İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 23-24. Ayetler
Nübüvvet Hakkında
وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ وَادْعُوا
شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ۞ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا
فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتٖى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرٖينَ
Sual: Kur’an’a bir nazire yapmak mümkinattan imiş fakat nasılsa yapılmamıştır?
Cevap: Mümkinattan olmuş olsaydı damarlarına dokundurulanlar, behemehal muarazayı arzu ederlerdi. Ve muaraza arzusunda bulunmuş olsaydılar muaraza yapacaklardı. Çünkü iptal-i dava için muarazaya ihtiyaçları pek şedit idi. Muaraza etmiş olsaydılar gizli kalmazdı, tezahür ederdi. Çünkü tezahürüne rağbet çok olduğu gibi esbab dahi çok idi. Tezahür etseydi âlemde şöhret bulurdu. Şöhret bulmuş olsaydı Müseylime’nin hezeyanları gibi behemehal tarihte bulunacaktı. Mademki tarihte bulunmamıştır, demek yapılmamıştır. Madem yapılmamıştır, demek Kur’an mu’cizedir.
Sual: Müseylime füseha-i Arap’tan olduğu halde, sözleri ne için âleme maskara olmuştur?
Cevap: Çünkü onun sözleri, bin derece fevkinde bulunan sözlere karşı mukabeleye çıktığından çirkin ve gülünç olmuştur. Evet güzel bir adam, Hazret-i Yusuf (as) ile beraber güzellik imtihanına girerse elbette çirkin ve gülünç olur.
Sual: Kur’an-ı Kerîm hakkında şek ve şüpheleri olanlar, Kur’an’ın bazı terkip ve kelimeleri güya nahiv ilminin kaidelerine muhalefet etmiş gibi şüphe îka etmişlerdir?
Cevap: Bu gibi heriflerin, ilm-i nahvin kaidelerinden haberleri yoktur. Sekkakî’nin dediği gibi; efsah-ı füseha olan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, Kur’an-ı Kerîm’i uzun uzun zamanlarda tekrar be-tekrar okuduğu halde o hataların farkında olmamış da bu cahil herifler mi farkında olmuşlardır? Bu, hangi akla girer ve hangi kafaya sığar? Sekkakî “Miftah”ının sonunda, bu gibi cahilleri iyi taşlamıştır. Evet, bir şairin dediği gibi لَوْ كُلُّ كَلْبٍ عَوٰى اَلْقَمْتَهُ حَجَرًا § لَمْ يَبْقَ فٖى هٰذِهِ الْكُرَةِ اَحْجَارُ her üren kelbin ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz.
Bu âyeti mâkabliyle rabteden ikinci vecih ise: Evvelki âyet vaktâ ki ibadeti emretti, sanki “İbadetin keyfiyeti nasıldır?” diye sâmi’in zihnine bir sual geldi. “Kur’an’ın talim ettiği gibi.” diye cevap verildi.
Tekrar, “Kur’an’ın Allah’ın kelâmı olduğunu nasıl bileceğiz?” diye ikinci bir suale daha kapı açıldı. Bu suale cevaben وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا âyetiyle cevap verildi. Demek, her iki âyetin arasındaki cihet-i irtibat, bir sual-cevap ve bir alışveriştir.
Arkadaş! Bu âyetin ihtiva ettiği cümlelerin arasına girelim, bakalım, aralarında ne gibi münasebetler vardır?
Evet وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا cümlesi, mukadder bir suale cevaptır. Çünkü Kur’an, evvelki âyette ibadeti emrettiği vakit “Acaba ibadete olan bu emrin Allah’ın emri olup olmadığını nasıl anlayacağız ki imtisal edelim?” diye bir sual sâmi’in hatırına geldi. Bu suale cevaben denildi ki: “Eğer Kur’an’ın ve dolayısıyla bu emrin Allah’ın emri olduğunda şüpheniz varsa kendinizi tecrübe ediniz ve şüphenizi izale ediniz.”
