‘Deizm, Teizm ve Ateizm Üçgeninde Varoluş’ Paneli
Üsküdar Üniversitesi, İstanbul
20 Mart 2019
FİZİK (DOĞA) KANUNLARI: NEDİR, NE DEĞİLDİR
Evrene bir Sanatkarın Galerisi Olarak Bakış: Bediüzzaman Örneği
İslam tarihi boyunca, akıl ve mantık zemininde sorgulayıcı bir yaklaşımla temel inançları ve farklı felsefi görüşleri bile irdelemekten çekinmeyen ve mantıklı açıklamalar getirip ciltler dolusu eserler meydana getiren İmam Gazali, İbni Sina ve Kindi gibi çok sayıda alimler gelmiştir. Bu akılcı geleneğin çağımızda önde gelen bir temsilcisi, aklı muhatap alarak eleştirel bakış açısıyla en temel kutsalları dahi masaya yatıran Risale-i Nur külliyatının müellifi Bediüzzaman Said Nursi’dir (1877-1960). Din bilimleri ile birlikte fen bilimlerini de tahsil eden ve mantık konusunda kitap da yazan Bediüzzaman, olaylara farklı açılardan bakıp çarpıcı örneklemeyle akla uygun ve mantıken tutarlı argümanlar ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman, bir bilim felsefecisi gibi, en derin konulara dahi el atmaktan kaçınmaz. Hatta, yaratılışla ve doğa fikriyle yakından ilişkilendirildiği için, kanun ve kuvvet gibi fiziğin en temel kavramlarının mahiyetini sorgular. Materyalist düşünürler, büyük patlama sonucu oluştuğu öngörülen bildiğimiz fizik âlemini varlığın tamamı olarak sunarken, Bediüzzaman âlem-i şehadet yani görünene âlem tabir ettiği bu evrene ‘varlıkların cesedi’ olarak bakar. Doğayı da bu cesedin unsur ve uzuvlarının davranışlarını bir düzen ve kayıt altına alan yaratılış kanun ve kaideleri olarak tarif eder. Ve doğayı, yaratıcının eserlerini bir kitap gibi basan ilahi bir matbaa olarak vasıflandırır. Ona göre doğa veya tabiat denen şey, yaratılış cesedinin unsurlarını ve uzuvlarını düzen ve kayıt altına alan yaratılış kanunlarıdır. Doğa da evrenin yaratılışında geçerli olan ve gerçek varlığı olmayıp varlığı etkilerinden bilinen kanunların tamamı ve bileşiminden ibarettir.”[1]
Bediüzzaman’a göre kanun denen şey, doğa denen bu yaratılış anayasasının bir maddesi veya bölümü, kuvvet ise kanunların hükmünün icra edilmesidir. Örneğin yerçekimi kanunu, doğanın bir parçasıdır. Yerçekimi kuvveti ise yerçekimi kanununun hükmünün icra edilmesi ve dolayısıyla elden bırakılan bir cam bardağın kanunun öngördüğü tarzda yer kürenin merkezine doğru çekilmesi sonucu yere düşmesidir.
Doğa kanunlarının hükümlerinin evrenin başlangıcından beri icra ediliyor olması ve insanın bazen hayali hakikat suretinde görme ve göstermeye olan meyli, hayalin baskısıyla aslında hava gibi gayet latif olan doğayı genişletip kesifleştirerek, doğaya adeta gerçek bir vücut giydirilmesine zemin hazırlamıştır. Öyle ki, adeta görünmeyen ve her anda her yerde olan güçlü bir el, atom altı parçacıklardan galaksilere kadar her şeye tam hükmetmekte ve kanunları tavizsiz uygulamaktadır. Halbuki doğa ve genel kuvvetler olarak bilinen şeyler şu evrene sebep ve kaynak olabilecek kabiliyet ve özellikte değillerdir. Ancak evrenin sanatkarından habersizlik ve inkârı mümkün olmayan harika düzenin zorlamasıyla, akılları hayrette bırakan kudret eserlerini aslında matbaadan öte bir şey olmayan doğadan bilmek, kitabın varlığını matbaanın varlığının doğal bir sonucu olarak görmek gibi geçersiz bir muhakemenin ürünüdür. Bediüzzaman’a göre doğa olsa olsa bir su arkıdır; ancak hayalin ölçüsüz müdahalesiyle, su kaynağı ile karıştırılmaktadır. Görmediği ve bilmediği için yazarını yok sayıp, basımevinden çıkan kitabı matbaanın bir telif eseri olarak gören geçersiz yaklaşım, çok saplantılara ve hayret verici durumlara yol açmıştır.
