İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 25. Ayet
وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا
الْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا
بِهٖ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فٖيهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ
Arkadaş! Bu sualleri avucuna koy. Ben de bu cümleleri açar, içlerine bakarım. Sen de dikkat et, bakalım mutabık olacak mıdır?
كُلَّمَا kelimesi, devam ve tahkike delâlet eder.
رُزِقُوا sîga-i mazisiyle vukuunun tahakkukuna delâlet ettiği gibi maddesiyle de dünyadaki rızıklarını ihtar eder. Ve bina-i meçhul sîgasıyla zikri, o rızıkta meşakkatin bulunmamasına ve onların (ağalar ve beyler gibi) rızıkları ayaklarına geldiğine delâlet eder.
مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ denilmektense مِنْ ثَمَرَاتِهَا denilmiş olsaydı daha muhtasar ve daha güzel olurdu. Fakat mezkûr suallerden iki suale cevap olduğundan مِنْهَا ayrı مِنْ ثَمَرَةٍ ayrı söylemek icab etmiştir.
مِنْ ثَمَرَةٍ deki tenkir, tamimi ifade ettiği cihetle, cennetin bütün semereleri rızık olmaya şâyan olduğuna işarettir.
رِزْقًا kelimesinin tenkiri ise açlığı gidermek için yediğiniz, gördüğünüz rızık olmadığına işarettir.
قَالُوا tefaul babının manası olan şirketi andırıyor. Yani “O rızkın acib keyfiyetinden ettikleri taaccüb ve istiğrabı birbirine söylemeye başladılar.”
هٰذَا الَّذٖى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ : Bu cümlede mübhem bırakılıp beyan edilmeyen “rızık” kelimesinin dört manaya ihtimali vardır:
Birincisi: Rızıktan maksat amel-i salihtir. Yani “Bu dâr-ı dünyada rızık olarak bize nasib kılınan amel-i salih, yani şimdi yediğimiz rızıklar, dünyada yaptığımız amel-i salihin neticesidir.” Yani amel ile ceza arasında o kadar ittisal (bağlılık) vardır ki sanki dünyadaki amel, âhirette tecessüm edip sevap kesilmiştir. Onların sevinçleri, bu noktadan hasıl olmuştur.
İkincisi: Rızıktan maksat, dünyanın taam ve yemekleridir. Yani “Dünyada rızık olarak bize verilen taamlar, bunlardır. Amma zevkleri, tatları arasında dağlar kadar fark vardır.” İşte onların istiğrabları bu noktadandır.
Üçüncüsü: Bu semereler, biraz evvel yediğimiz semereler gibidir amma suretleri bir, manaları, tatları ayrıdır. Demek sureten, şeklen bir olduklarından ülfet lezzetini veriyor; tatlarının ayrı olmasıyla da teceddüd lezzeti hasıl oluyor. İşte sevinçleri bu noktadandır.
Dördüncüsü: Hemen şimdi yediğimiz meyveler, bu dallardaki meyvelerdir. Demek bir meyve koparıldığı zaman yeri boş kalmıyor, derhal yerine bir meyve peyda olur. İşte bundandır ki cennetin meyvelerinde noksaniyet olmuyor.
وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا : Bu cümle itiraziyedir. Yani yeni bir hükmü ifade etmek için zikrine lüzum olmadığı halde هٰذَا الَّذٖى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ cümlesindeki hükmü tasdik ve illetini beyan etmek üzere, evvelki cümleye bir zeyl ve bir fezleke olarak zikredilmiştir.
Bina-i meçhul sîgasıyla اُتُوا nün zikredilmesi, ehl-i cennetin işleri, hademeleri tarafından görülmekte olduğuna işarettir.
مُتَشَابِهًا : Yani zahiren ve şeklen bir olduğundan ülfet lezzetini veriyor; bâtınen ve taamen de ayrı olduğu cihetle, teceddüd lezzetini veriyor. Bu itibarla مُتَشَابِهًا kelimesi, her iki lezzeti îma ediyor.
وَلَهُمْ فٖيهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ : Bu cümle لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى … الخ cümlesine atıftır. Atfın tarafeyni arasında lâzım olan münasebetin iktizasınca takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir: “Onlar, kendi cisimleri için bir meskene muhtaç oldukları gibi kadınları için de bir meskene muhtaçtırlar.”
لَهُمْ kelimesi ihtisası ifade ettiği cihetle, o ezvacın onların mülkü ve onlara mahsus olduklarına delâlet ettiği gibi dünya kadınlarından başka حُورٌ عٖينٌ ile tabir edilen bir kısım kadınlar da onlar için yaratılmış olduğunu îmaen gösteriyor.
فٖيهَا : Cennet o kadınlara zarf ve mesken olduğundan anlaşılır ki o kadınlar o yüksek cennete lâyıktırlar ve aynı zamanda cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların hüsünleri de yükseliyor. Ve keza cennetin de onlar ile müzeyyen olduğuna gizli bir îma vardır.
مُطَهَّرَةٌ tef’il babından ism-i mef’ul olduğundan herhalde tathir edici bir fâil vardır. O fâil de ancak yed-i kudrettir. Binaenaleyh yed-i kudretin tathir ve tenzih ettiği kadınların tavsifleri kabil değildir.
Ve keza مُطَهَّرَةٌ kelimesi müteaddî olduğuna nazaran, o kadınların taharetleri kendilerinden olmayıp başkasından onlara sirayet etmiş olduğu anlaşılır. Binaenaleyh dünya kadınları da cennete girdikten sonra bir tetahhur ve tasfiye ve tasaykul ameliyatıyla güzellikte hurilerin derecelerine çıkacaklarına delâlet eder.
وَهُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ : Yani “Onlar da ezvacları da cennet de cennetin lezaizi de hep ebedîdirler.”
***
[1] Hâşiye: Horhor, Van’da müellifin medresesinin adıdır.
Kaynak: Risale-i Nur