EĞİTİM VE İRŞADDA ASR-I SAADETTEN SONRAKİ
EN BÜYÜK KUR’ANÎ İNKILAB: RİSALET-ÜN-NUR
Yahut
TAMİRCİ ATOM BOMBASI
(Materyalist felsefeyi yıkan)
Bu ilim ve fen asrının Kur’andan dersi olan Risalet-ün-Nur, Osmanlı içten ihanetlerle yıkılmadan imdada yetişse idi, Osmanlı yeniden bir hamle ve bir inkılab ile düşmeden şahlanabilirdi, yeni Türkiye gibi. Zira: Asrın Kur’an Üstadı Hz Bediüzzaman’ın iki teklifi: Din ilimleri ile fen ilimlerinin beraber okutulacağı bir ÜNİVERSİTE.. Bir de: Saltanat ve Hilafetin şahıs yerine, bir şahs-ı maneviye tevdii, yani EMRUHUM ŞURA BEYNEHÜM Ayet-i Kerimesi fermanı ile, MEŞRUTİYET-İ MEŞRUA (HAKİKİ MANASI İLE CUMHURİYET)in teessüsünü teklif ve tebliğ için İstanbul’a gelmiş, Sultan II Abdulhamid’le görüşmek istiyordu. Mason başmabeyinci araya fesat sokuyor, akim kalıyor. Bu davanın şahidi: Din ilimlerini, asrın dimağına, fen ilimleri (ki:Kitab-ı kebir veya Kur’an-ı Kebir olan kainat kitabının müfessiridirler) muvacehesinde mantıki bürhanlar ile îzah ve isbat eden Risale-i Nur ve eski Türkiye’de emperyalizma baskısı ile maruz kaldığı devlet terörüne mukabil yaptığı mahkeme müdafaaları, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ ve SULH-U UMUMİ dersleridir. İşte:
VİCDANIN ZİYASI ULUM-U DİNİYEDİR. AKLIN NURU FÜNUN-U MEDENİYEDİR.. İKİSİNİN İMTİZACI İLE HAKİKAT TECELLİ EDER. O İKİ CENAH İLE TALEBENİN HİMMETİ PERVAZ EDER.
O Kur’ani irşaddaki inkılab şudur: İmam-ı Rabbani Hazretlerinden bir rivayet var. -Mealen- Sahabe-i Kiram nübüvvetin vereseleriydi. Yani sırr-ı veraset-i nübüvvet ile velayet-i kübraya mazhar idiler. Bu sır yayılarak ve bir derece sathileşerek tabiin ve tebe-i tabiinde de devam etmiştir. Ondan sonra velayet-i suğraya, tarikat-tasavvuf tarzına inkılab etmiştir. Bu devre bin sene devam edecektir. Bin seneden sonra mütekelliminden bir zat gelecek, Kur’an’dan sırr-ı veraset-i Nübüvveti, yani velayet-i kübrayı yeniden ihya ve tamim edecek. Ben istiyorum ki, ben o adam olsam.” buyurmuşlar. Hazret-i Üstad BEDİÜZZAMAN Ayet-el Kübra risalesinde:
“Zaman isbat etti ki: o adam, adam değil, Risale-i Nur’dur. Belki ehl-i keşif, Risale-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve naşiri suretinde -keşiflerinde- müşahede etmişler; “bir adam” demişler. ” (Şualar – 166)
Risale-i Nur baştan başa iki dünyanın saadet-i ebediyesinin, mutluluğunun medarı olan iman ve marifetullah ve muhabbetullahın Kur’andan in’ikas eden dersleridir. Hatta “Ehil olanlara velayet-i kübra feyizlerini ifaza eder.” buyuruluyor. Demek Risale-i Nur’un talebeliğinde hakkını verebilsek, tekyedeki velayet-i suğraya bedel sahabenin velayeti olan velayet-i kübra feyizlerine nail ve mazhar olacağız.
Şöyle bir müjde bu meyanda hatırımıza geliyor: Yeni Türkiye’de, gelen nesillerin eline RİSALE-İ NUR hakkı ile verilip tedris edilebilse, velayet-i kübra feyizlerine mazhar bir nesil yetişecektir. Hazret-i Üstad BEDİÜZZAMAN bu nesle “nesl-i cedid” ismini veriyor.
Demek Kur’an’ın bu zamandaki manevi ve ilmi mucizesi olan Risale-i Nur, gelen nesillere dünyevi-uhrevî başta Rıza-yı İlâhî ve bir saatı bir sene, bir ömür, hatta bin sene ibadet-i nafile hükmünde Kur’ani dersine, feyzine mazhar kılmakla beraber, millî mevcudiyetimiz ve Alem-i İslâm çapında ve insaniyeti de ihata edecek adalet ve sulh-u umumi gibi bütün matlubatın iktisabına medar bir KUR’ANÎ inkılaba medar olacak potansiyeli haizdir. Zira: Hz Üstadımızın bu meyanda verdikleri dersin fezlekesini buraya alalım:
“İman hem nurdur,hem kuvvettir. Evet hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir…”
Vesselam…
Not: Bir tavzih:
Hazret-i Üstad Bediüzzaman Emirdağ’ında iken, Muttalip köyünden Abdullah Efendi isminde bir kâmil mürşid, Merhum Mustafa Sungur Ağabey’in beyanlarıyla “Hazret-i Üstad’ın makamını keşfen görmüş”, bunun üzerine müridleriyle beraber Hazret-i Üstada gelerek: “Üstadım biz kardeşlerimle beraber size talebe olmaya geldik” demiş. Hazret-i Üstad Bediüzzaman: “İki şartımız var. Biri zikrinize aynen devam edeceksiniz. İkincisi: Ya zikirden evvel veya sonra Risale-i Nurdan( iman hakikatlarından) bir ders okuyacaksınız” buyurmuşlar. Bir de: “Ben oniki tarikattan ders verebilirdim. Fakat şimdi imana taarruz var; onun için biz kainatta en yüksek hakikat olan imanı tahkim vazifesi yapıyoruz.” buyurmuşlardır.
“Risale-i Nur, bu asrın dimağına Kur’anın bir dersidir” buyrulmuştur.
İmam-ı Ali (RA) mu’cizevari keramet-i kübrası ile -materyalist inkarcı felsefeyi yani deccalı öldürüp iman-ı tahkikiyi bütün meratibi ile ilim ve hidayet nuru ile ders verip tahkim eden Risale-i Nur’dan AYET-ÜL-KÜBRA’yı keşfen görmüş, yazmak istemiş. Rasul-ü Ekrem (A.S.M): “Ya Ali onu sen değil, senin bir evladından birisi yazacak.” buyurmuşlar.
Ve Üstadımız buyuruyor: “Zaten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi, Gavs-ı Azam’dan (KS) ve Zeynalabidin (RA) ve Hasan Hüseyin (RA) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (RA) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir.
Ulü-l emirlerimize bir hatırlatma!
Bu günlerde daha ziyade saldırıya geçen zalim sömürgeci emperyalizmanın sefil ve ahmak uşaklarının şerlerine ve ahirzaman fitnelerine ve Ye’cüc ve Me’cüce karşı; Kur’ani bir sadaka-yı makbule olan, tamirci atom bombası Risale-i Nur’ların Devlet, Diyanet eliyle tab’ve intişarıdır.
Bera-yı malumat.
Vesselam