Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu ve İslâmî B/ilim’e Geçme Talebi
Bilim, Rabbimiz’i niçin “sebep” ve “neden”, “fail” ve “açıklama” olarak kabul etmez; hatta reddeder?
Ayhan KÜFLÜOĞLU / 21.Mart.2016 / ayhank27@gmail.com
Bedî’üzzaman Said Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî B/ilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bu yazımızda; kitap çalışmamızın ana konu ve temel tezi olarak savunduğumuz: “Bilimsel Bilim”in terkedilip, yerine “İslâmî B/ilim”e geçilmesi önerimizin temel nedeninden bahsedip; buradan “Bilimsellik” paradigması yerine “İslâmî” paradigmaya geçmekten ne kasdettiğimizi ve bunun getirdiği avantajları göstermeye çalışacağız.
Evin üzerine oturduğu temel ve diğer katlarını görmeyen birine, çatının nasıl “havada durduğu” ve varlık nedenini izah edememiz gibi; biz de “İslâmî B/ilim” kavramının anlaşılmasında aynı güçlükleri yaşamamak için bir merdiven kurmalı ve o basamaklardan çıkmalıyız. Edebî literatürde “önsöz, önaçıklama, giriş, girizgâh, başlangıç” ismi de verebileceğimiz bu tür yazılara eskiler “mukaddime” derlermiş. Ayak atılıp, çıkılması gereken bazı basamak ve kademelerden bahsediyoruz yani.
Ama şimdiden uyarayım; merdivenin basamaklarından çıkarken ilk katta göreceğimiz şey: “Bilim” ve “bilimsellik”in ateizm ve materyalizme alet edilmediği; bilâkis ateizm ve materyalizm, natüralizm ve determinizmin ta kendisi olduğu olacak!
Fakat bu kata çıkmadan önce merdivenimizin uzunluk ve sağlamlığını test etmemiz gerekiyor ki; çıkalım derken, merdivenin parçalanmasıyla daha aşağılara düşmeyelim! Neyden bahsediyorum? Merdivenin hammaddesi olan, sağlamlık ve şeklini oluşturan “bilgi, doğru bilgi” ve bunun ifadesinde kullanılan “kelime ve kavramlar” ve bunları birbirine bağlayan “mantık”tan bahsediyorum.
Çünkü burada “mantık” ve üzerine temellenen “kelime ve dil”; insanın “bilgi”ye ulaşma ve öğrenme, onu tevarüs ve içselleştirmesinde başlangıç noktası; sonraki aşamada “hakikât”e dokunma ve temasında da çıkılması gereken ilk basamak. Yalnız burada “hakikât” derken “teorik, zihinsel ve entelektüel”, kuru bilgi’den bahsetmiyoruz; “sağlığın” veya “hayatın kıymeti” gibi kitaplardan değil, ancak hastalandığımız veya ölüme yaklaştığımızda öğrenebileceğimiz; yani süreçlerde, 5 maddî duyumuzdan başka, manevî duyularımızın da süreçte rol aldığı “pratik, hâl bilgisi”ni de buna dahil ediyoruz.
Yani “hakikât’in bilgisi”ni ararken, “bilgi’nin hakikâti”ne de dikkat edilmesi gereken bu noktada; düşünme faâliyetleri, tefekkür ve tezekkürlerimizde “merak” da bizi motive edip, şevkle harekete geçiren tek imkân ve başlangıç noktamız olmaktadır. Bu merakımızın yönünü belirleyen “sorularımız” da, neyi – nerede – nasıl arayacağımıza karar verdiğimiz ve bakış açımızın sınırlarını belirleyen; gözlem ve av malzememiz olmaktadır.
Bu sebepten; kuracağımız merdiven, cümle ve basamaklar arası neden – sonuç örgüsü ve kurduğumuz ağda; bazı tekrar ve vurgular gereksiz değil, bilâkis önemli. Yani burada bazı tekrarlardan maksad; bilgi vermek değil, hatırlatmaktır.