Ve eyzan vaktâ ki Kur’an, surenin evvelinde لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ cümlesiyle kendisini sena etti, sonra mü’minlerin medhine, sonra kâfir ve münafıkların zemmine intikal etti, sonra ibadet ve tevhidi emrettikten sonra surenin başına dönerek لَا رَيْبَ فٖيهِ cümlesini tekiden وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ … الخ cümlesini zikretti. Yani “Kur’an, şek ve şüphelere mahal değildir. Sizin şüpheleriniz ancak kalplerinizin hastalığından ve tabiatınızın sekametinden neş’et ediyor.” Evet gözleri hasta olan, güneşin ziyasını inkâr eder; ağzı acı olan, tatlı suya acı der.
فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ : Yani “Kur’an’ın mislinden bir sure getiriniz.”
Arkadaş! Bu cümleyi وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ cümlesiyle bağlayan اِنْ edat-ı şarttır. Şart edatları daima –hararetle ateş gibi– biri sebep, diğeri müsebbeb iki cümleye dâhil olurlar. İlm-i nahivce birisine fiilü’ş-şart, ikincisine cezaü’ş-şart denir. Bu iki cümle arasında, hararetle ateş arasında olduğu gibi “lüzum” lâzımdır. Halbuki bu iki cümle arasında lüzum görünmüyor. Binaenaleyh âyetin ihtisarı dolayısıyla ortadan kaldırılan cümlelere müracaat lâzımdır. Mukadder cümleler ise تَشَبَّثُوا ، وَجَبَ التَّشَبُّثُ ، تَعَلَّمُوا ، جَرِّبُوا emirleridir. Bunlar sıra ile ikincisi birincisine lâzımdır. Yani ityan (delil getirmek) tecrübeye lâzımdır; tecrübe taallüme, taallüm vücub-u teşebbüse, vücub-u teşebbüs de teşebbüse, teşebbüs de raybe lâzımdır. Demek bu kadar lüzumların takdiri lâzımdır ki “Kur’an’ın bir mislini getiriniz.” ile “Kur’an’da şüpheniz varsa…” arasında lüzum tezahür edebilsin.
وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ : Bu cümlenin, üç vecihle mâkabliyle irtibatı vardır.
Birinci Vecih: “Kur’an’a muaraza etmekten zahir olan aczimiz, bütün insanların aczini istilzam etmez. Biz yapamadık amma başkaları yapabilirler.” diye zihinlerine gelen vesveseyi def’etmek için Kur’an-ı Kerîm bu âyetin lisanıyla “Büyüklerinizi, reislerinizi de çağırınız, size yardım etsinler.” diye onları ilzam etmiştir.
İkinci Vecih: “Eğer biz muaraza teşebbüsünde bulunsak bizi destekleyen, müdafaa eden yoktur.” diye ileri sürdükleri zu’mlarını da reddetmiştir ki “Herhangi bir meslek olursa olsun, mutaassıpları çoktur. Muaraza ettiğiniz takdirde, sizi müdafaa eden çok olur.” diye onları iskât etmiştir.
Üçüncü Vecih: Kur’an-ı Kerîm sanki onlara istihzaen diyor ki: “Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, bütün insanlara nübüvvetini tasdik ettirmek için Allah’ından yardım istedi. Allah’ı da Kur’an’ına sikke-i i’cazı basarak pek çok insanlara tasdik ettirdi. Sizin âlihelerinizden bir faydanız varsa siz de onları çağırınız, size yardım etsinler.”
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا : Yani “Tecrübeden sonra bakınız. Muarazaya kādir olmadığınız takdirde, acziniz zahir olur ve muarazayı da yapmış olmazsınız.”
وَلَنْ تَفْعَلُوا : Yani “Mazide yapamadığınız gibi bundan sonra da kat’iyetle yapamayacaksınız.” Binaenaleyh “Bizim mazide yapamamamız, istikbalde beşerin yapamamasını istilzam etmez.” diye izhar ettikleri o bahaneyi de لَنْ تَفْعَلُوا ile def’etmiştir. Ve aynı zamanda üç vecihle i’caza işaret yapmıştır:
Kaynak: Risale-i Nur