiayı, menkul ve gayrimenkul malları da Allah için, Allah’ın yaratıklarına, insanlara, kuşlara ve yeryüzündeki diğer canlılara hizmet etmek üzere vakfetmişler ve gerçekten insan sevgisiyle bir vakıf medeniyeti oluşturmuşlardır. Özellikle bizim Kitab-ı Kerimimizdeki dünya-ahiret karşılaştırmaları, ahirete yönlendirici ayetlerde yüksek infak vurgusu, özellikle de ‘Sevdiğimiz şeylerden infak etmedikçe birr ve takvaya erişemezsiniz’ ifadesi bizim medeniyetimizde vakıf müessesinin doğuşuna en etkin amillerden birisi olmuştur. Kitab-ı Kerimimizde vakıf kelimesi geçmiyor. Bizim anladığımız ve bildiğimiz manada onun yerine infak, sadaka-i cariye gibi kalıcı hayırları çağrıştıran ifadelerle adeta vakfın kalıcılığına işaret eden mesajlar verilmiştir. Böyle olunca da, bizim insanımız hem içindeki dini duygularla hem de içindeki fıtri ebediyet duygusuyla vakıf yapmak ihtiyacı hissetmiş ve böyle bir medeniyet doğmuştur.” dedi.
“Vakıf, kendi kendisini sürekli olarak üretir”
“İslam Medeniyet Tarihinde Vakıflar” konulu bir konuşma yapan Yard. Doç. Dr. Selim Argun, “Vakıf ve medeniyet aslında birbirlerini tamamlayan iki kavram. İslam medeniyet tarihine baktığımız zaman, vakıf ve medeniyet kavramlarının nasıl birbirinden ayrılmaz iki mefhum çok rahat olduğunu gözlemleyebiliriz. İki oryantalist; İslam’ın Serüveni adlı 3 ciltlik kitabın yazarı Marshall Hudson “Vakıflar yaklaşık 1000 küsur yıldan beri İslam medeniyetinin taşıyıcı kurumu ve kurucu unsurudur” diye bir ifade kullanır. Halen İslamoloji alanında ders veren önemli bir oryantalist Tim Hannigan’ın da şöyle bir ifadesi var; “Eğer şayet İslam medeniyeti diye bir şey varsa bugün dünyada bunu vakıf kültürüne borçludur.” diyerek vakıfların İslam medeniyetindeki yeri ve önemine dikkat çekti.
Vakıfların sürdürülebilirlik özelliğine vurgu yapan Argun, “Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün logosunda 1046 rakamı vardır. Bu bizim elimizdeki en eski vakfiyeye temas eder. Anadolu coğrafyasında imparatorluklardan daha uzun süre hayat bulmuş vakıflar vardır. Vakıfların bu sürdürülebilirlik unsurunu bizim kalkınma modeli olarak yeniden ihya etmemiz gerekiyor. Tek bir vakıfın temlik ve tebellükten men ederek, rızai bari için ibadullahın menafihine hasretmiş olduğu bu vakıf kapitali, kendi kendisini sürekli olarak üretir ve kıyamete kadar ayakta kalır. Bu sebepten ötürü aslında vakıf kurumu, bu kadar uzun süre ayakta kalabilmiştir.” diye konuştu.
Osmanlı’nın vakıfları keşfetmediğini ancak geliştirdiğini belirten Argun, “Osmanlı zamanın ihtiyaçlarına cevap verebilecek enstrümanları vakıflar kanalıyla piyasaya sürdü. Eğer bugün biz vakıfları yeniden inşa edeceksek, bu devrin en önemli ihtiyaçları nelerdir, hangi alanlarda yeni vakıflar kurulmalıdır. Evvela bizim ihtiyaçlarımız nelerdir? İslam ümmetinin problemleri nelerdir? İslam ümmetine karşı meydan okumalar nelerdir, bunlara karşı hangi vakıfları kurmamız gerekiyor? Gibi soruları sormamız gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
Ayasofya Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz, “Ayasofya Camii ve Vakıflar” konulu konuşmasında, “Ayasofya’nın Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından imparatorluk kilisesi olarak yapıldığını, Osmanlılar için de bir devlet camii olarak görüldüğüne dikkat çekti. Başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere 2. Selim, 3. Murat ve 1. Mahmut’un Ayasofya Vakfiyesine en fazla hizmet veren padişahlar olduğunu vurgulayan Cengiz, “Eğer Ayasofya Vakfiyesi, 1460’ta ilk yazıldığından itibaren uygulamasıyla beraber 1925 yılına kadar, takip edilebilse Osmanlı Devleti’nin medeniyet tarihi çıkarılır. Hem Osmanlı ve istanbul’un en zengin vakfiyesi olması, hem İstanbul’un İslamlaştırılması açısından 1460’lardan 1925’e kadar tüm faaliyetleri incelenmiş olsa, Osmanlı’yı Osmanlı yapan tüm değerleri ortaya çıkarabiliriz.” diyerek Ayasofya vakıflarının önemini dikkat çekti.
“Osmanlı külliyeleri yaşayan vakıf sistemidir”
“Vakıf Medeniyeti ve İstanbul” konulu bir konuşma yapan Prof. Dr. Sadettin Ökten ise “İnsan olarak bir medeniyet tasavvuru ortaya koyarsınız, tüm tercihlerinizi hayata yansıtmak istersiniz. Bugün biz Türkiye’de yaşayan Müslümanlar düalist bir hayat yaşıyoruz. Bir yanda cami ve tekkede, bir yandan da 1945’lerden sonra dünyaya yayılan yoz-metafiziksiz bir Amerikan medeniyeti yaşıyoruz.” dedi.
Vakıf medeniyetinden yavaş yavaş uzaklaştığımızı vurgulayan Ökten, mekan ile hayat tarzının bir ruh meydana getirdiğini belirtti. Osmanlı’nın İstanbul’u külliyeler dönüştürdüğünü İslam medeniyetini külliyeler ile hakim kıldığını vurgulayan Ökten, padişahlar tarafından 250 yılda yaptırılan 10 büyük külliye ile İstanbul’un dönüştürüldüğünü söyledi. Ökten, şunları söyledi:
“Bu nazarla dönüp İstanbul’a baktığım zaman gördüğüm hadise şu; bu şehir bilinçli bir toplum tarafından kendi yaşamı ve kendini deklare etmesi için müsait olan bir vasata dönüştürülüyor. Bu vasatın mekandaki yansımaları Osmanlı külliyeleri, bu külliyeleri yaşatan vakıf sistemidir. Vakıf sistemi bir senaryonun içerisinde çok mühim bir enstrümandır. Ama bunun arkasında çok mühim bir şuur vardır.”
İslam medeniyetinin vermek, Batı medeniyetinin ise tüketmek üzere kurulduğuna dikkat çeken Ökten, geçmişte bir yaşam merkezi olan külliyelerin yerini AVM’lerin külliyelerin yerini aldığını ifade etti. Modernite ile din arasındaki ilişkiye de dikkat çeken Ökten, “Din modernitede vardır. Ama modernitenin himayesi altında kalması ve ona itaat etmesi şartıyla vardır. Halbuki din, gerek Ortaçağ Avrupası’nda gerekse İslam dünyasında medeniyet kurucu paradigmadır. Modernite dini görür, sosyal bir kurumdur. zaman zaman kullanır, zaman zaman da reddeder. Bir şartla; din modernitenin temel prensiplerine saygı gösterecek. İslam’la problemi de bundandır. Çünkü İslam’ı henüz kendi istediği noktaya dönüştürememiştir.” diye konuştu.