Dr. Mehmet Rıza Derindağ’ın kaleminden…
…
Sultan Abdulhamid’e Dair Üstadımıza Sorduk
Abdulhamid Han’a Dair Hz. Üstad’ın Cevabı
Yine o 3 aylık İstanbul ikameti günlerinde bazı sol menşeli yayınlar ve mecmualar bilhassa Abdulhamid Han aleyhine tezviratta bulunuyor, hakaretli yazılar yayınlıyorlardı. Peyami Safa gibi Sultan Abdulhamid Han’a “katil” ve “kızıl Sultan” diyenler pervasızca artıyordu. Hatta Darulaceze’nin kuruluş yıldönümü münasebetiyle Sultan’ın bir portresi kurumun girişine asılmış ve o portre bir kaç kendini bilmezce yırtılmış, yumurta atılmıştı. Hz. Üstad bunu duyunca “Sultan Hamid saltanat itibariyle otuz milyon Osmanlının, hilafet itibariyle üç yüz milyon müslümanın halifesiydi, ben Sultan Hamid’e veli nazarıyla bakıyorum” demişti. İşte o günlerde bir muallimin Hz. Üstad’ın mevzu ile alakalı kanaatlerini sorduğu ve talebelerince Hz. Üstadın müsadesiyle yazılan cevabi lahika pek kıymetlidir;
“Bir muallim kardaşımız, Sultan Hamid’in hakkında Üstâdımızın Hürriyet başında söylediği nutuklarda, Sultan Hamid’e hücûm etmiş ve o kıymettar padişahın kıymetini takdîr etmemiş gibi bir şüphe gelmiş.
Elcevap: Biz Üstâdımızdan aldığımız hakîkat-i hal ile cevap veriyoruz.
Evvelâ: Üstâdımızın bütün hayatındaki birinci düstûru, Kur’ân-ı Hakîmin bir kânûn-u esâsîsidir ki: ‘Bir adamın cinâyetiyle başkası mes’ul olamaz’ kâide-i Kur’âniyesi ile, ‘O padişahın zamanındaki hükûmetin hatâları ona verilmez’ diye dâimâ hayatında ona hüsn-ü zan etmiş, onun bâzı zaman mecbûriyetle ettiği kusûrları da, onun muârızlarına karşı da te’vîle çalışmış.
Saniyen: Üstâdımız, Hürriyetin başında bütün kuvvetiyle şeriat dairesindeki hürriyet-i şer’iyeyi senâ etmiş, nutukları ile halkları o hürriyete dâvet etmiş ve hürriyet-i şer’iyeye muhâlif olanlara demiş ki:
‘Eğer şerîat dairesinde olmazsa, istibdâd nâmını verdiğiniz, bir şahsın mecbûrî, cüz’î ve hafif istibdâdı, pek şiddetli bir istibdâd-ı küllî olup inkısâm edecek. Herkes, bir nevî müstebit olur. İstibdâd-ı mutlak çıkar. Binler istibdâd hükmüne dönecek, yani, hürriyet ölecek, bir istibdâd-ı mutlak çıkacak.’
Hattâ, bu meselede Üstâdımız, idam için kurulan Dîvân-ı Harb-i Örfî’de demiş ki: “Eğer meşrûtiyet, İttihatçıların istibdâdından ibâret ise veya hilâf-ı Şerîat hareket ise, bütün dünya şâhit olsun ki, ben mürteciyim.”
Sâlisen: Üstâdımız, o zamanda bir hiss-i kable’l-vukû nevinde şimdiki âlem-i İslâmın ecnebî istibdâdından kurtulması ve bir Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye tarzında tezâhüre başlamasını tasavvur etmiş, ümit etmiş, hissetmiş ve bütün kuvvetiyle bağırmış, hürriyet-i şer’iyeyi takdir etmiş. O zamanki hutbelerinde demiş ki:
“Hürriyet, terbiye-i İslâmiye ile olmazsa, ölecek; bir istibdâd-ı mutlak, yerine çıkacak.”
Râbian: Üstâdımızdan hem işitmiş, hem hâlinden anlamışız ki, ecnebîlerin şiddetli desîse ve kuvvetlerine karşı gösterdiği sebât ve kanâat; husûsan âlem-i İslâmın kısm-ı âzamının halîfesi olmak; hem, bîçare vilâyât-ı Şarkiyenin bedevî aşâirini Hamidiye Alayları ile en yüksek bir derece-i askeriye ve medeniyeye onları sevk etmesi, Hamidiye Camii’nde her Cuma günü bulunması, şeâir-i İslâmiyeye elden geldiği kadar mürâât etmesi, dâimâ Yıldız dairesinde mânevî üstâdı kabûl ettiği bir şeyhi var olduğu gibi, çok hasenâtı için, Üstâdımız, bütün hayatında onun padişahlar içinde bir nevî velî hükmüne geçtiğine kanaat etmişti.
O zaman Üstâdımız Said Nursî’nin hizmetinde bulunan, Muhsin-Ziyâ,
1953, Fatih/İstanbul”
…