Birinci Şuâ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
وَ بِهٖ نَسْتَعٖينُ
Üçüncü Âyet-i Meşhure
وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا âyeti kuvvetli münasebet-i maneviyesiyle beraber cifirce bin üç yüz kırk dört (1344) eder ki o tarihte Risale-i Nur’un şakirdleri gibi bu âyetin manasına daha ziyade mazhar olanlar zahiren görülmüyor. Demek bu âyet, manasının müteaddid tabakalarından işarî bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur’an’ın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’a bakıyor ve en evvel nâzil olan Sure-i Alak’ta اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى âyeti gibi manasıyla ve makam-ı cifriyle ifade ediyor ki bin üç yüz kırk dörtte nev-i insan içinde firavunane emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak. وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا âyeti ise o tuğyana karşı mücahede edenleri sena ediyor.
Evet, Harb-i Umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev-i insanın hususan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları, bilhassa birisi, kuvvet ve gınaya ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana girdiklerinden o hususi insanlar nev-i beşeri mes’ul ediyor diye insan ism-i umumîsiyle tabir edilmiş.
Eğer لَنَهْدِيَنَّهُمْ deki şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa bin iki yüz doksan dört (1294) eder ki Risaletü’n-Nur müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i veladetinin birinci senesidir.
Eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” ve “nun” bir sayılsa o vakit bin üç yüz yirmi dörtte (1324) hürriyetin ilanı hengâmında mücahede-i maneviye ile tezahür eden Risalei’n-Nur müellifinin görünmesi tarihidir.
Dördüncü Âyet-i Meşhure
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانٖى âyetidir. Şu cümle Kur’an-ı Azîmüşşan’ı ve Fatiha Suresi’ni müsenna senasıyla ifade ettiği gibi Kur’an’ın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-i İslâmiyet olan yedi esası, Kur’an’ın seb’a-i meşhuresini parlak bir surette ispat eden ve سَبْعَ الْمَثَانٖى nuruna mazhar bir âyinesi olan Risalei’n-Nur’a cifirce dahi işaret eder. Çünkü اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانٖى makam-ı ebcedîsi bin üç yüz otuz beş (1335) adediyle Risalei’n-Nur’un Fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin Fatiha Suresi’yle El-Bakara Suresi’nin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üç yüz otuz beş veya altıya tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emaredir.
Beşinci Âyet
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشٖى بِهٖ فِى النَّاسِ dir. Bu âyetin remzi latîftir. Çünkü hem kuvvetli münasebet-i maneviye ile hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde hususi bir surette Risalei’n-Nur ve müellifine bakıyor. Şöyle ki:
مَيْتًا kelimesi tenvin “nun” sayılmak cihetiyle beş yüz (500) ederek “Saidü’n-Nursî” adedi olan beş yüze tevafukla işaret ediyor ki “Saidü’n-Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risaletü’n-Nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.”
Evet اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا deki iki tenvin “nun”durlar. Bin üç yüz otuz dört (1334) eder ki o aynı zamanda (Arabî tarihle) Said umumî harpte maddî ve dehşetli bir mevtten dahi hârika bir tarzda kurtulması ve felsefe ve gafletten gelen manevî ve şiddetli bir ölümden necat bulması ve Kur’an’ın âb-ı hayatıyla taze bir hayata girmesi tarihidir. Bu tevafuk-u manevî ve muvafakat-ı cifriye delâlet derecesinde bir işarettir.
Hem فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشٖى بِهٖ فِى النَّاسِ de tenvin “nun” ve şeddeli “nun” iki “nun” ve بِهٖ de telaffuz edilen ى sayılmak cihetiyle bin iki yüz doksan dört (1294) eder ki veladetinin ve hayatının birinci senesidir. Demek, bu cümle ile hayat-ı maddiyesine, evvelki cümle ile de hayat-ı maneviyesine işaret eder.
Elhasıl: Bu âyet müteaddid ve çok tabakalarından bir işarî tabakadan hem Risaletü’n-Nur’a hem müellifine hem bu on dördüncü asrın iptidasına hem iptidasındaki Risaletü’n-Nur’un mebdeine, remzen belki işareten belki delâleten bakar.
Kaynak: Risale-i Nur