Nurdanhaber –
Yeni Bir Devlete Doğru;
Emir Abdulaziz İbn Suud, Suudilerin anayurtları sayılan toprakları o sıradaki tek düşmanları olan Reşid Oğulları’ndan geri almak hedefine yönelik askeri faaliyetlerini yoğunlaştırdı.1902 ve 1903 yıllarında Riyad’ın güneyinde kalan Eflac ve Harc mıntıkaları,1904’te de kuzeydeki Sedir ve Vesm mıntıkaları Suudilerin denetimine geçti. Yine aynı yıl, Kasim bölgesinin iki önemli kasabası olan Uneyze ve Büreyde Reşid Oğulları’ndan geri alındı. (17-Kıcıman,Naci Keşif,Medine Müdafaası: Hicaz Bizden Nasıl ayrıldı?,İstanbul,1971)
Bölgeyi Osmanlı himayesi altında yöneten Reşid Oğulları’nın Abdülaziz karşısında ardarda yaşadığı bu yenilgiler, İstanbul’u alarma geçirdi. Müttefikine yardım için bölgeye takviye birlikler gönderen Osmanlı yönetimi ile Abdülaziz İbn Su ud’un karşı karşıya gelmeleri, Benu Reşid’in güç kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda bu yeni siyasi durum, Osmanlıların bölgedeki en güçlü rakibi olan İngilizler ile İbn Suud’un birbirlerine yakınlaşmalarına yol açacaktır.
Suudilerin ve tüm Vehhabilerin doğal düşmanları olan Osmanlı devleti ile İbn Suud’un ilk teması 1904 yılı Haziran ayında gerçekleşti. Kasim’deki bu askeri temasta İbn Suud’un kuvvetleri ağır yenilgiye uğradılar. İbn Suud elinden yaralandı. Diğer bazı kayıtlara göre ise bacağına aldığı darbe nedeniyle baygın düşmesi askerlerinin dağılmasına neden oldu. Fakat aynı yılın sonbaharında, Osmanlılar ve Benu Reşid’in taraftarlarının oluşturduğu ordu İbn Suud karşısında yenilgiye uğradı. Bu sefer de İbn Reşid yaralandı. Savaş sırasında enaz 550 Osmanlı askerinin öldüğü bildirilmektedir. Sağ kalanlar ise daha sonraki günlerde bedevilerce saklandıkları yerlerde bulunarak öldürüldüler. Sağ kalmayı başaran iki askerin anlattıkları daha dehşet vericiydi. Osmanlı komutanı, İbn Suud’a hücumda tereddüt gösterdiği için bizzat İbn Reşid tarafından vurulmuş ve savaş sırasında İbn Reşid’in bedevileri, müttefikleri olan Osmanlı askerlerini savaşın en şiddetli zamanında arkadan vurarak yüz kadarını öldürüp doksanını da yaralamıştı. (18-Howarth, David, King, s 37-8)
Bu savaşın sonucunda ilginç bir gelişme yaşandı. Olaydan sonra Osmanlıların Necd’e yaptığı askeri takviyede korkuya kapılan İbn Suud, Osmanlı padişahına yazdığı bir dizi mektupla meydana gelen olaydan dolayı af talep etti ve olayın, İbn Reşid’in tezvirat ve arabozuculuğu sonucu meydana geldiğini bildirdi. Mektuplarda şu çeşit ifadeler sıklıkla yer alıyordu: “Ben, Allah’ın Gölgesi’nin her arzu ve emrine amadeyim…. Ben, efendimiz Yüce Halife’nin sadık bir kuluyum. ” (19- Howarth, David, King, s.50-51) Bu çabalar sonucunda ve Kuveyt emirinin arabuluculuğuyla 1905 ilk baharında Osmanlı temsilcisiyle İbn Suud’un babası Abdurrahman bir araya geldiler. Abdurrahman, oğlu adına tekrar özür dileyerek itaatini arzetti ve kuzey Necd’de bir Türk garnizonunun bulunmasından memnun kalacaklarını, fakat tek isteklerinin İbn Reşid’in bölgeden uzak tutulması olduğunu temsilciye bildirdi. Bu görüşme sonucunda bir Türk birliği Kasim’de konuşlandı. Osmanlı sancağı bölgedeki burclara dikildi. Ancak İbn Suud, aynı zamanda İngilizler ile de irtibattaydı. Hatta Osmanlı kuvvetlerini Ahsa’dan çıkartmak karşılığında İngilizlerden yardım istediği fakat bu teklifin İngiltere Dışişleri Bakanlığı tarafından makul bulunmadığı kaydedilmektedir. ( 20- Howarth, David, King, s.51-54) Bu arada İbn Suud 1906 Nisan ayında ezeli rakibi İbn Reşid’e Ravzatü Muhenna’da bir gece baskınıyla son darbeyi indirdi. Bu baskından İbn Reşid sağ kurtulamadı.
