Nurdan Haber

Bediiüzzaman Hazretlerinin Alim Veli Talebesi Mehmed Feyzi Efendi’nin (rha) Vefatının 32. Seneyi Devriyesi

Bediiüzzaman Hazretlerinin Alim Veli Talebesi Mehmed Feyzi Efendi’nin (rha) Vefatının 32. Seneyi Devriyesi
04 Mart 2021 - 12:55

Bediiüzzaman Hazretlerinin Alim Veli Talebesi Mehmed Feyzi Efendi’nin Vefatının 32. Seneyi Devriyesi

 

MEH­MED FEY­Zİ PA­MUK­ÇU

1912 YI­LI KAS­TA­MO­NU do­ğum­lu Meh­med Fey­zi Pa­muk­çu Ağa­bey, 1938’den, 1943 se­ne­si­ne ka­dar Kas­ta­mo­nu’da Üs­tad Bediüzzaman Said Nursi haz­ret­le­ri­ne hiz­met et­miş­tir. 1943 De­niz­li ve 1948 Af­yon mah­ke­me­le­rin­den dolayı Hz. Üs­tad’la be­ra­ber aynı çatı altında ha­pis yat­mıştır. Lâ­hi­ka­lar­da çok sa­yı­da mek­tu­bu ve Şualar’da Af­yon mü­da­fa­a­sı var­dır. Kas­ta­mo­nu ve çev­re­si­nin ma­ne­vî mu­ta­sar­rı­fı Meh­met Fey­zi Pa­muk­çu Ağa­bey, se­ne­ler­ce et­ra­fı­na fe­yiz ve ilim saç­mış­tır. 1989 yı­lın­da ve­fat et­miş­tir. Kab­ri Kas­ta­mo­nu vi­la­ye­tin­de­dir.

 

mehmet feyzi efendi

(1912 – 1989)

Bay­ram Yük­sel Ağa­bey bir gün şöy­le de­miş­ti:

“Üs­tad der­di ki: ‘Bir ta­le­bem tek ba­şı­na be­ni kal­dı­ra­maz, tek ba­şı­na tem­sil ede­mez. Her bir ta­le­bem bir sı­fa­tı­ma sa­hip­tir.’

Üs­tad’ımı­zın üç Fey­zi’sin­den Denizlili Ha­san Fey­zi Yüreğil gö­re­me­dik, erken tarihte (1946) vefat etmişti. Di­ğer iki Fey­zi’yi ya­kın­dan ta­nı­mak na­sip ol­du bize. Risale-i Nur’un manevi avukatı Ah­met Fey­zi Kul bam­baş­ka bir fıtrat ve ka­bi­li­yet… Meh­med Fey­zi ise ta­ma­men baş­ka bir fıt­rat… Üs­tad’ımı­zın ilim, fe­yiz ve takva yönünü tut­muş bir şahsiyet…

KASTAMONU’NUN İLİM VE FE­YİZ KAY­NA­ĞI

Zon­gul­dak’ta 1973-1984 se­ne­le­ri ara­sın­da öğ­ret­men­li­ği­miz sı­ra­sın­da de­fa­lar­ca Kas­tamo­nu’ya gi­dip Meh­met Fey­zi ağa­be­yi ken­di evin­de zi­ya­ret et­mek na­sip ol­du bize. Ek­se­ri­ya Zongul­dak’ın nur ağa­be­yi Bi­lal İs­lâ­moğ­lu ile gi­der­dik. Mehmed Fey­zi Ağa­bey ken­di­si­ni çok se­ver, “ma­ne­vî ev­lât” ola­rak ka­bul eder­di.