Bediüzzaman evrende cari olan doğa kanunlarının, fabrikalardaki yönetim ve üretim kuralları gibi, sadece birer şablon olduklarını nazara verir. Ve bu güçsüz, bilgisiz ve şuursuz kanunlarla kör tesadüfün asla kaynak, etken ve sanatkâr olamayacaklarını ifade eder. Dikkatleri de san’at ve mühendislik harikası eserlerden, aklın bir gereği olarak, perde arkasındaki ilmi ve kudreti sonsuz olan eşsiz sanatkâra çevirir. Kuru bir kütüğün dallarında portakallar belirmesi ve kapalı bir kabuk içindeki yumurtanın ak ve sarısından civcivin oluşması gibi, bu sonsuz ilim ve kudret sahibi Zat her şeyi o kadar kolay yaratmaktadır ki, her şey göz önünde adeta kendi kendine oluvermektedir. Yani Bediüzzaman’a göre şu evrenin sanatkârının görülmesine engel olan şey, O’nun ilim ve kudretinin sonsuzluğu ve görülmesindeki şiddetin gözleri kamaştırmasıdır.
Bediüzzaman her bir türün bir ilk atası veya Âdem’i olduğunu ifade eder ve Darwin’in türlerin bir tesadüfler zinciri sonrası birbirinden evrimleşerek ortaya çıktığı tezini bir aldatmaca ve muhakemeyi devre dışı bırakmak olarak görür. Yüzbinlerce türün her birinin ilk atalarının sonradan ve birbirinden bağımsız olarak meydana geldikleri konusunda da jeoloji, zooloji ve botanik bilimleri ile hikmet denen her şeyin bir gayeye ve faydaya yönelik olduğunu ifade eden bilim felsefesini delil gösterir.
Hatta daha da ileri giderek her varlığın var olma ve var olmama şanslarının birbirine eşit olduğunu ama var edildiğini dikkate vererek, her türün her bir ferdinin de sonradan her şeyi hikmetle yapan bir sanatkarın kudret elinden çıkması gerektiğini ifade eder. Delil olarak doğa kanunlarının aslında gerçek bir varlığı olmadığını ve varlıklarının Ekvator çizgisi gibi farazi olduğunu söyler. Sebeplerin şuursuz olduğunu ve dolayısı ile bu kadar hayret verici yaradılış silsileleri ve bu silsileleri oluşturan her biri acayip birer ilahi makine olan sayısız fertlerin son derece sanatlı bir şekilde hiç yoktan vücuda getirmeye kabiliyetlerinin olmadığını da ilave eder.[2] Bediüzzaman’a göre, parçacıkların hareketinin arka planındaki kanunlara ve sebeplere olağanüstülük verilmesinin sebebi, olağanüstü bir varlığı kabul etmemekten doğan zorunluluk ve çaresizliktir.