Çünkü zihninin bir yerlerinde kayıtlı ama hatırlamak ve kullanmak için bir sebep görmediği bir bilgiyi “bilen” birisi ile o bilgiyi “bilmeyen”, cahil birisi arasında temelde bir fark yoktur. Çünkü birinci kişi bilgisini zihnine getirmeyip, sadece hafızasında tutuyor, işleyip – kullanmıyor; diğer kişi ise zaten bilmediği için zihnine getirmiyor! Sonuçta bu bilgi ikisinin de bilincinde (içlerindeki bilgisayar ekranı ve RAM’lerinde) değil; davranışlarına da yansıyan birşey yok! Böyle bir bilginin hafıza, harddiskte olmasıyla, olmaması arasında fazlaca bir fark olmaz.
Diğer yandan; Mantık ve Dil Felsefesi konusunda dahi ve ününü hakeden Wittgenstein’ın: “Tüm felsefî / düşünsel ve mantıkî problemler; dil problemine indirgenip, çevrilebilir” anlamında bir sözü var. Bunu bizim konumuza uyarlarsak; tartışıp, çözümünü bir türlü bulamadığımız ve konuyu dolandırararak iyice içinden çıkılmaz hâle getirdiğimiz ilmî veya imanî bir mevzu; çoğu kez “dil ve kavram ve ifadelerimiz”deki eksik ve “mantık örgülerimiz”deki yanlışlardan kaynaklanmakta olup, farkında bile olmuyoruz.
Bahsettiğimiz dil hataları ve mantık tuzaklarına düşmemek için bazı kavramları yerli yerine oturtmamız, terminolojiyi sağlam bir zemine oturtmamız; bu açıdan bazı anahtar kavram ve ayrımlara ve aralarındaki nüanslara dikkat etmek gerekiyor. Bunlardan bazıları: Bilim (science) – Bilgi (ilim, data – information – knowledge), İslâmî B/ilim – Bilimsel Bilim, Bilim Felsefesi, Bilimsellik Felsefesi, Bilimsel Felsefe, Bilimsellik Kriterleri, Bilimsel Yöntem, Bilimsellik İnancı, Bilimselcilik (scientism), ateizm ve materyalizm, determinizm ve natüralizm, tenasüb-ü illiyet – tenakuz-u illiyet, şirk, küfür, inkâr, kabul etmeme, reddetme, seküler, lâik, nötr, tarafsız, objektif, nesnel, olgusal, öznel, subjektif, bilmek – inanmak, iman – inanç, sebep, neden, nasıl, niçin, niye, tasvir, açıklama, nedenselleme, epistemoloji, ontoloji, teoloji, felsefe, ilâhiyyat, tabiat, tesadüfî rastgelelik – deterministik zorunluluk, tabiî – ilâhî, kanun, teori, hipotez, model(leme), varsayım, önvarsayım, senaryo, sistem, mekanizma, doğa kanunu, El-Esma’ül Hüsnâ, fiil, fail, müessir, usta, eser, madde, enerji, kuvvet, varlık, eşya, süreç, icad, inşa, ibda, ihtira, yaratılış – oluşum, evrim, devrim, mümkün, somut – soyut, maddî – manevî, fizik – metafizik…
“Merak ve sorularımız’; hakikâti arama ve keşifte, tek imkân ve başlangıç noktamız ve neyi – nerede – nasıl arayacağımızı belirleyen gözlem ve av malzememizdir” demiştik. Bu sözümüzle hatırlatmak istediğimiz noktalardan birisi: Yanlış sorunun doğru cevabı olmadığına dikkat çekmektir. Burada doğru cevap için önce sorudaki yanlışları düzeltmek gerekir. Üstelik kâinatta neyi ararsak ancak onu buluruz. Hangi sorunun cevabını ararsak ancak onu farkederiz. Yani evrende farkedip, bulduklarımız; soru ve sorgularımızdan ve neyi aradığımızdan bağımsız değil. Cevap seçenekleri kısıtlanmış yanlış sorular, kaybettiğimiz şeyi yanlış yerde aramaya yönlendirir bizi. Niyetimiz balina avlamaksa veya soru bize balina avlamaktan başka bir seçenek sunmuyorsa; ağımızın geniş gözeneklerinden kaçan hamsileri yakalayamayacağız ve görmeyeceğiz demektir. Görsekte, sorumuzun cevabında ne işe yaradıklarını bilmediğimizden, önemsemeyeceğiz demektir.
