(Bu feylesofların Kur’an hakkındaki senalarının bir hülâsası Küçük Tarihçe-i Hayat’ta ve Nur Çeşmesi mecmuasında yazılmıştır.)
Müslümanlık, tecessüd ve teslis akidesini reddeder
İngiltere’nin en meşhur ve en büyük müverrihlerinden Edward Gibbon (Edvord Gibin) “Roma İmparatorluğunun İnhitat ve Sukutu” adlı eserinde şöyle diyor:
Ganj Nehri ile Bahr-i Muhit-i Atlasî (Atlas Okyanusu) arasındaki memleketler, Kur’an’ı bir kanun-u esasî ve teşriî hayatın ruhu olarak tanımışlardır. Kur’an’ın nazarında, satvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur’an bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşri vücuda getirmiştir ki dünyada bir naziri yoktur. Müslümanlığın esasatı, teslisiyet ve Allah’ın tecessüdiyetini ve vahdet-i vücud akidesini reddetmektedir. Bu mutasavvıfane akideler üç kuvvetli uluhiyetin mevcudiyetini ve Mesih’in Allah’ın oğlu –hâşâ– olduğunu öğretmektedir. Fakat bu akideler ancak mutaassıp Hristiyanları tatmin edebilir. Halbuki Kur’an bu gibi karışıklıklardan, ibhamlardan âzadedir.
Kur’an, Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir. Feylesofane bir dimağa mâlik olan bir muvahhid, İslâmiyet’in nokta-i nazarını kabul etmekte hiç tereddüt etmez. Müslümanlık belki bugünkü inkişaf-ı fikrîmizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.
Edward Gibbon
***
Kaynak: RİSALE-İ NUR/İŞARATÜ’L-İ’CAZ