Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Ölüm zahiren görünüşe göre dağılmadır, yokluktur, çürümektir, hayatın sönmesidir, lezzetleri yokedendir. Nasıl yaratılmış ve nimet olabilir?
Ölüm, hayat vazifesinden bir terhistir. Bir paydostur. Bir yer değiştirmedir. Bir vücut değişmesidir. Sonsuz hayata bir davettir. Bir başlangıçtır. Bir sonsuz hayatın başlangıcıdır. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir yaratma ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir yaratma ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir.
Çünkü, en basit hayat tabakası olan bitki hayatının ölümü, hayattan daha intizamlı bir sanat eseri olduğunu her baharda dörtyüzbin bitkiler gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların ölümü bozulmakla, çürümek ve dağılmakla görünür. Sonra gayet muntazam bir kimyasal işlem ve ölçülü bir kimyasal birleşme ve hikmetli bir atomların oluşmasından ibaret olan bir yoğurmaktır. Bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün, bitkinin hayatıyla ortaya çıkıyor.
Demek çekirdeğin ölümü, sümbülün, bitkinin hayatının başlangıcıdır. belki hayatın ta kendisi hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar yaratılmış ve muntazamdır.
Hem hayat sahibi meyvelerin yahut hayvanların insan midesinde ölümleri, insan hayatına çıkmalarına esas olduğundan, o ölim onların hayatından daha muntazam ve yaratılmış denilir.
İşte, en aşağı hayat tabakası olan bitkilerin hayatının ölümü böyle yaratılmış, hikmetli ve intizamlıdır. Hayat tabakasının en yükseği olan insan hayatının başına gelen ölümle ne olacaktır? Elbette, yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava aleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da kabir aleminde elbette bir sonsuz hayat sünbülü verecektir.
Evet, ölüm, yer değiştirmedir. Ruhun serbest bırakılmasıdır. Vazifeden terhistir. Yok etme ve yokluk ve gelip geçicilik değildir. Sayısız olaylarla velilerin ruhlarının bizlere görünmeleri ve keşif ehli velilere görünmeleri vukubulmuştur. Ve diğer kabir ehlinin uyanıkken ve uykudayken bizlerle münasebetleri olur. Ve olaya uygun olarak bizlere haber vermeleri gibi çok deliller, o hayat tabakasını aydınlatırlar ve ispat ederler. (Bunların yanında sadece rüya alemine girip sağ ve ölülerle görüştüğümüzü unutmayalım. Rüyada gözsüz görüyor, ayaksız yürüyor, seviniyor veya üzülüyoruz.)
Ölümü veren Allah’tır. Yani, hayatı veren Allah olduğu gibi, hayatı alan, ölümü veren dahi yine O’dur yani Allah’tır.
Evet, ölüm yalnız tahrip ve sönmek değildir ki sebeplere verilsin, tabiata havale edilsin. Kesin olarak, nasıl bir tohum görünüş itibariyle ölüp çürüyor; fakat içyüzünde bir sümbülün hayatına ve yoğurmasına, yani cüz’î tohumluk hayatından, küllî sümbül hayatına geçiyor. Öyle de, ölüm dahi görünüşte bir dağılma ve bir sönme gibi görünür. Ölüm hakikatte, insan için sonsuz hayata giriş ve başlangıç ve esas oluyor.
Öyleyse, hayatı veren ve idare eden sınırsız kudret sahibi olan Allah’tır. Yine elbette ölümü dahi o Allah icad eder, yoktan yaratır.
Sonuçta bu hakikatler imanlı insana iman nuruyla gösterir ki, ölüm, yok olma değil, yer değiştirmedir. Kabir ise, karanlık bir kuyu ağzı değil, nurlu alemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün gösterişiyle, ahirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette dünya zindanından cennet bahçelerine çıkmak ve rahatsız edici maddi hayatın sıkıntılarında rahat alemine ve ruhların uçuştuğu meydana geçmek ve varlıkların sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp Rahman olan Allah’ın huzuruna gitmek, bin can ile arzu edilir bir seyahattir, kesin olarak bir saadettir. (Mektubat’tan faydalanılmıştır.)