Nurdanhaber –
Vehhebiliğin İtikadi yönü-1;
Muhammed Bin Abdülvehhabı kendi zamanında etkin bir güç haline getiren başlıca neden şüphesizki onun orjinal gibi duran fakat gerçekte yüzlerce yıldır tartışılan ve itibar görmeyen görüşleridir. Başta kendi ülkesi olan Necd’de olmak üzere seyahat ettiği yerlerde rastladığı yanlış fikirler ve sakıncalı dini uygulamalar, onun dini davetinin gerekçelerini oluşturmuşlardır. Adeta bir ibadet hüviyetine dönüşmüş cami ve türbe ziyaretleri, değişik mekanlardaki ağaç, taş ve mağaralara kutsallık atfedilerek buralarda dua edilmesi, adak adanması gibi dini pratiklerin yaygın olarak müslümanlar arasındaki mevcudiyeti, İbn Abdülvehhabın dini hassasiyetini fazlaca rahatsız etmiş görünmektedir.
Zinanın o zamana göre çoğalması, namaz kılmayanlann fazlalaşması gibi toplumun dini yaşantısında gözlemlediği olumsuz gidişat yanında, dul ve yetimlerin haklarının yenmesi, kadının mirastan mahrum edilmesi misallerinde olduğu gibi İslam hukukunun gereklerinin çoğu kere kabile gelenekleri tercih edilmek suretiyle terk edilmesi ve bunu mümkün kılan toplumsal ve idari yapı karşısında İbn Abdülvehhab, dini da’vetini kabul etmeyenlere karşı şiddet temelinde yükselen dini tutum ve düşüncesini inşa etti. Vehhabilik, Kur’an ve hadis metinleri dışında akli delillere çok az yer bırakan bir fıkıh metodolojisini uygun bulması dolayısıyla Hanbeli mezhebinden, bu dini metinlerin yorumunda naslarda geçen ibarelerin zahiri ve kuru manasını esas alması itibarıyla da Zahiri mezhebinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Kendi görüşlerini kabul etmeyenleri müslüman saymayan tutumlarıyla dışlamacı (exclusivist) kimliği temsil etmeleri ve dışladıkları insanlara karşı şiddeti ve savaşı mübah sayan dini telakkileri, yine Necd ülkesinin ürünü olan Harici düşüncesiyle Vehhabiliğin benzerliğini hemen hatıra getirmektedir.
Tevhit,Vehhabi doktrininin ana temasını oluşturur.Yaratıcılık, kainata hakim oluş ve idarecilik, kullarına emredicilik gibi vasıfların sadece Allah’a ait olduğunu ifade eden tevhid-i rububiyet; ibadet edilecek, duada bulunulacak, kendinden korkulacak veya ümit bağlanacak mercinin Allah olduğunu ifade eden tevhid-i uluhhiyet; ve iman ile amelin ayrılmazlığını ifade eden tevhid-i ameli, tevhit itikadının vazgeçilemez üç ayrı dayanağıdır.
Muhammed Bin Abdülvehhab, rubûbiyet tevhidi ile alakalı olan ve ihtilaflı kelami meseleler arasında yer alan sıfatullah ve müteşabihat konularda klasik Selefiyye’nin ve özellikle İbn Teymiyye’nin yorumlarını esas alarak görüşlerini oluşturur. Uluhhiyet tevhidi ise çok önemle üzerinde durulan bir konu olmuştur. Şefaat, tevessül, kabir ziyaretleri ve tasavvuf hakkındaki görüşleri, tevhid-i uluhhiyet ile irtibatlıdır. Ahiretteki şefaat olayını sahih dini metinlerde yer aldğı için kabul eden İbn Abdülvehhab, şefaatin sadece Allah’ın izniyle olacağı üzerinde durmuş,Hz. Peygamber de dahil olmak üzere hiç kimsenin doğrudan şefaat yetkisi olmadığını belirterek İbni Teymiy’eden ayrılır. Dolayısıyla, Hz. Peygamber’in ruhundan, veya bir sahabiden, bir veli kişiden bu dünyada şefaat beklemek şirke yol açan bir davranıştır der.
