Said Nursi’nin Sultan Abdulhamid’e karşı cephe aldığı ve hatta İttihat ve Terakki Fırkasına üye olduğu muhtelif yazarlar tarafından iddia edilmektedir. Bahsedilen iddiaların tek müsebbibi, mes’elenin hakikatini kaynağından araştırma zahmetine katlanılmaması bu tür insafa istinad etmeyen iddialara sebeb olunmaktadır.
Makbul bir tarafı bulunmayan bu tür iddialara geçmeden önce Sultan Abdulhamid Han kimdir ve makamı nedir, Bediüzzaman kimdir ve makamı nedir gibi mes’eleleri izah ettikten sonra da iddialara cevap verelim.
Evvela altı yüz yıllık bir cihan devletinin, belki bin yıllık İslam Türk tarihinin en takvalı en ferasetli ve en dirayetli padişahı aynı zamanda bin dört yüz yıllık İslam tarihinin son halifesi; Sultan Abdülhamid Han’dır. Emirü’l-mü’minin ve Halifetü’l-Müslimin’dir. Herkesin ona itaat etmesi farzdır, lakin bir şartla, onu da biraz sonra açıklayacağız inşallah.
Bediüzzaman Said-i Nursi; Asr-ı Saadet müstesna olması hasebiyle, on dört asırlık İslam tarihinde, ceberut ve istibdadın en şiddetli olduğu zamanda İslam bayrağını eline alan ve o mukaddes emaneti kanının son damlası ve ömrünün son dakikasına kadar zındıkaya teslim etmeyen, Kur’an ve sünnet ilmiyle mücehhez, ilmiyle amil ve şeriat-ı Ahmediyye aleyhissalatu vesselam’ı ihya etmekle muvazzaf ve mes’ul bir İslam alimidir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Mezkur ayet-i kerimede Allah-u Teala için itaat manasında أَطِيعُواfıkrası zikredilir. Muhammed aleyhissalatu vesselam için aynı şekilde أَطِيعُواkısmı yine isti’mal edilir, lakin ayette ulu’l-emir için أَطِيعُواta’biri kullanılmaz.
O halde ayetin sarih hükmüne binaen Allah-u zu’l-Celal’e itaat hiçbir şarta bağlı değil, mutlaktır. Muhammed aleyhissalatu vesselam’a itaat hiçbir esasa bağlı değil, mutlaktır. Fakat ulü’l-emre itaat, şarta bağlıdır.
Şayet ulu’l-emir; Allah-u Teala ve Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’e itaat ederse; o zaman itaat edilir; itaat etmezse o vakit ona da itaat edilmez.
لَاطَاعَةٌ لِبَشَرٍ فِى مَعْصِيَةِ اللهِ إِنَّمَا الطَّاعَةُ فِى الْمَعْرُوفِ
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’a isyanı gerektirecek vaziyetlerde beşere itaat etmeyin. İtaat sadece İslami usul ve esaslara muvafık vaziyetlerde olur.”
Bahsi geçen ayet-i kerime ve hadis-i şerife istinaden Bediüzzaman şöyle buyurur: “Padişah, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygamber aleyhissalatu vesselam’a tabi’ olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar.’’
31 Mart Hadisesi hasıl olmadan evvel, gazetelerde intişar eden Dağ meyvesi acı da olsa devadır başlıklı makalesinin yedinci maddesinde Sultan Abdülhamid’i nasihat ve irşad babında Said-i Nursi şunları buyurur:
“Sen zekatu’l-ömrü, Ömer-i sani mesleğinde sarfet. Ta ki meşrutiyyet riyasetine lazım ve biatın manası olan teveccüh-ü umumiyyeyi kazanasın!..’’
O da dedi: “Nasıl yapacağım’’?
Dedim: “İstibdad, kalb-i memalik olan İstanbul’da kan bırakmadığından, hüsn-ü niyyeti göster. Pür şefkat ile Meşrutiyyeti kansız kabul ettiğin gibi, menfur olmuş Yıldız’ı mahbub-u kulub etmek için, eski zebaniler yerine, melaike-i rahmet gibi muhakkikin-i ulemayı doldurmak ve Yıldız’ı daru’l-fünun gibi etmek. Ve ulum-u İslamiyye’yi ihya etmek ve Meşihat-ı İslamiyye’yi ve hilafeti mevki-i hakikisine is’ad etmek.
Ve milletin kalb hastalığı olan za’f-ı diyanet ve baş hastalığı olan cehaleti, servet ve iktidarınla tedavi etmekle; Yıldız’ı Süreyya kadar i’la et. Ta Hanedan-ı Osmani ol burcu Hilafette pertevnisar-ı adalet olabilsin. Hem de havaic-i zaruriyyeye iktisad et, ta alıştırılmış olan israfa iktidarı olmayan biçare millet de iktida etsin. Madem ki imamsın.’’