Bediüzzaman devamla, üstün yaradılışlı bir varlık olarak, insanın özü itibariyle daima gerçekliği aradığını ve fıtraten hakikate meyilli ve taraftar olduğunu ifade eder ve maksadının mutluluk olduğunu söyler. Ancak, bazen kaliteli bir şey bulma ümidi kaybedilince kalitesiz ürünlere talip olabildiği gibi, gerçeğin net olarak görülmediği durumlarda yüzeysel bakışın etkisi ve şartların da zorlamasıyla kolaycılığa kaçarak akıl, vicdan ve fıtratına rağmen bazı şeyleri gerçek olarak kabul edebilmektedir. Bediüzzaman, gerçek olarak sunulan tezlerdeki çelişkileri dikkate vererek insanları insaf, akıl ve mantıklarını kullanmaya ve fikirlerin gerçekliğini sorgulamaya davet eder. Mesela varlıklardaki akılları hayrette bırakan eşsiz sanat ve güzellik ile kör tesadüfün nasıl bağdaşabileceğini, tüm bilim dalları her şeyin ilim ile yapıldığını ilan ederken, yeni varoluşların arkasındaki gerçek itici gücün nasıl şuursuz sebepler olabileceğini ve gerçek bir varlığı olmayıp hayalde cisimleştirilmiş bir fikirden ibaret olan doğanın nasıl varlıkların kaynağı olabileceğini sorgular.[3]
Bediüzzaman her bir parçacığın komşularıyla bir araya gelip karşılıklı danışıp haberleşerek omuz omuza verip anlamlı bir düzen oluşturabilmesi için her bir parçacıkta parlak bilim insanlarının akılları ile beraber dâhi siyasetçilerin diplomasisi olması gerektiğini söyler ve aklın bu ihtimali reddettiğini ifade eder. Gerçeklikten yoksun fikirlere dolaylı olarak uzaktan bakıldığı zaman doğru olmalarına bir ihtimal verilebilir. Ancak inceden inceye derinlemesine inceledikçe, doğru olma ihtimali ortadan kalkar. Bediüzzaman’a göre her biri birer sanat harikası olan varlıkları kör tesadüf ve parçacık hareketine vermek, gerçeklik peşinde koşan insanlığa yakışmaz.
Bediüzzaman, varlıklara önyargıdan arındırılmış bir akıl ile bakıldığı zaman, rastgele parçacık hareketlerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı iddia edilen kuvvet ve şekillerin, türlerin özünü oluşturamayacağına dikkatleri çeker. Çünkü seçici olma ve ayrım yapma özelliği olmayan kanunlar genel ve aynıdır. Her bir türe kendine has özellikleri içeren öz ise özel ve farklıdır. Yaygın kanun ve kuvvetler zatî değil arızîdirler. Yani türlere dışarıdan ilişip etki ederler; yoksa onların özünü oluşturamazlar ve karakterlerini belirleyemezler.[4] Fizik kanunlarının ve kuvvetlerin fark gözetmeyen yaygınlığı ışığında, gözlemlere ve akıl yürütmeye dayalı bu tespitten sonra Bediüzzaman türleri ve türlerin alt gruplarını birbirinden ayıran bütün özelliklerin adem-i sırf diye tabir ettiği mutlak yokluktan yani hiç yoktan var edildikleri hükmünü çıkarır.
Bediüzzaman, insanın hiç yoktan var olmak ve var iken yok oluvermek gibi dünyada benzerini görmediği şeyleri (sihirbazların şapkadan tavşan çıkarması veya bir fili yok edivermesi gibi – tabi el çabukluğu ve göz yanılmasıyla) aklen kabulde zorlanmasının temel sebebini Allah’ın eserlerine O’nun tarafından bakmak yerine yaratılanlar tarafından ve yaratılış alemindeki fizik kanunlarına mahkûmiyet gibi sınırlamalarla bakmak olarak verir. Keza, yoktan var eden ve ilim, irade, kudret ve diğer sonsuz sıfatları ile her zaman her yerde olan fizik-ötesi bir Allah’ı aklın kabulde zorlanması ve hayalin bile aciz kalmasının sebebinin, aldatıcı bir kıyaslama olan insanın Allah’ı kendi ile karşılaştırması olduğunu ifade eder.
