Muazzez Üstadımız kendi telifat ve lahikalarında makamına göre hususiyet ve külliyet gibi belki bilemediğimiz hikmetlere binaen ve mukteza-i hali nazara alarak tasnifat yapmışlardır. Lahikalar, mektub ve takrizler Külliyata rastgele dercedilmemişlerdir.
Lahikaların başında Hz. Üstadımızın hizmetkarlarının imzası ile neşredilen, Lahikaların kıymet, ehemmiyet ve mahiyetini ve bir derece neşir keyfiyetini açıklayan bir Takdim yazısı mevcuttur.
Ve Tarihçe-i Hayat’ta Kastamonu Hayatı kısmının giriş kısmında yine Tarihçe-i Hayat’ı hazırlayan Nur talebelerinin yani Hz. Üstadımızın hizmetkarlarının kaleminden Kastamonu Lahikası’nın ehemmiyet ve hüsn-ü tesirini anlatan bir iki sahife açıklama vardır.
Daha ziyade Lahikalardan mülahhas Hizmet Rehberinin mukaddimesinde yine Nur mesleğinin nazara verildiği bir mukaddime var ki aynı muhteviyattan sayılabilir.
Lahikaların -bilhassa Barla Lahikası ki- Muazzez Üstadımızın birinci muhatapları olan selef talebelerinin hususan Risale-i Nurun birinci talebesi, Üstadımızın birinci muhatabı, manevî muîn ve vârisi olan Hulusi Bey ve Hulusi-i Sanî ünvanını taşıyan Üstadımızın yine manevî vâris olarak zikrettiği Sabri Efendinin bir cihette takriz nevinden mektubları ve daha sonra bu muhterem zatların takipçileri olan çok Nur talebelerinin -Hüsrev ve Hafız Ali, Kuleönlü Mustafa Ağabeyler gibi- hatta Kastamonu ve İnebolu Nur talebelerinin derece-i istifade ve şevklerini ifade eden mektubları Barla Lahika’sına ve kısmen de Kastamonu ve Emirdağ Lahikalarının içine girmiştir. Bunlar Ankara ve İstanbul’daki arşivlerde orjinal nüshalarda, neşir nüshalarında mevcuttur.
Barla Lahikası’nın baş tarafında bu gibi medih ve tavsifleri ihtiva eden mektub ve takrizlerin ne için neşredildiğini inayet Seb’a hakkında yazılan Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Meselesi, yedi sebeb ile izah eder. Hususan Üstadımızın bizzat yazdığı, Hulusi Bey ve Sabri Efendi’nin mektublarının lahikaya ne için girdiğini izah eden, Barla Lahikası’nın baş tarafındaki mektub gibi…
Yine Üstadımızın Hüsrev Ağabeye hitaben Barla Lahikası’nın 65. sayfasındaki şu ifadesi aynı manaya kuvvet verir. Meseleyi hülasa eder:
“Bahtiyar kardeşim Hüsrev! Şu risale, (Yani Yirmiyedinci Mektub’un umumu.) bir meclis-i nuranîdir ki, Kur’an’ın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur’an’ın şakirdleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymetdar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. Bârekâllah, sen de o menzili çok güzel süslendirmişsin” Said Nursî
Bunlara benzer bu gibi muhteviyat net bir netice olarak bize der ki: Lahikalar, mektub ve takrizler Külliyata rastgele dercedilmemiştir.
Hem Üstadımızın hal-i hayatında ve daha sonra bu gibi takriz veya havadis-i imaniye ve Kuraniye nevinden yüzler ve binler mektubları Nur talebeleri Üstada ve birbirlerine hitaben yazmışlar ve kısmende peyderpey neşretmişlerdir.
Üstadımız hayatta bulunduğu müddetçe telif ve tashih vazifesini idame ettirirken bu gibi mektubların neşrini ihmal etmemiş. O zaman hayatta olan Nurcular da bilhassa Üstaddan gelen bu gibi lahika ve takrizleri defterlerini yazmışlar, kaydetmişlerdir. Mesela Kastamonu’dan Üstadın kaleme alıp gönderdiği veya tasvibi ile lahikaya girecek mektublar Isparta merkezinde el yazıları ile çoğaltılarak her hafta muntazaman bütün Nur merkezlerine postalanmış, bu işlem titizlikle devam ettirilmiştir.
Daha sonraki neşriyat devrinde bu el yazmalar bir nüsha halinde Üstada takdim edilmiş, (Mesela Kastamonu Lahikası neşredilen kısmın üç katı kadardı) Üstadımız tekrar tashih ile Lahika’da neşrolacak kısımları tensib edip işaret etmişlerdir. Bu tasnifat Üstadımızın vefatına yakın tarihe kadar gelen Emirdağ Lahikalarını da ihtiva eder.
Hülasa, Üstadımızın mektubları ve vasiyetnameler bugün yeni ortaya çıkmadılar. Ta Barla’dan ta Kastamonu’dan itibaren el yazıları ile daha sonraları teksir ve matbuat ile önce peyderpey sonra da hepsi bir arada yazıldı, okundu, neşredildi. İnşaallah bundan sonra da neşrolacak.
Bu mektublar İhlas ve Uhuvvet gibi mühim bahislerin tarz-ı tatbikini ve fiilî izahlarını gösterir.