İşte Said-i Nursi’nin Sultan Abdulhamid’e karşı gelme hadisesi bu ve buna benzer irşad-i diniden ibaret…
Beşer olması hasebiyle her halife gibi merhum Abdulhamid’in de hata etmesi muhtemeldir. Hususan her tarafı ateş sardığı bir devirde hataların ziyade olması muhakaktır. Halifenin hatasını ona hatırlatmak ve Allah’ın emirlerini tebliğ etmek her alim için bir vecibedir. Said-i Nursi’ye isnad edilen ittihamların tamamı, vazifey-i diniyyeyi icra etmekten ibarettir maalesef…
Merhum Said-i Nursi’nin hayatı; bilinmeyen bir efsane değildir. O’nu gören ve O’nunla aynı havayı teneffüs eden ve varislerim diye ta’bir ettiği birçok talebesi hayatta. Yine Merhum’un hayatta olduğu günlerde te’lif edilen Tarihçe-i Hayat isimli 740 sayfalık bir kitab meydanda. Muhterem Abdülkadir Badıllı’nın kaleme aldığı üç ciltlik ve her cildi takriben 650 sayfa olan ve toplam iki bin sayfalık hayatını anlatan kitab ve bu sahada te’lif edilen muhtelif eserler ortada. Cümle delil hükmündeki mercilere göre Bediüzzaman, İttihad ve Terakki Partisi’ne değil, İttihad-ı Muhammedi Cem’iyeti’ne mensubdur.
İttihatçıların içerisindeki dinsiz ve imansız komiteci ve farmasonlar, Bediüzzaman’ın şöhret ve makamından istifade etmek gayesiyle O’na yanaşır. Said-i Nursi de, o zevatı irşad etmek maksadıyla onlarla irtibatta olur. Hatta meşhur yahudi Emanuel Karasso, Bediüzzaman’ı kendi saflarımıza katarsak bu mes’ele tamamdır, hesabıyla yola çıkar.
“Karasso, Bediüzzaman’la görüşme talebinde bulunur. Bediüzzaman, bu isteği kabul ettiğini bildirir. Bunun üzerine dessas bir yahudi masonu olan Karasso bu görüşme hazırlığı yapar. Bediüzzaman ile uzun bir görüşme hazırlığını yaparak buluşmaya gelmişken her çeşit çarelere, yollara başvurarak O’nu teshir edeceği ümidiyle bu görüşmeyi taleb etmişken; fakat çok az bir görüşme ve sohbetten sonra, pür heyecan, dışarıya fırlayarak kaçar. O’nu bekleyen aynı zihniyet ve niyyetteki arkadaşları, O’na: “Ne oldu, niçin görüşmeyi bu kadar çabuk bitirdin’’ diye sorduklarında, yahudi Karasso, pür heyecanla: “Aman sormayın, biraz daha kalsaydım nerede ise beni müslüman edecekti!’’ şeklinde mağlubiyyet ve perişaniyyetini telaş içinde i’tiraf eder.’’
Bediüzzaman, II. Meşrutiyyet’in i’lanı ve İttihadçıların hükumetin iplerini eline geçirdiği bir zamanda yine onlara şu tarihi irşadı yapar: “Tarih bize gösteriyor ki: Ehl-i İslam ne derece dine temessük etmiş ise, terakki etmiş. Ne vakit dinde zaaf göstermiş ise, tedenni etmiştir…’’
“Hürriyet, terbiye-i İslamiyye ile olmazsa ölecek, yerine istibdad-ı mutlak çıkacak.’’
Merhum Bediüzzaman Said-i Nursi; 24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyyet’in i’lanından sonra İttihadçıları, İslamiyyet cadde-i kübrası’ndan ayrılmamalarını yoksa akibetin perişaniyyet olacağını telkin edip şöyle buyurur: “Bidayet-i hürriyette şu fikri Jön Türklere teklif ettim, kabul etmediler. On iki sene sonra tekrar teklif ettim, kabul ettiler, lakin meclis fesholdu. Şimdi alem-i İslam’ın mütemerkiz noktasına tekraren arz ediyorum.’’
Bediüzzaman Said-i Nursi, mürşid-i İslam olması hasebiyle İttahatçılarla görüşür, onların içindeki siyonist, ateist kısmını ilzam ve iskat, Müslüman fakat gafil olanlarını irşad eder. Lakin hiçbir zaman M.Akif ve Namık Kemal gibi Sultan Abdulhamid Han’ın şahsı ve makam-ı muallasını tahkir ve tezyif etmez, ettiğine dair tek bir vesikaya rastlanılmamıştır.
