Marmara’da korkutan deprem ve Risale-i Nur’da Zelzele Bahsi!
Yaşanan son depremlere bir yenisi daha eklendi. Marmara Denizi’nde istanbul’da da hissedilen bir deprem meydana geldi. Kandilli’den yapılan açıklamaya göre deprem 4,7 şiddetinde Silivri açıklarında gerçekleşti.
KANDİLLİ’DEN AÇIKLAMA
Kandilli Rasathanesi, Marmara Denizi Silivri açıklarında gerçekleşen depremin şiddetini 4,7 olarak açıklarken, AFAD, şiddetin 4,6 olduğunu duyurdu.
Büyük İslam Alimi-Mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursî, zaman zaman meydana gelen ‘depremler’le ilgili olarak Kur’an-ı Hakim’in hakikatli ve nurlu bir tefsiri olan Risale-i Nur’un değişik yerlerinde izah ve açıklamalarda bulunmuştur. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri bu depremlerin maddi sebeplerinin yanında manevi sebeplerinin de olduğuna dikkat çeken bir risale yazmıştı. Bediüzzaman, depremlerin ehl-i dalâlet ve tuğyanın dalâletleri yüzünden gazab-ı ilâhi olarak meydana geldiğini, fakat içinde masumların yanmasını da kendilerinin şehit, mallarının sadaka olduğunu yazdı.
Müminler kainattaki her hadiseye iman penceresinden bakar ve her hadisede Esma-i İlahiyenin izini, özünü ve yüzünü görürler. Dünyanın muhtelif bölgelerinde ve vatanımızda da zaman zaman semavi ve arzi musibetler meydana gelmekte. Bazen zelzele bazen sel bazen kıtlık suretinde gelen bu musibetler hem ilahi birer ikaz ve ihtar hem dünyadaki imtihan sırrının neticesidir.
Bediüzzaman;
“Bu asrın acib bir hassasıdır. Bu asırdaki ehl-i İslâm’ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri de âlîcenabane afvetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan görse,ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, 1ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler.» (Kastamonu Lâhikası sh: 25) buyuruyorlar.
Başka bir yerde ise;
Sual: Ne için böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmiyetsiz amelleri ve şahsî günahları, kâinatın hiddetini celbediyor?
Elcevab: Bazı risalelerde ve sâbık işaretlerde isbat edildiği gibi: Küfür ve dalalet, müdhiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünki hilkat-i kâinatın bir netice-i a’zamı, ubudiyet-i insaniyedir ve rububiyet-i İlahiyeye karşı iman ve itaatla mukabeledir. Halbuki ehl-i küfür ve dalalet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i a’zamı reddettikleri için, umum mahlukatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini, âyinedarlık cihetinde âlî eden esma-i İlahiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip, camid, fâni, manasız bir mahluk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlukatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.
İşte enva’-ı dalalet derecatına göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i Rabbaniyeye ve dünyanın bekasındaki makasıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalalete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlukat öfkeleniyor.
Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlukatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur’an-ı Hakîm’in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur’anın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesine ittibadır. Gir ve tabi ol!(Lem’alar: 83)
Evet, yukarıdaki derslerden kat’iyen anlıyoruz ki; her türlü musibetlerden , zelzelelerden kurtulmanın çaresi, isyan ve günahları ve zamanımızda yaygınlaşan bid’atlı yaşayışı terkedip Allah’ın (c.c.) emirlerine uymaktır.
Bilhassa müslümanlardan din hizmetinde bulunan şahıslar, hizmet adına yaptıkları bid’atlı faaliyetlerden uzak durmaları gerekmektedir. Meşru hizmetlerin vasıtalarıda meşru olmalıdır. Hertürlü şenaatin işlendiği zulmetli mekanlarda nuranî İslâm davası anlatılmaz ve temiz müslümanları oraya götürmek hizmet olamaz.
Aksi halde kendi fiilimizle kadere fetva verdirmiş oluruz. Hem dünyada hem ahirette mesuliyete sebeb olacak davranışlarımız olur.
«Hem)اِنَّ الْكَافِرِينَ فِى نَارِ جَهَنَّمَ اَلظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌgibi tehdid âyetlerini Kur’an gayet şiddetle ve hiddetle ve gayet kuvvet ve tekrarla zikretmesinin hikmeti ise; -Risale-i Nur’da kat’î isbat edildiği gibi- beşerin küfrü, kâinatın ve ekser mahlukatın hukuklarına öyle bir tecavüzdür ki, semavatı ve arzı kızdırıyor ve anasırı hiddete getirip tufanlarla o zalimleri tokatlıyor.
اِذَا اُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِىَ تَفُورُ تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ)
âyetinin sarahatıyla o zalim münkirlere Cehennem öyle öfkeleniyor ki, hiddetinden parçalanmak derecesine geliyor. İşte böyle bir cinayet-i âmmeye ve hadsiz bir tecavüze karşı beşerin küçüklük ve ehemmiyetsizliği noktasında değil, belki zalimane cinayetinin azametine ve kâfirane tecavüzünün dehşetine karşı Sultan-ı Kâinat kendi raiyetinin hukukunun ehemmiyetini ve o münkirlerin küfür ve zulmündeki nihayetsiz çirkinliğini göstermek hikmetiyle fermanında gayet hiddet ve şiddetle o cinayeti ve cezasını değil bin defa, belki milyonlar ve milyarlar ile tekrar etse, yine israf ve kusur değil ki, bin seneden beri yüzer milyon insanlar hergün usanmadan kemal-i iştiyakla ve ihtiyaçla okurlar.» (Şualar: 250) musibetlerin hakiki esbabına işarette bulunuyor.
Yine bu gibi musibetler hususunda;
Nimet ve rahmet-i İlahiyenin fiatı, şükürdür. Biz, şükrü hakkıyla vermedik. Evet rahmetin fiatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gazabı celbediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile nev’-i beşer, tam tokada kendini müstehak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.
Hadîste var ki: “Hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki; onların yüzünden yağmur kesilir, hattâ bizim de nafakamız azalır” derler. Evet bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki; rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor; masum hayvanlar da azab çekerler.
Âyette vardır: Öyle musibetten kaçınız ki; geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” Çünki musibet-i âmmeden masumlar hârika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünki din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahü Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da bela çekerler.» (Emirdağ Lâhikası-1: 32)
Bediüzzaman nihayet bu mühim zelzele meselesiyle alakalı bir risalecik neşreder, ve bu aynı zamanda başındaki ayet-i celileye de hakikatli bir tefsir olur;
“«Ondördüncü Sözün Zeyli
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا وَاَخْرَجَتِ اْلاَرْضُ اَثْقَالَهَا وَ قَالَ اْلاِنْسَانُ مَالَهَا يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحَى لَهَا الخ ])
Şu sure kat’iyyen ifade ediyor ki: Küre-i Arz, hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazan da titriyor.”
Bu risalecikte Bediüzzaman gelecek mühim suale de mukni ve müdellel şu cevabı veriyor;
“Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.”
Bu musibetlerin def’i Risale-i Nur’un kemal-ı sadakatla neşri ve intişarı olduğu sadedinde Üstad;
«Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebebdir. Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.»(Kastamonu Lâhikası sh: 131)
İslamiyet ve müslümanlar aleyhine yapılacak menfi propaganda, yahut icraat veyahut kanunlar da semavi ve arzi musibetlerin celbine sebebiyet veriyor;
“Bugünlerde hastalığım itibariyle kışın pek şiddetli hiddetine tahammül edemedim. Çok tecrübelerimle, umumî bir hatanın neticesinde hava ile zemin zelzele ile ve fırtına ile gazab-ı İlahîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar gibi âdete muhalif bir vaziyet gösterdiler. Ben de bundan bir manevî fırtınaya alâmet hissettim. Kalbime geldi ki: “Acaba yine İslâmiyet ve hakaik-i imaniye zararına bir hata-yı umumî mi meydana geldi?” Âdetim olmadığı halde ve dünya siyasetini terk ettiğim halde bu nokta için sordum: “Ne var? Cerideler ne haber veriyorlar?”
Bana dediler ki: “Din propagandasını yapan dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış. Fakat solcular hakkındaki kanunu ta’cil edip tasdik etmişler.”» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 71)
Netice-i kelam; hikmet nokta-i nazarıyla bu aleme ve hadisata bakan idrak ediyor ki alemde tesadüf yok.
Cenab-ı Hak alem-i islam’ı ve memalik-i islamiyeyi ve müslümanları arzi ve semavi musibetlerden muhafaza etsin.