Meh­med Fey­zi Ağa­bey öy­le ilim ve feyz sa­hi­bi bir şahsiyet ki; zi­ya­re­ti­ne bir ke­re gi­den, ya­nı­na bir­kaç ki­şi daha ala­rak tek­rar, tekrar gi­der­di. O bölgede her­kes bi­lir, ben aciz de he­men her se­ferin­de şa­hit ol­mu­şum­dur ve her gi­den­den de du­y­mu­şum­dur ki; bu mü­ba­rek ve­li zat, kal­bi­mizde­ki su­al­le­re gö­re ko­nu­şur, daha su­al sor­ma­ya fır­sat bırakma­dan içimizden geçenlerin ce­vap­la­rı­nı ve­rir­di.

Bir de­ğil, üç değil, beş de­ğil, he­men her se­fe­rin­de ak­lı­mız­dan ge­çen, dı­şa­rı­da sor­ma­ya ka­rar ver­di­ği­miz mese­le­le­re mu­hak­kak te­mas eder­di. Evin­de münzevi olarak ya­şa­yan Meh­med Fey­zi Ağa­bey, he­men her ge­le­ni ka­bul eder, ba­zen sa­at­ler­ce de­rin il­mî me­se­le­ler­den an­la­tır­dı. Ru­hu an­la­tır­dı, ahi­re­ti an­la­tır­dı, in­sa­nı an­la­tır­dı…

Soh­bet bit­ti­ğin­de Meh­med Fey­zi Ağa­bey, tıp­kı Üs­tad’ımız gi­bi, “Sa­fa gel­di­niz kar­da­şım, siz sa­fa gel­di­niz kar­da­şım” der, o za­man biz de soh­be­tin bit­ti­ği­ni an­lar, eli­ni öpüp ay­rı­lır­dık.

Sİ­MA­SI VE HİTABESİ ÇOK TE­SİR­LİDİR

Meh­med Fey­zi ağa­be­yin si­ma­sı, kı­ya­fe­ti, cid­di­yet ve va­ka­rlı duruşu her­kes gi­bi be­ni de çok et­kiler­di. Süt gi­bi bem­be­yaz bir sa­rık, cüb­be, düz­gün gür ve kır­çıl bir sa­kal… He­le iri ve iç­le­ri devam­lı nem­li o çok te­sir­li göz­ler… O göz­le­re ba­ka­bil­mek ko­lay de­ğil­di. Git­ti­ği­miz­de kar­şı divan­da bağ­daş ku­rup otu­rur, de­vam­lı ko­nu­şur, göz­le­ri­ni de kar­şı­sın­da yer­de otu­ran­la­rın üzerin­de gez­di­rir­di. Ka­lı­na ya­kın, tok ve va­kar­lı se­siy­le ko­nuş­ma­ya baş­la­yın­ca kar­şı­sın­da­ki­ler he­men te­si­ri al­tı­na gi­ri­ve­rir­di. Bendeniz bil­has­sa ilk zi­ya­ret­le­rim­de kar­şı­sın­da otu­rur, hiç kı­mıl­daya­maz­dım…

Te­fer­ru­a­tı­nı ha­tır­la­ya­mı­yo­rum, bir ke­re­sin­de bi­ri­si dam­dan dü­şer gi­bi mü­na­se­bet­siz bir su­al sor­du. Fey­zi Ağa­bey de bi­raz si­tem­kâr: “Kar­da­şım! Göz ye­rin­de gü­zel­dir. Gö­zü ye­rin­den çı­ka­rıp bir ta­ba­ğa koy­san o gü­zel­li­ği kal­maz” di­ye in­ce bir me­saj ver­miş­ti.

ÜÇ Kİ­Şİ OLA­LIM DA CU­MA NA­MA­ZI­NI KI­LA­Bİ­LE­LİM

Ye­is için­de olan­la­ra 1950’den ev­vel­ki hal­kın va­zi­ye­ti ile şim­di­ki va­zi­ye­tini mu­ka­ye­se için şu hatırasını anlatmıştı: “Biz mü­ez­zin­le be­ra­ber Cu­ma gün­le­ri, ca­mi­nin bah­çe ka­pı­sın­da bek­ler­dik. Yol­dan ge­çen­lerden çok ri­ca eder­dik ki, gel­sin ab­dest al­sın, üç ki­şi ola­lım da ce­ma­at ol­sun, tâ cu­ma na­mazı­nı kı­la­bi­le­lim… İş­te böy­le in­san arar­dık… Bu mem­le­ket­te o gün­le­ri de ya­şa­dık.” O günleri böyle anlatmıştı.