Bediüzzaman ve Abdülhamid arasındaki mevzular
Birincisi: Adem aleyhisselam zamanından beri nasıl icad edilmiş ise öyle bırakılıp herhangi bir hizmet götürülmediğini idrak eden Bediüzzaman, şark vilayetlerinin maddi ve ma’nevi terakkisi için İstanbul’a gelir. Hem İslami hem de teknik ilimlerin tahsil edildiği Medresetü’z-Zehra adında bir üniversitenin, üç vilayette te’sisi için Abdülhamid ile bu hususu görüşmek ister. Halifenin etrafında yuvalanan asker tabakası tarafından tımarhaneye atılır. Sonra nezarette tutulur ve kendisine:
“Padişah sana selam etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış, sonra da yirmi otuz lira yapacak… cevaben: “Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul edemem, kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem bana vermek istediğiniz; rüşvet ve hakk-ı sükuttur’’ şeklinde kesin bir dille reddeder.
İkincisi: Bediüzzaman’ın başka bir tesbiti: “Zira sabıkta padişah kendi yerinde mahbus gibi oturuyordu’’ cümlesi ile istibdadın esas sebebi; onun etrafını saran mabeyndeki paşaların aldatmaları ve bir çeşit ablukaya almalarıyla “mahbus gibi’’ yapıp, sağından ve solundan tam ma’nasıyla haberdar olmasına mani’ olmalarıdır.
Üçüncüsü: 31 Mart 1325 rumi takvim, 13 Nisan 1909 miladi tarihinde başlayan hadiseler üzerine Selanik’ten İstanbul’a doğru yola çıkan ve kahir ekseriyeti yahudi ve çapulculardan mürekkeb Hareket Ordusu, 24 Nisan 1909’da İstanbul’u işgal ile hadiselere el koyar ve i’damlara başlar.
Said-i Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi’de mahkum sıfatıyla muhakeme edilir. İttihad ve Terakki’nin mülhidleri, O’nu ortadan kaldırmak ister. Mahkeme esnasında i’dam edilen on beş kişinin darağacı gösterilmek suretiyle tehdid edilir.
Divan-ı Harb-i Örfi Reisi Hurşit Paşa, Bediüzzaman’a sorar: Sen de mi şeriat istedin? İşte şeriatı isteyenler böyle asılırlar!..
Bediüzzaman: “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebebi saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil…’’
İnsan kanının donduğu böyle bir hengamede, merhum Abdülhamid Han için şunları söyler: “İstibdadlar umumen Sultan-ı Mahlua isnad edildiği halde, O’nun Zabtiye Nazırı ile bana verdiği maaşı ve ihsan denilen rüşvet ve hakk-ı sukutu kabul etmedim, reddettim. Milletimin namını lekedar etmedim. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim, o şefkatli Sultan’a boyun eğmedim.’’
Bu dehşetli vaziyette Bediüzzaman, Abdülhamid Han’ı “istibdadlar umumen Sultan-ı Mahlu’a isnad edildiği halde’’ şeklinde tebrie edip “o şefkatli Sultan’a boyun eğmedim’’ beyanıyla cesurca hak ve hakikati beyan ederek Halifenin şefkatli ve merhametli bir zat olduğunu i’lan eder. O müdhiş vaziyette, bazı muasır neferler gibi zalimleri medhetmek suretiyle dalkavukluğa tenezzül etmemiş ve hakikati kahramanca yüzlerine haykırmıştır.
“O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraet etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid’den ta Sultanahmet’e kadar arkasında kalabalık bir halk kütlesi mevcut olduğu halde: “Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!” nidalariyle ilerlemiştir.”
Elhasıl: “Bediüzzaman Said Nursi, II. Meşrutiyyet’in ilanı evveli ve ahirinde, hürriyet-i şer’iyye’nin gerçek ma’nada Osmanlı devleti idaresinde yerleştirilmesini ve bu meyanda Hilafet saltanatının idaresini, birkaç paşanın fikir ve tedbiriyle değil, büyük bir millet meclisi ve onun yanında geniş ve büyük bir şura meclisi tarafından kararlar altına alınmasını istemiş ve bu yolda mücadele vermiştir.
Bu mücadeleleri esnasında bazen bilmünasebe ve dolayısıyla Abdülhamid’e karşı da itirazvari veya nasihat şeklinde sözleri varid olmuştur. Lakin Bediüzzaman’ın bu kabil sözleri ise, bir İslam Halifesi’nden bazı hizmetlerin yapılmasını taleb ve bazı nasihat şeklinden ibaret olduğu, yukarıda nakledilen yazılı ifadelerinden açıkça anlaşılmaktadır. Başkaca herhangi bir itiraz, şahsiyyetine bir hücum tarzı yoktur.’’
Risale Ajans