1952 yılında Bediüzzaman’ı ziyaret eden, halen Adıyaman belediye başkanı Hüsrev Kutlu’nun babası Dursun Kutlu Ağabey, geçirdiği kalp spazmı sebebi ile yattığı hastahaneden hamdolsun taburcu olmuştur. Biz nurdanhaber ekibi olarak ağabeyimize tekrar geçmiş olsun dualarımızla birlikte ellerinden öpüyoruz. Bu vesile ile Dursun Kutlu Ağabeyin Üstad Said Nursi ile görüşmesinde vuku bulan hatırasını sizlerle paylaşıyoruz…
“Emirdağ’ında bazı kişilerle karşılaştım. Bana nereye gittiğimi, neden buraya geldiğimi sordular. Ben de “Bediüzzaman’ı ziyarete geldim” dedim. Bana Osman Çalışkan’ın bakkal dükkânını tarif edip, oraya gitmemi, onun beni Üstada götürebileceğini söylediler.
Dükkâna gittim. Osman ağabey önce bana “hay hay götürürüm” dedi. Sonra da “Üstadın müsait olmadığını, görüşemeyeceğimi” söyledi. Ben de üzülerek dışarı çıktım.
Az evvel bana yol tarif eden adamlar dükkânın dışında bekliyorlar. Bana “ Ne yaptın?” diye sordular. Ben de durumu anlattım. Öyleyse “Mehmet Çalışkan’a git” dediler bu defa da. Zaten hemen yandaki dükkândaydı. O da tıpkı Osman Çalışkan gibi önce kabul etti, sonra “Üstad müsait değil, görüşemezsin” dedi. Kendi kendime “ne kadar uzak mesafelerden geliyoruz, ne zahmetlere katlanıyoruz, fakat Bediüzzaman’ı göremiyoruz” diye söylendim.
Otele çıkıp ağlamaya başladım. Bu sırada el açıp, “Ya Resulallah! Sana gelen hangi bir bedeviyi geri çevirdin ki, Hoca bizi böyle geri çeviriyor?” diye içten bir dua ettim. Sanki biri bana “Kalk!” dedi. Ben kalktım. Aşağı indim. Doğru Üstadın evine gidiyorum, kapıda uzun boylu bir genci gördüm. Heyecanla “Ne yaptın?” diye sordu. Ben cevap vermedim. Evden içeri girdim. Genç benim şapkamı çıkarttırdı. Çünkü o zaman herkes şapka takıyordu. Bir asker edasıyla durdum. Sonradan öğrendim ki o kişi Mustafa Acet’miş. Daha sonra Üstad “oturun” dedi. Üstadın önünde oturduk. Benimle çok ilgilendi.”
“Bu görüşme altın kıymetindedir” gibi bir şeyler söyledi. Bana “Adıyaman kaç hanedir?” diye sordu. Ben de akıldan bir sayı söyledim. Üstad Risale-i Nurları anlatmaya başladı. Anlatıyor ama ben bir şey anlamıyorum. Emirdağ’ında bir yangın olmuş. Fakat o yangının olduğu yerde içinde Risale-i Nur eserleri olan bir dükkân da bulunuyormuş. O dükkân yanmamış. Aklımda kalan sadece buydu.
Sonra, “Bu kardeşimize kitap verelim” dedi. Sonra vazgeçti, “Yakalarlar” dedi. Hulusi ağabeyden bahsetti bir de. Sanki her gün görüşüyorlarmış gibi bir şeyler sezdim anlattıklarından. “Burası uzak. Eğer bir müşkülünüz olursa Hulusi beye gidersiniz. Eserleri de ondan temin edersiniz” diye tembihledi.
Bir ara “Sen, Kürt müsün?” diye sorunca ben Kürtçe bilmediğimi, annemin Kürt, babamın Türk olduğunu söyledim. “Baban da Kürt” diye cevap verdi. Meğer Üstad hiç Kürtçe konuşmazmış. Beni konuşturmak için soruyor bu soruları.
Sonra bana ilk arabayla Emirdağ’dan çıkmamı söyledi. Dışarı çıktım. Üstü açık bir kamyonet “Çay” diye bağırıyor. Üstad ilk araba dediği için hemen kamyonetin arkasına atladım. Çay’a gelince, “sen burada ineceksin” dediler. Gece yarısı olmuştu ama inmek zorunda olduğum için, Çay’da indim.
İlerde gördüğüm bir ışığı takip ettim. Baktım ki İstasyonmuş. Tren de tam o sırada gelmek üzereymiş. Hemen bilet alıp trene bindim. Adıyaman’a geri döndüm.”
Kaynak: Abdurrahman İraz