İnsan, daha önce görmediği bir şeyi, zihnindeki önceden görmüş olduğu ve bildiği şeylerle karşılaştırarak anlamaya ve bir perspektife oturtmaya çalışır. Eğer zihninde referans oluşturabilecek bir şey yoksa, benzerini görmediği şeye akıl erdirmekte aciz kalır. İnsan, doğal olarak, Allah’ı anlamaya çalışırken, O’nu kendisiyle karşılaştırır ve kendindeki sınırlamalara – bir anda tek bir yerde olmak ve bir kişiyle konuşabilmek gibi – onu da dahil eder. Bu yaklaşımla da eşi benzeri olmayan ve yaratılanlara hiç benzemeyen Allah’ı anlayamaz – aynen bizim hayalimizde var ettiğimiz varlıkların, eğer akıl ve şuurları olsaydı, bizi anlayamayacakları gibi.
Bediüzzaman devamla birinin eserlerini muhakeme ederken onun özelliklerinin göz önüne alınması gerektiğini ifade eder. Bu meyanda, eserleri birer mucize olan ve bakanları hayrette bırakan mükemmel ve sonsuz ilahi kudreti göz ardı ederek, Allah’a kendimizden birine bakıyormuş gibi sınırlı ölçülerle bakmanın geçersizliğine dikkat çeker. Allah gibi fizik-ötesi nuranî varlıkları akla yaklaştırmak için sıklıkla güneşi ve bir anda adeta her yerde olan yarı-nurani ışığı örnek verir: Güneşin kendisi yeryüzünün dışındadır ve her şeyden uzaktır, ama ışığıyla tüm varlıkları kuşatır ve cam gibi tüm şeffaf şeylerin her birinin adeta içine girer ve onları aydınlatır.[5]
Yunus A. Çengel
Mütevelli Heyeti Üyesi, Üsküdar Üniversitesi, İstanbul
Professor Emeritus, University of Nevada, Reno, ABD
[1] Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 138, http://www.nuriklimi.org. Erişim tarihi: 20.06.2013.
[2] Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 134, http://www.nuriklimi.org. Erişim tarihi: 20.06.2013.
[3] Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 135, http://www.nuriklimi.org. Erişim tarihi: 20.06.2013.
[4] Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 137, http://www.nuriklimi.org. Erişim tarihi: 20.06.2013.
[5] Said Nursi, Muhakemat, Unsur-ul Akide, s. 141, http://www.nuriklimi.org. Erişim tarihi: 20.06.2013.
[6] Said Nursi, Sözler, 16. Söz, Küçük bir Zeyl, s. 281, http://www.nuriklimi.org. Erişim tarihi: 20.06.2013.
[7] Nursi, B. S., İsaratül İcaz, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 87-88.
[8] How Did Life Begin: An Interview with Andy Knoll,” NOVA Science Programming, PBS, http://www.pbs.org/wgbh/nova/origins/knoll.html
[9] Laplace, Pierre Simon, A Philosophical Essay on Probabilities, s. 4, translated from the 6th French edition by Frederick Wilson Truscott and Frederick Lincoln Emory, Dover Publications, New York, 1951.
[10] https://mybroadband.co.za/news/hardware/200748-how-a-computer-chip-is-created-from-sand-to-cpu.html; accessed: Dec. 29, 2018.
[11] https://en.wikipedia.org/wiki/Transistor_count; accessed: Dec. 29, 2018.
[12] Walter Isaacson, Einstein – His Life and Universe, s. 388, Simon & Schuster, New York, 2007.
[13] Laughlin, R. B., A Different Universe – Reinventing Physics from the Bottom Down, Basic Books, New York, 2005, p. back cover page.
[14] Aynı eser, preface, p. xiv.
[15] Aynı eser, preface, p. xv.
[16] Aynı eser, s. 45.