Suudiler, 1907-1912 arasında Necd ve Ahsa’daki bedevi kabilelerin tümünü itaat altına aldılar. Bu kabilelerin çoğu, aralıklarla da olsa bölgeyi ikiyüz yıldır yöneten Suudi ailesine barışçı yollarla itaat ettiler, isyankar kabileler ise bedevi usulü cereyan eden kanlı çarpışmalar sonucu itaat altına alındılar. İbn Reşid unsurunu devre dışı bırakan İbn Suud’un Kasim’deki Osmanlı birliğine artık ihtiyacı kalmamıştı. Çevredeki kabilelere, Osmanlı garnizonuna giden kervanlara yol vermemelerini emreden İbn Suud, savaş yapmadan Osmanlıları bölgeden çıkarmayı başardı. Açlık, hastalıklar ve peşinden firarlar baş gösterince Sıtkı Paşa komutasındaki Osmanlı garnizonu bir daha dönmemek üzere Necd i terketti. Sancaklar indi ve Kasim Mutasarrıflığı kapatılarak Basra’ya nakledildi.
Necd’in tamamını hakimiyetine geçiren İbn Suud’un yeni hedefi Ahsa olacaktır. Kabilelerini itaat altına aldığı Ahsa’daki karşı muhatabı ise yine Osmanlılardı. 1913 Mayıs ayı başında Ahsanın en önemli şehri olan Hufuf’u bir gece baskınıyla ele geçiren İbn Suud Osmanlı birliğini teslim olmaya mecbur etti ve kısa zaman içinde tüm Ahsa’yı kontrolü altına aldı. Osmanlı Devleti, İbn Suud’u yanına çekmek ve ya en azından onu İngilizlerin yanına itmemek gayesiyle Ahsa’daki de facto Vehhabi hakimiyetine tepkisiz kaldı. Zaten İbn Suud da, kendileri Ahsa’yı almasalardı İngilizlerin alacağını söyleyerek İstanbul’a mesajlar göndermekte, kendisine doğrudan yönelebilecek olan tehditleri İngiliz-Osmanlı rekabetinden faydalanmak suretiyle diplomatik yolla etkisizleştirmeye çalışmaktaydı. Nitekim 1914 Mayıs ayında Osmanlı ile İbn Suud arasında imzalanan antlaşma gereğince Abdülaziz’e, Bab-ı Ali’ye bağlı kalmak ve ortak düşmanlara karşı ittifak yapmak şartıyla Necd Valiliği ve “paşa” ünvanı verildi.
SUUD İHVANIN KURULUŞU
Melik Abdulaziz devletini yaşatmak için gönüllü bir birliğe ihtiyacı olduğunun farkında olarak ilk iş İhvan teşkilatını kurmakla işe başladı. Bunun içinde Bedevilerin iskan edilmeleri gerekiyordu. İskan işi tabiki kolay değildi, kabileler bir taraftan ikna edilmeye çalışılıyordu, eğer münkün değilse zor kullanılıyordu. Yeni yerleşim birimlerine hicre adı veriliyordu, yerleştirilenler yoğun bir eğitime tabi tutularak birer militana dönüştürülüyordu. Tam örgütlenme, ilk İhvan hicresi sayılan Ertaviyye’nin yerleşime açıldığı tarih olan 1912 yılı ile başlamaktadır. İhvan meselesini ileriki makalelerde müstakil ele alacağız. Suud İhvanı anlaşılmadan Suudi Arabistan’ın yayılmacığı ve bugünkü militan yapılar anlaşılmaz.
Allaha emanet olun gelecek makalemiz Suud, İngiltere Yakınlaşması olacak inşallah.