“Yukarıdaki paragrafta ‘balina’ kelimesi kaç defa geçmektedir?” sorusunu merak etmediğimiz veya bize sorulmadan; yazıda kaç defa “balina” kelimesi geçtiğini hiçbir zaman bilmeyeceğiz, merakta etmeyeceğiz demektir. Yani kâinatta tüm cevaplar önümüzde, bize bakıyor; fakat doğru soruyu, doğru ifade etmediğimiz sürece o cevapları göremeyecek ve öğrenemeyeceğiz demektir!
Eksik ve yanlış sorularla, yanlış cevap ve sonuçlara varmamak için, meselâ; Bilim’in “evrendeki varlıklar ve işleyişinde ‘fail’ yok ve olması da gerekmiyor. Sebepler, diğer sebep ve kuvvetlerin etkisiyle harekete geçip, bu sonuçları üretebilir” önvarsayımına göre şekillenmiş, bu altmesaj ve inancı bilinçaltına telkin ve ilka eden “madde ve işleyişinin sebebi ne?” yanlış sorusu; İslâmî B/ilim’in “madde ve işleyişinin fail ve müessiri kim; sebepleri, sebep ve alet olarak kudret eliyle kim kullanıyor?” sorusuyla değiştirilerek yola çıkılmalı. Bu başlangıç noktasından sonra ancak, “sünnetullah, adetullah” dediğimiz; Rabbimiz’in icraatında izlediği yol ve alet – edevat olarak kullandığı sebepler araştırılmalı.
Evrenin işleyişini nedenselleme, varlık ve hareketinin nasılı’nın tasvir ve açıklamasında Bilim’in sormadığı “kim” sorusu; “sebeplerin sebebi, asıl sebep”, yani sebepleri (bir maşa gibi) “sebep” yapan ve madde’yi alet – edevat olarak kullanan; yani varlığı atıl ve hareketsizlikten çıkarıp, ona “sebeplilik”, yani “maşalık” fonksiyonu kazandıran Rabbimiz’i nazarlardan saklayıp; kameramızı hep yerdeki “kuklalar” üzerinde gezdirmemize sebep olmakta! “İpler kimin elinde?” sorusu sorulmadığı müddetçe, bunu kimse de merak etmez ve zihinler buraya yönelmez. Ve daha vahimi, bu soruya olumlu cevap beklerken; “varlığın, varlık ve hareketinde Rabbine bağlı olduğu ipler de mi varmış!? İlginç!” cevabı bile gelebilir ve gelir!
“Sebep ne?”den önce, “fail ve sebep kim?” sorusuyla başlayıp, bu yolu takip ettiğimizde ancak; “tabiât – fizik kanunları” dediğimiz şeylerin, Rabbimiz’in icraatındaki istikrar ve düzene verdiğimiz yanlış etiket ve isimlendirmeler olduğu anlaşılabilir. “Tabiî – tesadüfî” dediğimiz şeylerin de; tabiî olmayıp, “ilâhî” olduğu ve herbirisi madde ve sebeplerini aciz bırakan birer “mu’cize” olduğu görülebilir. “İçgüdü / sevk-i tabiî” denilen şeylerin de “dışgüdü, sevk-i ilâhî” olduğu bilinir…
İslâmî B/ilim’in bu yöntemiyle; toprağın ağaç veya ağacın elma yapmadığı ve yapamayacağı ve bunlara sebepte olamayacağı görülür ve zaten görülüyor. Evet isterseniz herhangi bir ağaca sorun: “Üzerindeki bu elmayı sen mi yaptın veya sebep oldun?” diye, eğer şuuru olsa “valla değil üzerimde dokunmuş ve imâl edilmiş bu meyveden, kendimden bile haberim yok! Nerede kaldı ki bir de elmaya sebep olma, elmaya hâkimiyet ve malikiyet dava edeyim!” diyecek. O ağacın biraz daha bilgisi olsa; “O elmaya sebep olabilmem ve elmanın imâl edeni olabilmek için gereken; dünyayı nasıl çevirip mevsimleri getireyim; ne yağmuru taşıyan rüzgâr ve buluta ve ne de elmaları pişiren güneşe sözüm geçer! Dallarıma asılmış elmaların sebep ve fail ve yapanı; elmanın dokunup, üretildiği tüm evrenin sebep ve nedeni kim ise o olabilir ancak!” diyecek.