Dua ederken Hz. Peygamber’i veya salih ve veli bir müslümanı vesile kılarak Allah’a yakarma manasına gelen tevessül de İbn Abdülvahhab tarafından tehlikeli bulunmuş, “yakınlık kasdıyla Allah ile kul arasına üçüncü bir varlığa koymak” şeklindeki Kur’an’ın yasakladığı cahiliyye davranışı tevessülle aynı kabul edilmiş ve şirk kapsamı için değerlendirilmiştir.
Mezarı ziyaret edilen şahsı, ziyaret sırasında edilen dualarda şefaatçı ve aracı kılma tehlikesi her zaman yüksek olduğundan, İbn Abdülvehhab, kabir başında dua etmek, bir yanında namaz kılmak, kabre bir takım eşyalar bırakmak şeklindeki pratikleri yine şirk davranışları olarak kabul etmektedir. Halbuki Ehli sünnet alimleri kabir başında duâ etmeyi müstehap görmüşler, kabristanda namaz kılmak ise mekruhtur.
Tasavvufta yer alan, ölmüş şeyhle irtibat kurmak manasındaki rabıta, ondan yardım istemek manasındakı istimdad, uluhhiyet tevhidini bozması dolayısıyla İbn Abdülvehhab tarafından şirke sebep olan davranışlar arasında zikredilir. Bir mürşide bağlanmak da insanı şirke götürür. Tasavvuf ve tarikatler sonradan ortaya çıkmaları sebebiyle zaten bid at müesseseleridir ve tasavvufun istidlal yolu olan mükaşefe (kainatı keşfetme), ona göre tamamen güvenilmez ve uydurma bir usulü esas almaktadır. Halbuki İmam Kabul ettikleri İbni Teymiye ve İbni Kayyım el Cezvi Tasavufu hak Kabul ettikleri gibi İbni Teymiye Şeyh Abdulkadir Geylanin Fethu Rabbani’sini, İbni Kayyım el Cezvi’de Beyazıdı Bestaminin eserlerini şerh etmişler.
İbadette riya, adak kurban, nazarlık, muska, resim yapmak gibi çeşitli konular uluhhiyet tevhidi açısından açıklanarak şirk ile olan irtibatları İbn Abdülvehhab tarafından ortaya konulmaya çalışılmıştir. Meşhur Kitabu’t-Tevhid’deki altmış yedi bölümün tümü uluhhiyet tevhidini ve bu tevhide zarar veren uygulamaları kendi bakış açısıyla açıklamaktadır.
Tevhid-i ameli ise inanç boyutundaki tevhidin bizzat yaşayışta tezahür etmesidir. Çünkü iman ile amel bir bütündür. Tevhidin gereklerini yerine getirmeyenler ve bid’atlerden sakınmayanlar şirkten kurtulmuş olmazlar. Bu nedenle bir Vehhabi için bir kimsenin gerçek muvahhid olup olmadığını anlamak hiç de zor değildir. Kendilerini muvahhidun veya ehlü tevhid olarak isimlendirmeleri, hem imanda hem de amelde gerçek tevhidin kendileri tarafından temsil edildiğine inanmalarından dolayıdır. Vehhabi isminin ise, muhalifleri tarafından daha çok rencide etme kasdiyla üretildiği bilinmektedir. Fakat bu isim zaman içinde bazı Necdli ulema tarafından benimsenerek kullanilmaya başlamıştır. Ayrica Vehhabilik isminin bugün Vehhabi olmayanlarca yaygın olarak yanlış bir şekilde Hanbelilik yerine ve bütün şekilleriyle selefi akımlara atfen kullanıldığı söylenebilir.
Allaha emanet olun gelecek makalemiz Vehhebiliğin İtikadi yönü-2 olacak inşallah.