İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 9 – 10. Ayet
يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَمَايَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ۞ فٖى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَ هُمُ اللّٰهُ مَرَضًا وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
فٖى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ Bu cümlenin mâkabliyle vech-i irtibatı: Vaktâ ki onlar, şuur hissini istihdam ederek muhakeme-i akliye ile amel etmediler. Anlaşıldı ki ruhlarında bir maraz vardır. Ve lâekall onun zararlı bir maraz olduğunu bilmeleri lâzımdır ki o marazdan sâdır olan hükümlere itimad etmesinler. Çünkü o maraz; hakikatleri tağyir etmekle acıyı tatlı, çirkini güzel gösterir şanındadır.
Zarfiyeti ifade eden فٖى kelimesinden anlaşılır ki onların marazları, kalbin sathında değildir. Ancak kalbin melekûtunda yani iç yüzünde kâin bir marazdır.
قَلْب unvanından anlaşılır ki kalbin sathında bulunan bir hastalık, bütün a’mal-i bedeniyeyi sekteye uğrattığı gibi, kalbin iç yüzü de nifak ile hastalandığı zaman, ef’al-i ruhiye tamamen istikamet üzerine lâzım olan hareketten düşerler. Çünkü hayatın mihveri ve makinesi, ancak kalptir.
فٖى قُلُوبِهِمْ in مَرَضٌ üzerine takdimi, iki cihetle hasrı ifade eder.
Biri: Maraz başka uzuvlarında değil ancak kalplere münhasırdır. Diğeri: O kalpler de ancak münafıkların kalbi olup başkaların kalpleri değildir.
O iki hasırdan ta’riz suretiyle anlaşılır ki nur-u iman, insanın bütün ef’al ve âsârına sıhhat ve istikameti vermek şanındadır.
Ve yine anlaşılır ki fesat kalptedir. Malûm ya bir şeyin esası, kalbi bozuk olursa teferruatını tamir etmek bir faydayı teşkil etmez.
Ve yine anlaşılır ki fıtrattan hakikat çıkar. Ve fıtrat, hakikatlere merci bir masdardır. Fesat ve harab ise ârızî bir marazdır. Çünkü eşyada asıl sıhhattir. Maraz ise ârızîdir. Binaenaleyh “Nifak ve fesadımız fıtrîdir. İhtiyarî olmadığından mûcib-i ceza değildir.” diye itizarda bulunamazlar.
Tenkiri meçhuliyeti ifade eden tenvin ise, marazın pek gizli olduğundan ne görünmesi ve ne tedavisi mümkün olmadığına işarettir.
Beşinci cümleyi teşkil eden فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًا nin, mâkabliyle vech-i irtibatı ile eczası arasındaki cihet-i intizam:
Evet, vaktâ ki münafıklar yaptıkları amelden bir maraz olduğu kanaatiyle içtinab etmediler. Bilakis o amellerini istihsan ederek fazlaca talebinde bulundular. Cenab-ı Hak da talepleri üzerine arttırdı.
Sual: فَزَادَ deki ف mâkablinin mâba’dine sebep olduğunu ifade eder. Halbuki burada marazın vücudu, marazın ziyadesine sebep değildir?
Cevap: Vaktâ ki onlar, marazlarını teşhis edip tedavisi talebinde bulunmadılar. Sanki ihmallik yüzünden ziyadesini talep etmişlerdir. Cenab-ı Hak da mü’minlerin zaferiyle onların ümitlerini yeise çevirmiştir. Ve müslümanların galebesiyle onların husumetlerini hased ve kine kalbetmiştir. Sonra da maruz kaldıkları o yeis; kinden doğan korku, zafiyet, zillet marazlarını kalplerine istila ettirmekle marazlarını ziyadeleştirdi.
Sual: Kur’an-ı Kerim’in bu cümlede “maraz” kelimesini mef’ul değil, temyiz şeklinde kullanması neye işarettir?
Cevap: Münafıkların bâtınî ve kalbî olan marazları, sanki zahire çıkmış ve bütün amellerine, fiillerine sirayet etmekle vücudları, tamamıyla maraz kesilmiş olduğunu ifade etmek için مرض kelimesi temyiz olarak kullanılmıştır. Evet مرض kelimesi mef’ul olduğu takdirde, bu manayı ifade edemez. Çünkü o vakit ziyade, yalnız maraza taalluk eder.
Kaynak: Risale-i Nur