Bir gün “dâ­rü’l-harp” me­se­le­si­ni iş­le­di. Dedi ki: “Ne olur­sa ol­sun, mi­na­re­le­rin­de gün­de beş de­fa ezan-ı Mu­ham­me­di­ye oku­nan, ca­mi­le­ri açık olan mem­le­ket dâ­rü’l-harp ol­maz.”

Bİ­LAL İS­L­MOĞ­LU’NUN KA­LE­MİN­DEN MEH­MED FEY­Zİ AĞA­BEY

“Nur­la­rı ta­nı­ya­lı (1965) beş-al­tı ay ol­muş­tu. Zon­gul­dak ve Ka­ra­bük’ten 10-15 kar­deş Kas­ta­mo­nu’ya zi­ya­re­te git­tik. Bir ağa­be­yi­miz: ‘Eve git­me­den bi­rer pa­ket çay ve şe­ker ala­lım’ de­di. Müs­ki­rat (içki) sat­ma­yan bir bak­kal bu­la­bil­mek için beş-al­tı dükkân do­laş­tı­lar. İçe­ri gir­di­ğimiz­de Meh­med Fey­zi Efen­di za­hi­ren yal­nız idi. Biz­ler otu­rur otur­maz: ‘Kar­deş­le­rim! Ben çok sı­kı­lı­yo­rum… Bir pa­ket çay için dükkân dük­kan do­la­şıp zah­met çe­ki­yor­su­nuz’ de­yin­ce, ben bu ke­ra­me­ti kar­şı­sın­da şok ol­muş­tum…

Üs­tad’la ta­nış­ma­sı­nı şöy­le an­lat­tı:

“Bir mür­şit arı­yordum. Bir gün ma­na âle­min­de, ‘Ara­dı­ğın mür­şit gel­di, ya­nı­na git’ de­diler, rü­ya­dır de­yip pek al­dır­ma­dım. Bir yıl son­ra yi­ne ‘Bek­le­di­ğin za­tın ya­nı­na git’ de­di­ler. Nas­rul­lah Ca­mii’ne git­tim: ‘Bu­ra­ya dı­şa­rı­dan ge­len bir şeyh ve­ya bir mür­şit var mı?’ di­ye sordum. Üs­tad’ın kal­dı­ğı evi ta­rif et­ti­ler. Ya­nı­na git­ti­ğim za­man aya­ğa kal­ka­rak kar­şı­la­dı ve ba­na sa­rıl­dı. ‘Kar­de­şim Fey­zi! Ben se­ni bir yıl ev­vel ça­ğır­dım, ni­ye gel­me­din, bir yıl kay­bın var!’ de­di.

“Bir ge­ce Hz. Üs­tad’ı rü­yam­da gör­düm. Ba­na ar­kam­dan ge­le­rek sa­rıl­dı, ‘Kar­de­şim! Selef-i sa­li­hin se­nin gi­bi bir ta­le­bem ol­du­ğu için be­ni kıs­ka­nı­yor­lar’ de­di.

“1967 ve­ya 1968 yıl­la­rıy­dı. İç­ti­maî ha­yat çok ka­rı­şık­tı, ma­lum sol fa­a­li­yet­ler art­mış­tı. Ba­zı ağa­bey­ler de, ‘Sol bir ih­ti­lâl ol­ma ih­ti­ma­li var, ted­bir ala­lım!’ di­yor­lar­dı. Biz yi­ne beş-al­tı ağa­bey­le beraber zi­ya­re­tine git­tik. Bi­ze tav­si­ye­si şu ol­du:

 

“‘Kar­deş­le­rim! Ri­sa­le-i Nur ina­yet al­tın­da­dır, hiç­bir güç bu hiz­me­te mâ­ni ola­maz. Sizin evi­niz­de­ siv­ri uç­lu bı­çak var­sa, ucu­nu yu­var­la­yı­ve­rin ve hiz­me­ti­ni­ze de­vam edin’ bu­yur­du­lar.

