Oruç, Müslümanları her türlü çirkin işlerden ve günahlardan muhafaza eden bir kalkandır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara Suresi, 2/183)
Ramazan ayında bütün İslam âlemi feyiz ve bereketlere nail olur, müminlerin günahları affedilir ve manevi olarak temizlenirler. Habib-i Edip Efendimiz (sav.): “Kim, iman ederek ve mükâfatını yalnız Allah u Teâlâ’dan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, onun geçmiş günahları mağfiret olunur.”
Ramazan ayının asıl şerefi; “Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi… Şu sahaif-i Arz ve Semada müstetirkünuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı… Şu sutur-u hâdisatın altında muzmerhakaikın miftahı… Şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliyenin hazinesi” (Bediüzzaman, Sözler) olan Kur’an-ı Azimüşşan’ın, bu aydan itibaren Resul-i Kibriya Efendimize (sav.) inmeye başlamasıdır.
Oruç, Allah’a nispeti bakımından çok hususi bir ibadettir ve onun sevabına bir sınır konulmamıştır. Orucun ecri Yüce Allah’ın takdirindedir. Oruç, sabırdır, sabrın mükâfatı ise nihayetsizidir. “Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” ayeti de bu hakikati ifade etmektedir. ( Zümer Suresi, 39/10)
Bir Hadis-i kutside ise şöyle buyrulur: “Mademki kulum yemesini, içmesini ve nefsanî arzusunu benim rızamı kazanmak için bırakmıştır. Onun sayısız ecrini doğrudan doğruya ben veririm.”
Oruç tutan müminin Yüce Allah’ın yanındaki değeri pek âlidir. Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) bazı hadis-i şeriflerinde orucun ehemmiyetini şöyle ifade etmektedir:
“Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.”
“Kim Allah u Teâlâ yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.”
“Oruçlunun iki neşesi vardır. Birisi iftar vaktinde, öbürü kıyamet günü Mevla’sına kavuştuğunda.”
Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi: “İftar vaktinde ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın, ‘Buyurunuz.’ Emrini bekler gibi bir tavr-ı ubudiyetkarâne gösterir.”
Oruç; nefsin süfli arzularını kırar, duyguları safileştirir, insanı adeta melekiyet makamına çıkarır. Oruçlu kimse, cüz-i iradesini Cenab-ı Hakk’ın külli iradesine teslim eder, imanın verdiği kuvvetle iftar saatine kadar elini yiyecek ve içeklere uzatamaz. Hür olmadığını anlar, susuzluğun ve açlığın tesirini hissedince ne kadar aciz olduğunu idrak eder. Fahr-i Âlem Efendimiz (sav.) şöyle buyurur: “Oruç, oruçlu ile dünya hırsları arasına çekilen bir perdedir. Bu perde oruçluya kötülük yüzünü göstermez. Onun gönlünü fena sarsıntılardan korur.”
Oruç tutan bir mümin elini, dilini, gözünü ve diğer bütün azalarını günahlardan muhafaza etmeli, sadece midesine değil, bütün azalarına da oruç tutturmalıdır.
Ramazan ayının her anı çok kıymetlidir ama iftar ve sahur vakitlerinde dualar daha ziyade kabul edilir. İbadetlere kat kat sevapların yazıldığı bu Kur’an ayını, rahman ayını, ihsan ayını, harman ayını, derman ayını, reyyan ayını, gufran ayını en iyi şekilde değerlendirmek lazım. Zira mübarek gecelerde bilhassa Ramazan-ı şerifte Kur’an-ı Kerim’in her bir harfine binden fazla sevap verileceğini Bediüzzaman Hazretleri Mektubat adlı eserinde şöyle ifade etmektedir:
“Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mâl, bire bindir. Kur’ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, her bir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte her bir harfin on değil, bin ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin her bir harfi binler ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.”
“Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mâl, bire bindir. Kur’ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, her bir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir.
Bunun içindir ki, Ramazan ayında bütün İslam âleminde manevi hava çok farklıdır. Camiler dolup taşar, mukabeleler okunur, cemaat huşu içinde dinler. Birçok evde de hatimler okunur. Ramazan ayı gürül gürül Kur’an tilavetleriyle, bereketli sofralarıyla, çocukların benzersiz sevinçleriyle her tarafta adeta bir bayram havası meydana getirir.