İhlas ve Uhuvvet Risalelerinin izahı, şerhi ve tatbikî dersi olan Yirmi Yedinci Mektub ile On Üçüncü ve On Dördüncü Şualardaki mektubların hemen hepsi, Üstadımızın kaleminden çıkmıştır. Bazen de maslahat ve hikmete binaen talebelerin imzasını taşımaktadırlar.
Risale-i Nur mesleğinin şeriat ve sünnetin ölçüleri içinde sahabe mesleğinin bir cilvesi olduğunu bu lahika mektupları ehl-i tahkike ve müdakkik kimselere gösterir. Sadık Nur talebeleri ve Kur’an-ı Hakimin ehemmiyetli bir tefsiri olan Risale-i Nur’a tam kanaat eden muhlis şakirdleri bir mürşid-i kâmil olarak kabul ettikleri Risale-i Nur’da ve lahikalarda ders verilen sünnet-i seniyye yolunda sarsılmadan sebat ederler.
“Ülema-i İlm-i Kelâm’ın ve Usûl-üd Din allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet Velcemaat’ın dâhî muhakkiklerinin İslâmî akidelere dair çok tedkik ve muhakematla ve âyât ve hadîsleri müvazene ile kabul ettikleri Usûl-üd Din düsturları, şimdiki Risale-i Nur’un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hattâ hiçbir yerde, hattâ ehl-i bid’a kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakikat-ı ihlas tam muhafaza edildiği için, her nevi ehl-i İslâm içine giriyor.” (Emirdağ Lâhikası-1, s.211)
Her kelam gibi lahikaların da mütekellim, muhatab, maksat ve makam münasebetleri içinde mülahaza edilmesi gerektiğini ifade etmeye hacet yoktur.
Üstadımız kendi yazdığı telifat ve lahikalarında dahi makamına göre hususiyet ve külliyet vs gibi belki bilemediğimiz çok hikmetlere binaen mukteza-i hali nazara alarak tasnifat yapmışlardır.
Şöyle ki: Neşrolup olmayacakları, yeni yazıya girecek girmeyecekleri ve hatt-ı Kur’an’da neşrolacakları kendi el yazısı ile işaretlemişlerdir.
Ancak şunu üzülerek söylüyoruz ki: Muazzez Üstadımızın neşriyat hususundaki tatbikatını bilmeyen ve neşriyat işi ile hiç alakası olmayan bir kısım nadanlar herhangi bir vesile ile müttali oldukları bu gibi bahisleri neşretmeyi bir maharet saydılar. Saymakla kalmadılar bir de naşirleri töhmet altında bırakmaya çalıştılar. Üstadımızın tasarrufundan tasnifatından habersiz veya art niyetli olarak neşretmeye devam ettiler.
Evet, heyhat! Piyasaya sürülmeyen bir şey bırakmadılar. Ta İnna a’tayna sırrına kadar… Ehl-i tahkike daha fazla beyana hacet yok.
Tarihçe-i Hayat’a dair şu birkaç satırı da ilave edelim:
Muhterem ve değerli bir edib ve alim olan, Konya’dan Medine-i Münevvereye ailesi ile hicret edip yerleşmiş olan Ali Ulvi Kurucu Bey’in yazmış olduğu Önsöz ve devamındaki Giriş bölümü, Tarihçe-i Hayat hakkında gerekli izahatı vermektedir.
Tarihçe-i Hayat, şeriat ve cihad ruhunun yeni nesillerde yeniden uyandırılması ve tesisi nokta-i nazarından hem Risale-i Nur mesleğinin devamlılığında Üstadımız Bedîüzzaman Said Nursî gibi bir mücahid, müceddit zatın hüsn-ü misal olarak gösterilmesi cihetinden oldukça ehemmiyetlidir.
Üstadımızın şu ifadelerini nazarınıza verebiliriz:
“Tahsin’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat yirmi büyük mecmua kadar faide verdi, fütuhat yaptı. Şimdi bir parça ilişmelerine kat’iyyen merak etmesin. Nazar-ı dikkati celbettiği için, büyük bir ilânname hükmüne geçti. Şimdiye kadar nasılki yirmi senedir yirmi büyük mecmua perde altında intişar etmesiyle çok büyük fütuhata medar oldu. Tarihçe-i Hayat’ın da perde altında intişarı inşâallah aynı neticeyi verecek.” (Emirdağ Lâhikası-2, s.235)
Tarihçe-i Hayat olsun, lahika ve müdafaalar olsun veya vasiyetnameler olsun… Risale-i Nur’un telif ve neşri ile beraber Üstadımızın Barla, Kastamonu, Emirdağ ve Isparta hayatı dönemlerinde ve Eskişehir, Denizli, Afyon medrese-i yusufiyelerinde muhatab olan binlerce kahraman Nur talebeleri tarafından yazılmış, okunmuş, neşredilmiş. Onlar bu hakikatlara hadim ve hami ve muhafız olarak emaneti gelecek nesillere tevdi etmişler.
Bunun aksini düşünmek ve öyle propagandalar yapmak bütün bu ehl-i hak ve hakikat olan ve Kur’an hakikatlarına muhatab ve şahid olan bu kitle-i azimeyi ittihamdır. İçlerinde pek çok ehl-i ilim bulunan bu muhterem insanları emanete hıyanet ile suçlamaktır. Böyle bir iftira semavat ehlini de hiddete getirecek bir cinayettir!
Mahmut İşgören