“Fey­zi Efen­di bir gün ted­bir­den bah­se­der­ken: ‘Ted­bir, normal za­man­lar­da ya­pı­la­nı­dır ve Ha­kîm is­mi­ne mü­ra­at et­mek­tir. Şart­la­rın zor­laş­tı­ğı sı­ra­da ya­pı­lan ted­bir, kor­ku­dan­dır’ de­miş­ler­di.

“Sa­kal mev­zu­un­da: ‘Sa­kal bı­rak­mak sün­net­tir, kes­mek ha­ram­dır. Bu se­bep­le sa­kal bıra­ka­cak Müs­lü­man­lar Tür­ki­ye’nin şart­la­rı­nı iyi­ce dü­şü­ne­rek ha­re­ket et­sin­ler. Ben sa­ka­lı­mı hiç kes­tir­me­dim, ha­pish­ane­de ke­se­cek­ler di­ye çok üzül­müş­tüm. Hz. Üs­tad ya­nı­ma gel­di: ‘Kar­de­şim! Bu sen­de­ki sa­kal be­nim sa­ka­lım­dır, onu hiç kim­se ke­se­mez’ de­di. Ha­ki­ka­ten berbe­re ça­ğır­dı­lar, ba­na bak­tı bak­tı: ‘Ben bu sa­ka­lı ke­se­mem’ de­di ve kes­me­di, öy­le kal­dı.

“Bir ziya­re­ti­miz­de ‘Kar­deş­le­rim! Be­nim bu va­zi­ye­ti­mi ten­kit eden­ler var. Bu âciz ken­di ih­ti­ya­rım­la bu­ra­da otur­mu­yo­rum, sev­gi­li Üs­tad’ımın em­riy­le otu­ru­yo­rum’ de­miş­ler­di.”

Rİ­SA­LE-İ NUR’DA MEH­MET FEY­Zİ

Kül­li­yat­ta Meh­med Fey­zi ağa­bey­le alâ­ka­lı çok yerler var­dır:

“Af­yon Ağır Ce­za Mah­ke­me­si­ne,

“İd­dia­na­me­de be­ni Üs­tad’ım Said Nur­sî’nin hem sır kâ­ti­bi, hem ken­di­siy­le, hem Ri­sa­le-i Nur’la şid­det­li alâ­ka­lı, hem çok hiz­met et­ti­ği­mi ba­his­le bu ha­re­ke­ti­mi me­dar-ı mes’uli­yet say­mış. Ben de bu­na kar­şı, bü­tün kuv­ve­tim­le bu it­ha­mı ka­bul edip if­ti­har edi­yo­rum. Çün­kü fıt­ra­tım­da il­me kar­şı ga­yet kuv­vet­li bir iş­ti­yak var. Bir de­li­li şu­dur ki: De­niz­li ha­di­se­sin­de men­zi­lim ta­har­ri edil­di­ği va­kit 580 adet mü­te­nev­vi kü­tüb-i il­mi­ye ve Ara­bi­ye evim­de bu­lundu­ğu res­men sa­bit ol­muş­tur. Be­nim fakr-ı ha­lim­le ve genç­li­ğim­le ve li­san-ı Ara­bî­de nok­sa­ni­ye­tim­le be­ra­ber bu za­man­da bin­de bir şa­hıs­ta bu­lun­ma­yan bu mü­te­nev­vi 580 cilt kita­bı ba­na top­lat­tı­ran fev­ka­lâ­de bir ta­le­be­lik şev­ki ve ha­ri­ka bir aşk-ı il­mî­dir. İş­te bu fıt­rî is­tidat­la dai­ma ha­ki­kî bir üs­tad arı­yordum. Ce­nab-ı Hakk’a had­siz şü­kür ol­sun ki, uzak­ta ara­dığı­mı pek ya­kın­da eli­me ver­di…