Elhasıl “ağaç”; Rabbimiz’in bize elma dokuyup, ürettiği bir halı tezgâhı veya hediyesini taşıyan, üzerine astığı bir hizmetkâr veya mektubunu saklayan bir zarf veya ni’metlerini gönderdiği bir musluk, bir boru olabilir ancak. Yani etken değil, edilgen; sebep değil, sonuç; müessir değil, eser; fail değil, münfail; usta değil, alet…
Yani Bilim’in iddia ettiği ve Bilimsel İfadelerinde kurgulayıp, tasvir ettiği; “tren vagonları” gibi ardarda dizilmiş veya “domino taşları” gibi birbirinin hareketine sebep olup, hep aynı aynı sonuçları terkip edip, üreten “sebep – sonuç zincirleri” yok evrende! Çünkü elmanın sebebi kim ise, ağacın da sebebi o; ağacın sebebi kim ise toprağın sebebi de o; toprağın sebebi kim ise dünyanın ve dönmesinin de sebebi de o ve dünyayla bağlı güneşin ve güneşin bağ(ım)lı olduğu diğer yıldız – galaksi ve hareketlerinin; hasılı tüm kâinatın da sebebi o! Çünkü kitabı yazan ve sebebi kim ise, içindeki cümle ve harfleri yazan da aynı Zât olmak zorunda!
Çünkü mantıken, harfi yazan kim ise harfin oluşturduğu kelimeyi yazan da aynı kişidir ve kelimeyi yazan kim ise cümleyi yazan da aynı kişidir; elhasıl kitabı yazan ve sebebi kim ise, içindeki cümle ve harfleri yazan da aynı kişidir! Yani evrende herhangi birşeyin sebebi ve faili olabilmek için, tüm evrenin de sebep ve faili olabilecek ve olan bir kudret ve ilim gerekiyor. Çünkü “birşeyin” olabilmesi için “herşey” gerekiyor! Çünkü birşey herşeysiz, herşey de birşeysiz olmaz!
Böylece durduğumuz nokta, baktığımız nazar ve buradan gördüğümüz manzarayı biraz netleştirip, kameramızın odak ve zum noktalarını ayarladıktan sonra şimdi inşa edeceğimiz merdivenin ilk basamağından çıkmak için soracağımız sorulara geldik.
Bilimsellik Felsefesi (scientism) evrenin işleyişinde Rabbimiz’i niçin sebep ve fail kabul etmez?
Bilim, Allahû Teâlâ’yı niçin kabul etmez?, Rabbimiz’i “fail” ve “sebep”, “özne” ve “açıklama” olarak neden kabul etmez; hatta reddeder!?, Bilimsel Yayınlarda niye Rabbimiz’in ismi geçmez?, Diğer ifadeyle: “Kim” sorusu niçin bilimsel değildir?, “Evrendeki bu fiil / faâliyetlerin faîli kim; bu işleyiş ve eserlerin müessiri kim?” sorusu niye “bilim”in kapsamına girmez?
Bilim sadece gözleyip, ölçtüğü; deneyselleyip inceleyebildiği; yani algılayabildiği şeyleri (yani “madde – enerji”yi) konusu olarak kabul ettiği için mi? O hâlde Bilim’in 5 duyusuyla algılayamadığı, hatta ne teleskop ve mikroskop veya başka bir aletle gözleyemediği ve laboratuvara sokup inceleyemediği “yerçekimi (kütleçekimi), uzay – zaman bükülme – çökmeleri, Big Bang, Sicim Teorileri, Tekillikler, Paralel Evrenler, Kara ve Akdelikler” gibi hipotez ve teori, senaryo ve modellemelerini nereye koyacağız!?
Zamansız ve mekânsız(!) “tesadüf ve zorunluluk, kanun ve mekanizma, tabiât ve içgüdü” gibi hiç kimsenin görmediği (yani sadece zihinde olup, haricî vücud – mevcudiyetleri olmayan, yani vehmî ve zihnî) varlıkları; daha doğrusu “operatör sebep”, operasyonel kavram ve isimlendirmelerini nereye koyacağız!?
Kaldı ki Allahû Teâlâ “görünmez” değil, sadece biz mahlûkat sınırlılıklarımızdan dolayı “göremiyoruz.” Ayrıca şiddet-i zuhurundan ve zıttı ve misli, içi ve dışı olmamasından kaynaklanan bir durum var ortada. Yani O’nun gaybîliği bildiğimiz gayb cinsinden değil; zaman – mekândan münezzehiyetiyle birlikte, sonsuz olması ve varlık derecesinin şiddet-i zuhurundan kaynaklanmakta ama konumuz bu değil.
Aslında Bilim(sellik) Felsefesi’nin (literatürdeki ismiyle “scientism”) Allahû Teâlâ’yı sebep ve açıklama olarak kabul etmemesinin gerçek sebebi; tarafsız ve objektif olmamasıdır! Bilim(sellik) Paradigması’nın olgusal ve nesnel olmamasıdır. Rabbimiz’i fail ve neden kabul etmemesinin asıl sebebi; felsefe ve karakterinin “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” olmasıdır. Yani mevcut Modern Seküler Bilim, iddiasının aksine; inanç ve değer’den tarafsız ve bağımsız değildir!
“Bilim, tarafsız değildir” derken; gerçi “tarafsız” olmak aslında bir değer ve meziyet değil. Yani insan her zaman iyi ve doğrudan taraf olmalı; hakikâti desteklemeli ve haklıdan yana olmalı. Fakat burada Bilim’in yanlışı: Yanlış taraf ve inançta olmasında! Üstelik bu yanlışı yetmezmiş gibi; bir de tüm din ve inançlardan bağımsız ve tarafsız olduğu yalanı söylemesinde! Üstüne basa basa defalarca tekrar ve telkin ettiği bu yalana, kendisi de inanmaktadır üstelik! Evren hakkında objektif gözlem ve ölçümler yaptığına; işleyişi hakkında nötr ve nesnel bilgiler verdiğine; yalın tasvir ve açıklamalarda bulunduğuna inanmaktadır! Gösterdiği bu sebeplerle; “Rabbimiz olmadan da(!)” evrenin kendi başına ayakta durup, çalışabileceği ve çalıştığına; bu otomatik determine mekanizmalarla “O varsa bile, ilgilenmesine gerek kalmadan!” üretim yapabileceği ve bu sonuçlara ulaştığına inanmaktadır! Bu inancına göre Rabbimiz’in işleyişte herhangi bir rolünün olmadığı deterministik bir kâinat kurgusunu zihinlere üflemekte; Allah’ın olmadığı ateist bir dünyanın resmini çizmektedir.
“Tarafsız’ olmak, bir değer ve meziyet değil” derken; pratik olarak realitede ve teorik olarak dil ve mantık açısından “tarafsızlık” denilen şey zaten mümkün değil. Konuya Bilim’in Bilimsel gözlem ve ölçüm, araştırma ve deneylerinden örnek verirsek; birşeyi “ya Yaratıcı ve fâili var(mış)” gibi inceler ve nedenselleyip, tasvir ederiz veya “Yaratıcı ve fâili yok(muş)” gibi.
Yani “var – yok”un ortası veya bunların dışarıdan eşit uzaklıktan bakabileceğimiz dış gözlem noktası olmadığı için; evren ve içindeki madde ve işleyişinin tasvir ve gözlem ve bunların ifadesinde tarafsız ve objektif olmak; dilin yapısı ve mantık açısından, realitede mümkün değil. Yani bu konuda tarafsız ve nötr bir cümle kurulamayacağı gibi; üstelik “agnostik” bir ifade biçimi de kurulamaz! (Bedi’üzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle: “Bîtarafane muhakeme denilen şey, taraf-ı muhalifi iltizam etmektir, bâtıla tarafgirliktir; bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir.”)
Demek Bilimsellik Kriterleri’nin yanlışı, taraflı olmasında değil; yanlış tarafta olmasında! Bilimsel Bilim’in yanlışı; “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” tarafta yer alıp, bunların avukatlığını yapmasında! Bu yetmezmiş gibi bir de “objektif ve tarafsız, inanç ve değer’den ayrı ve bağımsız olduğu” yalanı söylemesinde!
Elhasıl Bilimsellik Felsefesi; “kâinat ve içindeki maddenin, varlık ve devam ve işleyişinde Rabbimiz’e ihtiyaç ve zaruret olmadığı” inancında! Çünkü “Allahû Tealâ yok(muş); varsa bile evrendeki herhangi birşeye müdahale ve etkisi yok(muş); çünkü herşey varlık ve devam ve işleyişinde O’ndan bağımsız ve ayrı olabilmesi mümkün(müş) ve zaten olan da bundan ibaret(miş)!” öninancına sahip! Çünkü “O olmadan da herşeyin mümkün olabileceği ve olduğu ve olanın da bu mümkün’ün gerçekleşmesi olduğu” önvarsayımına inanmakta!
Evet Bilimsel Gözlem ve Bilimsel Bilgi denilen şey; “kâinat ve içindeki varlık ve işleyiş ve sonuçları için herhangi bir fail ve özneye zaruret ve ihtiyaç yok(muş); çünkü herşey (herhangi bir fail ve özneye gerek olmadan) türlü sebep ve mekanizma, tesadüf ve kanunlarla kendi kendine olabilir ve olan da bunun ispatı(ymış)!” gibi anlatmaktır! Yani “Bilimsellik / Bilimsel Yöntem” diye sınırları çizilip, Yayınlarında da Bilimsellik Şartı diye zorunlu tutulan; “olgusal ve tarafsız bilgi, objektif ve nötr ifade, seküler ve lâik gözlem, yalın bilimsel ifade” diyerek, aslında ateist ve materyalist bir kâinat tasviri yapılmakta ve dayatılmakta!
Bilim ve Bilimsellik denilen şey: “Evrende madde ve işleyişini Allah olmadan, O’na ihtiyaç ve zaruret duymadan nasıl nedenselleyebilir ve tasvir edebilirim?, Zerrelerin işleyişini faîl ve özneye ihtiyaç duymadan nasıl izah edebilirim?, Varlık ve işleyişini nedensellemek ve tasvir edip, açıklamak için ‘kim’ sorusuna mantıken ihtiyaç ve zaruret olmadığını nasıl ispat ederim?, Evrenin işleyişinde herhangi bir doğaüstü güce evrenin ihtiyacı yokken; ‘işleyişte Allah’ın rolü nedir?’ gibi soruların gereksiz ve spekülâtif, hatta saçma olduğunu nasıl gösteririm? Bu soru’nun; bilgi ve gözlem, ölçme ve araştırmanın değil; ‘inanç’ın sorusu ve konusu olduğuna nasıl inandırabilirim?” gibi soruların cevabını aramanın diğer adı olmaktadır.
Bilimsel Yöntem denilen şey ise: İnsana Rabbimiz’e çıkan ve çıkabilecek tüm yolları kapatıp; eşyanın varlık ve işleyişinde, herşeyi madde’nin fonksiyonuna indirgeyerek nedenselleme ve nasıllayıp, tasvire mecbur ve mahkûm etmenin diğer adı olmaktadır. Büyük bir inançla bağlı oldukları bu önvarsayımlarının delillerini arayıp, ispatını yapmaya çalışmanın bir yöntemi olmaktadır.
Bilimsel İfade denilen şey de: Sanki bu amentüleri ispatlanmış gibi, gözleyip – ölçtüğü herşeyi failsiz ve öznesiz cümlelerle ifade ederek; böylece “herşeyin O’ndan bağımsız ve ayrı işleyebileceği ve zaten işlediği” hurafesini şuuraltımıza işleyen; yani zihnimizde sahte bir kâinat imajı üreterek; algıda “Allah’ın olmadığı, olsa bile kâinata herhangi bir müdahale ve etkisi olmadığı(!)”; yani ret ve inkâra dayalı kurgusal bir evren tasviri yapmanın diğer adı olmaktadır.
Bilimsel Yayınlar(ın)daki ifadelerin yapısökümüne göre ve Bilim’in felsefesinin anlatıldığı kendi kaynaklarına göre; son tahlilde, mevcut Seküler Modern Bilim/sellik; “Rabbimiz’in varlık ve eşyaya müdahale ve çekip çevirme, yönetmesini kabul etmeme ve evrendeki mevcut fiil, icraat ve eserlerini de reddetme ve türlü sebeplere dağıtma” üzerine kuruludur. Yani Bilimsellik Kriterleri’ne göre şekillenen Bilimsel Bilim; ateizm ve materyalizm, natüralizm ve determinizme onay ve meşruiyet üretme ve sanki bu varsayımları doğruymuş gibi evreni nedenselleme, bu inanca göre tasvir ve açıklama yapmanın diğer adı olmaktadır.
Şirk ve inkârı kâinatta temellendirebileceği bir dayanak noktası arayıp, batıl inancına zemin ve altyapı kurmaya çalışan “Bilimsellik Felsefesi”nin; kâinatın işleyişi hakkında önümüze getirdiği her “neden ve sebep, mekanizma ve sistem, madde ve kanun ve öznesiz tasvir, failsiz açıklama”; zihinde eşya ile Rabbimiz arasındaki münasebet iplerini biraz daha karartıp, kesmekte; kâinatın O’na delâlet ve nisbetini biraz daha kapatıp, kopartmakta; “madde”nin arkasını gösteren şeffafîyet ve üzerine yansıyanı gösteren ayinedarlığını biraz daha karartıp, siyahlaştırmaktadır!
Bilim’in gösterdiği her neden, yaptığı her tasvir, açıklama; “Bu işi Allah yapmıyor, bu faâliyete O karışmıyor! Bu meyve, tabiî bir mekanizma – kural – işleyişin ürünü olup; ilahî değil, doğal!… İlham, dışgüdü ve sevk-i ilâhî değil; sevk-i tabiî ve içgüdü!… Yaratma / yaratılış değil; oluşum / oluşma! Su, Allah’tan değil, bu mekanizma ve buluttan; elma ise ağaçtan!…” gibi derin ve gizli, alt (subliminâl) mesajları (yani bilincimizin farkedip, işitemeyeceği frekanstaki fısıltı ve vesveseleri) bilinçaltımıza üfleyip, kodlar!
Zihnimiz cümlelerde görünen, yüzeysel ve “birincil anlam”a dikkat eder ve yakalar. “Satıraralarını okumak” dediğimiz; cümle(ler)in mefhum ve mantıkında bulunan “derin anlam”; yani ikinci ve üçüncü anlam ve sonuçlarına dikkat etmez. Dikkat etmediğimiz için bilincimizin kontrol ve filtrelerine takılmayan bu anlam ve “virütik mesajlar” biilinçaltımıza kaçar! Bu mesajların değişik kanallardan tekrar ve takviyesi de, önce zihnimizi ve sonra da bakış ve davranışlarımızı kodlayarak, programlar!
Bilimsellik Kriterleri’ne göre düzenlenmiş Bilimsel İfadeler’deki bu bilinçaltı kod / programlamanın sonucu olarak; Mona Lisa resmini gördüğümüzde refleks olarak zihnimizde uyanan “Da Vinci” isim / çağrışımı gibi; yani “resim – ressam, eser – müessir” ilişki ve çağrışımı, kâinat düzleminde “Allahû Teâlâ” olarak kopar! Bu kopuştan sonra artık kâinatta gördüğümüz hiçbirşey Rabbimiz’i bize hatırlatmaz! Çünkü kâinat ve eşyanın “Allah’ın Âyet”i olma vasfı algı ve zihinde Bilim tarafından kopartılmıştır! Artık varlık ve maddesi bize O’nu hatırlatmadığı için; ikinci bir niyet ve irademizi zorlamamızla Rabbimiz’i hatırlamamız ancak mümkün olabilmektedir ki bu hatırlama da geçicidir!
Yani Bilimsel İfadelerde saklı bulunan subliminâl mesajların bizi programlama ve hipnozuyla; Bilimsel Tasvirler’deki sihrin bizde oluşturduğu bu sahte kâinat ilüzyonu sonucu; Rabbimiz artık “cami” gibi bazı mekânlar ve “ibadet” gibi bazı ritüellerde, o da sun’î olarak akla getirdiğimiz, bir “yabancı” olur! Yani hayatımıza dokunmayan; hiçbir muarefe ve yakınlık, tanışıklık ve alışverişimizin olmadığı!
İnsanın Allah’a yabancılaşması ise, eşya ve insanlara yabancılaşmasını; dolayısıyle kendisine yabancılaşmasını, sonraki aşamada da yalnızlaşmasını doğurur! Bu insanda ilk kaybolacak duygular ise “hayret ve haşyet, merhamet ve muhabbet” olur!…
Bilim’in Yanlış Bilgi Virüsleri’yle zihni ve duyguları enfekte olmuş bu insan için; yumurtadan kuş çıkması, insandan insan çıkması, topraktan çiçek – meyve çıkması, elhasıl hiçbir şey hayret ve merak duygusu uyandırmaz! “Bilimsel bir açıklaması vardır elbette! Neyseki Bilim’in bulduğu bir neden, nasıl olduğuna dair keşfettiği bir mekanizma ve izah vardır nasıl olsa!…”
Elhasıl Bilimsel Makale ve Yayınlarda; herşeyin otomatik makina gibi işlediği ve “Uzun Zaman + Madde ve Enerji + Tabiat ve Kanun + Tesadüf ve Zorunluluk + Evrim ve Devrim = Herşey Mümkün” inancından doğan bir Kâinat Modeli’ne dayanan; yani denklem ve formüllerinde Allahû Teâlâ’nın olmadığı “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” bir kâinat tasavvuru inşa edilir! Bilimsel Yöntem ve Bilim(sellik) Kriterleri’nin dayattığı zorunluluk icabı, Bilimsel Yayınlarda failsiz ve öznesiz kurulan cümlelerle; bilinçaltına küfür ve şirk virüsleri telkin ve tekrarlarla takviye edilir!
Gözleyip – incelediği; deneyselleyip – ölçtüğü herşeyi Yatay Neden – Sonuç Etkileşimleriyle, yani Determinizm İnancı’na göre formüle edip, buna göre ifade kalıplarına döken ve şematize eden Bilim; bu Deterministik Şablonla, eşya güya kendi kendine ve kendi tabiatından kaynaklanan bazı özellikler ve “Uzun Zaman + Madde-Enerji + Tesadüf-Zorunluluk = Herşey Mümkün” gibi batıl formül ve itikadlarıyla; saatin altındaki dişliler gibi sanki “kâinatın da altında otomatik işleyen kanun – mekanizmalar var(mış); Allah olsun olmasın(!) bu mekanizma ve kanunlar sayesinde evren otomatik olarak kendi kendine işleyebilir ve işler(miş)!” gibi; eşyayı nedenseller ve nasıllama (tasvirler) yapar! Böyle yaparak; “Es Samed olan Allah” (hiçbirşeye ihtiyacı olmayıp, herşeyin O’na ihtiyaç ve zaruret duyduğu) yerine; Bilim’in yerine ikame ettiği “Samed olan Kâinat” inancı zihinlere ilka edilir!
Bilim’in deterministik evreninde Rabbimiz ne iş yapıyor!?
Eğer Bilim’in türlü sebep – mekanizma, tesadüf ve zorunluluklarla kendi kendine işleyen bu kâinat tasavvurunu kabul edersek; o zaman, yani illiyet ve nedenselliğin hâkim olduğu; herşeyin varlık ve devam ve çalışma sebebi, diğer sebep ve mekanizmalarla nedensellenip, açıklanabildiği ve nasıllanıp, tasvir edilebildiği böyle bir evrende Rabbimiz ne iş yapıyordur!? Eğer Bilimsellik Felsefesi’ne bağımlı, Bilimsel Kriter ve Yöntemlerine bağlı kalarak, herşeyi sebeplerle determine edip, açıklayıp, çözdüğümüze inanıyorsak; yani varlık ve çalışma ve devamında hiçbir cihette Rabbimiz’e ihtiyaç duymayan bu kurgusal evrende, Rabbimiz neyin nedeni ve faili olmaktadır!? Rabbimiz bu işleyişin neresindedir!?
Bilim’in iddia ettiği gibi; gerçekten, herşeyi başka nedenlere dayayarak nedensellediğimize ve nasıl işlediğini tasvir ederek açıkladığımıza inanıyorsak; böyle bir evren Rabbimiz’e hangi konuda muhtaçtır veya muhtaç mıdır acaba!? Peki böyle bir evrende “iman”a nasıl yer açacağız!? Bilim’in kalınlaştırdığı madde’yi nasıl şeffaflaştırıp, arkasını göreceğiz; varlığın perdesini aralayıp, Rabbimiz’e nasıl delil bulacağız!?
Bu soruyla noktalayıp, yazımızın ikinci kısmına haftaya devam edelim inşâallah.