Teravih Namazı
Rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan teravih, Ramazan ayında, yatsı namazından sonra kılınan nafile namazdır.
İbadet için yaratılan insanın Rabbine daha ziyade kulluk etmesi, O’na yaklaşmak için çokça ibadet etmesi, zikir ve tespihte bulunması gerekir. Bir Hadis-i Kudsi’de şöyle buyrulur: “Kulum bana en çok farzlarla yaklaşır, sonra nafilelerle….”
İnsanların ekserisi beş vakit namazını dahi kılmazken, birçoğu sahura kadar caddelerde eğlenirken, kahvehaneler ağzına kadar dolu iken, aşkla, şevkle, iştiyakla teravih namazı için camilere koşan, Allah’ın huzuruna duran müminleri o huzurdan uzaklaştırmak isteyenler de pek az değildir. Kimse birilerini cebren camiye götürmüyor, zorla teravih namazı kıldırmıyor. Özrü olan, erkenden işe gitmek zorunda kalan Müslüman yatsı namazını kılıp yatabilir. İsteyen kılar, istemeyen kılmaz, dileyen sekiz rekât kılar, dileyen de yirmi kılar. Kimsenin buna bir şey dediği yoktur, diyemez de. Ama hiç kimsenin de “Sen niye yirmi rekât kılıyorsun” deme hakkı yoktur.
Kendisine “Teheccüd Namazı” farz olan Fahr-i Kâinat Efendimiz, ”Gözümün nuru” diye tarif ettiği namaz, O’nun sürur ve sefası idi. Habib-i Kibriya (sav.) sadece farz namazlarla iktifa etmemiş, her vesileyle nafile namaz kılarak bu ibadeti olabildiğince artırma yoluna gitmiş, ayakları şişinceye kadar namaz kılmıştır. Hz. Aişe Validemizin; “Niçin böyle yapıyorsun?” demesi üzerine “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” diye buyurmuştur.
Acaba Habib-i Kibriya Efendimizin bu yönünü niye taklide çalışmıyoruz, niye bu hassasiyetini nazara vermiyoruz da hep nefsimizin hoşuna gideni tercih ediyoruz? Ne hikmetse sünnetleri devre dışı bırakma gayreti içinde olanlar, hadisleri yok sayanlar, işlerine gelen, nefislerinin hoşuna giden hadisleri delil göstermekte, onlara sarılmaktadırlar.
Resul-i Ekrem Efendimizin (sav.) teravih namazını, cemaatle sekiz rekât olarak birkaç gece kıldıktan sonra terk ettiği, sahabelerine de cemaatle kılmaları hususunda herhangi bir tavsiyede bulunmadığı fıkıh kaynaklarında yazılıdır. Zaten bunun tersini söyleyen bir âlim ve müçtehit de yoktur. Ancak Allah Resulü’nün hane-i saadetlerinde bu namazı yirmi rekâta tamamladığı da Hz. Aişe Validemizden rivayet edilmektedir.
Teravih namazı Hz Ömer’in (r.a.) halifeliği döneminde Ubey b. Ka’b (ra.) tarafından yirmi rekât olarak cemaatle kılınmaya başlanmıştır. Hz. Ömer Efendimizin bu uygulamasını benimseyen Müslümanlar da o günden beri teravih namazını yirmi rekât olarak kılmaktadırlar.
Resulullah Efendimiz (sav.) şöyle buyururlar: “Size benim sünnetime ve benden sonra raşit halifelerin sünnetine sarılmanızı tavsiye ederim.” (Tirmizî, Kitâbu’l-İlm, ban no:16, Hadis no:2676.)
“Benden sonra gelecek iki kişiye yani Ebu Bekir ve Ömer’e uyunuz.” (Tirmizi, Menakıb:16,37. İbniMace, Mukaddime,11)
Bizi, bir Ramazan ayına daha kavuşturan Allah u Teâlâ’ya sonsuz şükürler olsun. Bu kudsi ayın, bütün İslam âleminin birlik ve beraberliğine, Müslümanları derinden sarsan elim hadiselerin ve akan kanların durmasına, memleketimizin huzur ve saadetine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.