Af­yon Ce­za­e­vi’nde mev­kuf Kas­ta­mo­nu­lu Meh­met Fey­zi Pamuk­çu”

***

“Fey­zi kar­de­şim! Sen Is­par­ta vi­la­ye­tin­de­ki kah­ra­man­la­ra ben­ze­mek is­ti­yor­san, tam onlar gi­bi ol­ma­lı­sın… Ri­sa­le-i Nur’la hiz­met ise, ima­nı kur­ta­rı­yor. Ta­ri­kat ve şeyh­lik ise, ve­lâ­yet mer­te­be­le­ri­ni ka­zan­dı­rı­yor. Bir ada­mın ima­nı­nı kur­tar­mak ise, on mü’mi­ni ve­lâ­yet de­re­ce­sine çı­kar­mak­tan daha mü­him ve daha se­vap­lı­dır. Çün­kü iman, sa­a­det-i ebe­di­ye­yi ka­zan­dır­dı­ğı için bir mü’mi­ne kü­re-i arz ka­dar bir sal­ta­nat-ı ba­ki­ye­yi te­min eder. Ve­lâ­yet ise, mü’mi­nin cen­ne­ti­ni ge­niş­len­di­rir, par­lat­tı­rır. Bir ada­mı sul­tan yap­mak, on ne­fe­ri pa­şa yap­mak­tan ne ka­dar yük­sek ise, bir ada­mın ima­nı­nı kur­tar­mak, on ada­mı ve­li yap­mak­tan daha se­vap­lı bir hiz­met­tir…

“İş­te bu da­kik sır­rı, se­nin Is­par­ta­lı kar­deş­le­rin bir kıs­mı­nın akıl­la­rı gör­me­se de umumu­nun kes­kin kalp­le­ri gör­müş ki, be­nim gi­bi bir bî­ça­re, gü­nah­kâr bir ada­mın ar­ka­daş­lı­ğı­nı ev­li­ya­ya, bel­ki de eğer bu­lun­say­dı, müç­te­hit­le­re da­hi ter­cih et­ti­ler.

“Bu ha­ki­ka­te bi­naen, bu şeh­re bir ku­tup, bir Gavs-ı Azam gel­se, se­ni on gün­de ve­lâ­yet de­re­ce­si­ne çı­ka­ra­ca­ğım, de­se, sen Ri­sa­le-i Nur’u bı­ra­kıp onun ya­nı­na git­sen, Is­par­ta kah­raman­la­rı­na ar­ka­daş ola­maz­sın…” (Kas­ta­mo­nu Lâ­hi­ka­sı, 83)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim

Re’fet, Mehmed Feyzi, Sabri!

Ben şiddetli bir işâret ve mânevî bir ihtarla sizin üçünüzden, Risale-i Nur’un hatırı ve bu bayramın hürmeti ve eski hukukumuzun hakkı için çok rica ederim ki, dehşetli yeni bir yaramızın tedâvisine çalışınız. Çünkü, gizli düşmanlarımız iki plânı tâkip edip.. biri beni ihânetlerle çürütmek; ikincisi mâbeynimize bir soğukluk vermektir. Said Nursî (Şuâlar 517)

Cenab-ı Hak kendisinden, hocalarından, üstadından, anne ve babasından razı olsun, cümlesine rahmet eylesin, derecelerini âlî eylesin.

Ruhu için El-Fatiha 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ 

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٢﴾ اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ ﴿٣﴾ مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ﴿٤﴾ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ ﴿٥﴾ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ﴿٦﴾ صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ ﴿٧﴾

 

( ‘Ağabeyler Anlatıyor’ kitabının, birinci cildinden derlenmiştir…)

Nurdan Haber

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )