NURCULUK VE FETOCULUK VEYA BEDİÜZZAMAN VE F.G
Bölüm -3
3- VATANINA EMİN OLMAK VEYA HAİN-İ VATAN…
Bediüzzaman hazretleri vatanına, milletina, dinine fedâkârâne sadâkatla hizmet etmiş, kendine yapılan zülum ve işkenceleri hiç ehemmiyet vermeden milleti-i İslâm’a, Anadolu ahalisine dinine ve vatanına ilânihâye maddi ve manevi cihadla, hizmetle cansiperane vazifelerini ifa etmekten geri kalmamıştır. Eski Said zamanında Birinci Cihan Harbi’nde Rus, İngiliz, Fransız ordularına karşı fedai olarak savaşmış, hemen hemen bütün talebelerini şehid vermiş ve kendisi de yaralanıp esir düşmüş, Rusya’da esaret kampından firar ederek İstanbul’a gelmiş, İstiklal Harbi’nin kazanılması için gayret göstermiş. İngilizlerin plan ve desiselerini açıklayan Hutuvat-ı Sitte eserini hayatı bahasına İstanbul’da neşretmiştir.
Üstadın Birinci Cihan Harbi’nde talebeleri ile beraber fedâkârâne cihad-ı diniye vazifesini ifa etmesi esnasındaki göstermiş olduğu fedakarlıklar ve gerekse esaret dönüşü yapmış olduğu hizmetler ve sonra Ankaraya davet edilmesi ve oradan ayrılıp Van’da inzivaya çekilip mücahede-i maneviyeye dönüşü ile alakalı tafsilli bilgi Tarihçe-i Hayatı’nda vardır. İsteyenler tahkik edebilir. Şimdilik sadece kısa bir bölümü buraya derc ediyoruz: Tarihçe-i Hayatı’nda şöyle izah edilir:
“İstanbul’da İngilizler desiseleriyle Şeyhülislâmı ve diğer bazı ülemayı lehlerine çevirmeğe çalışmalarına mukabil, Bedîüzzaman “Hutuvat-ı Sitte” adlı eseri ve İstanbul’daki faaliyeti ile; İngiliz’in âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek Anadolu’daki Millî Kurtuluş Hareketi’ni desteklemiş, bu hususta en büyük âmillerden birisi olmuştu.
Bu hizmetine dair kendi ifadesinden bir parça:
Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazı’nın toplarını tahrib ve İstanbul’u istila ettiği hengâmda; o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesi’nin Başpapazı tarafından Meşihat-ı İslâmiye’den dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye’nin a’zâsı idim.
Bana dediler: “Bir cevab ver. Onlar altı suallerine, altı yüz kelime ile cevab istiyorlar.”
Ben dedim: “Altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, hattâ bir kelime ile değil; belki bir tükürük ile cevab veriyorum! Çünki o devlet, işte görüyorsunuz ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurane üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..” demiştim.”( Tarihçe s.138)
Bediüzzamanın hayatı Ankara’dan Van’a gitmesi ve sonra batıya nefyi tamamen haksızlık ve çile dolu sıkıntılar içinde geçmesine rağmen başkaları gibi vatanını terk etmeyi düşünmemiş ve hayalinden geçirmemiştir. Evet, ve yine Tarihçe-i Hayatı’nda:
Van’da mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark’ta ihtilal ve isyan hareketleri oluyor. Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir, diyerek yardım isteyen bir zâtın mektubuna: “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez, siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!” diye cevab gönderiyor. Fakat yine hükûmet, Bedîüzzamanı Garbî Anadolu’ya nefyediyor.
Van’da mağaradan çıkarılıp Anadolu’ya hareket etmek üzere jandarmalarla sevkedilirken, yollara dökülüp “Aman Efendi Hazretleri bizi bırakıp gitme. Müsaade buyur sizi göndermeyelim. Arzu ederseniz Arabistan’a götürelim.” diye yalvaran silâhlı gruplara, ahaliye ve ileri gelen zâtlara: “Ben Anadolu’ya gideceğim, onları istiyorum, diyerek hepsini teskin ediyor.
Evvelâ, Burdur vilayetine askerî muhafızlarla nefyediliyor. Burdur’da zulüm ve tarassudlar altında işkenceli bir esaret hayatı geçiriyor. Fakat aslâ boş durmuyor; on üç ders olan “Nur’un İlk Kapısı” kitabındaki hakikatları bir kısım ehl-i imana ders verip, gizli olarak kitab haline getiriyor. Bu hikmet cevherlerinin kıymetini takdir eden müştak ehl-i iman, el yazılarıyla bu kitabı çoğaltıyorlar. Nihayet “Burada Said Nursî boş durmuyor, dinî musahabelerde bulunuyor.” diye gizli din düşmanları tarafından rapor tanzim ettiriliyor ve burada da “Hücra bir köşede, mahrumiyetler, kimsesizlik ve gurbet hayatı içinde kendi kendine ölür gider.” düşüncesiyle dağlar arasında tenha bir yer olan Isparta vilayetine bağlı Barla nahiyesine gönderilmeye karar veriliyor.” (Tarihçe s150-151)
Ve Üstadın manevi mücahede hayatı, Barla ve sonra kısa bir dönem Isparta hayatı, Eskişehir hapsi, Kastamonu hayatı, Denizli hapsi, Emirdağ hayatı, Afyon hapsi, tekrar Emirdağ ve Isparta hayatı ve ta Urfa’da vefatına kadar çileli ve zülum ve ıztırab dolu 35 senelik sürgün ve hapishane dönemlerinde de yurt dışına davet ve teklifleri reddederek vatanında kalmayı tercih etmiş ve asla bu toprakları terk etmemiş, Mekke’de de olsam buraya gelmem lazımdır diyerek bu vatan ahalisine hizmet etmeyi daha elzem görmüştür. Ecnebi ve gâvur memleketlerine gitmeyi hayalinden geçirmemiş, onun Nur talebeleride bu vatanın hapishane ve zindanlarında kalarak o zindanları Avrupa’nın Amerika’nın villalarına hiçbir zaman tercih etmemişlerdir.
Gel ey insafsız fırsat düşkünü hainler ve bu melekleri nasıl olurda Pensilvanya şeytanını benzetirsiniz. O Şeytana, Bediüzzamanın devamı dersiniz. 1971 On iki Mart Muhtırası’ndan sonra ve 12 Eylül 1980’den sonra birçok kimseler vatanını terk ederek yurt dışına firar etmişlersede nur talebelerinden bir tek kişinin ülkesini terk ettiği duyulmamış ve bu ülkenin zindanlarını Batı’nın ve Doğu’nun müferrah ülkelerine tercih etmişlerdir. Bilhassa şimdilerde Üstadı diline dolayan Sayın Kahraman(!) size soruyorum. Senin gibi firar eden bir Nur talebesi gördün mü? Duydun mu? Delilsiz, hüccetsiz bir yığın iftiranın ahiretteki hesabını nasıl vereceksin?
Evet, sormak istiyorum müfterilere! Vatan hainlerini ve vatanını terk eden nifakın başı Fetö ile Bediüzzamanı ve onun o kahraman ve kıymettar talebelerini kıyas etmeyi ve birbirine benzetmeye utanmıyor musunuz?
Sonraki Bölüm: 4- İTİKAT VE AMELDE MUVAZENE: