Yıl 1949 Yer Safranbolu Çalışlar Köyü. Köy Enstitüsünden mezun çiçeği burnunda genç bir muallim…
Adı Mustafa Sungur…
Risale-i Nur’dan feyz alan zinde bir ruh, cevval fikir, maneviyata susamışlığı en derin vicdanında hissedip Nurların çeşmesine yapışmış bir hakikat aşığı…
Mustafa Sungur, 1949 yılının Aralık ayının 15 inde zamanın başbakanı Şemseddin Günaltay’a uzun bir mektup yazar ve gönderir.
Bu mektup risale-i nurda tezahür eden Kur’an’ın iman hakikatlarının ne derece kuvvetli olduğunu nazara inkişaf ettiren tam bir manifesto vasfını taşımaktadır. Öyle ki tevhid ile başlayıp Kur’an’ın mu’cizeliği ile devam edip Risalet-i Ahmediye ile Nübüvvet ve haşir hakikatlarının en müessir parçalarından derlenmiş bir özettir.
Şurası çok dikkate şayan bir husustur ki; suç isnadı için değil Risale-i Nur okumak, elinde ve evinde bulundurmanın bile yeterli olduğu fecaatli bir devrede Üstadının ifadesi ile “Kahraman bir Muallim” olan Mustafa Sungur, devr-i istibdadın Başbakanına, eline Bediüzzaman’ın Ayet el Kübra risalesinden latini hurufla bir kitap geçtiğini ve maneviyat hususunda ilk ve en derin istifadelerini bu eserle elde ettiğini tereddütsüz beyan ediyor.
Güzel bir hülasa ile Ayet el Kübra ve Nur âleminin bir anahtarı ve Hüve Nüktesi gibi bahislerin yarım sahifede kısa bir takdimini yapıyor.
Ardından mevcudat üzerinde görünen nizam ve mizan diliyle bir Halık’ın mevcudiyetini, gelen mevcutların gitmeleri ve arkalarında gelenlerin aynı tecelliye mazhariyetleri ile o Halık’ın devam ve sermediyetini gösterdiklerini veciz şekilde ifade ediyor.
Sonra Kur’an-ı Kerimin Mu’cizeliği konusuna geçiyor. Ayet el Kübra ve Yirmibeşinci sözün baş tarafındaki Kur’an tarifinden mulahhas bir özetle icaz-ı Kur’an’ı takdim ediyor.
Sonrasında Risalet-i Ahmediye ve vahy hakikatlarının ispatını havi parçalardan beyanatları naklettikten sonra haşir hakikatinin üçüncü, altıncı ve dokuzuncu hakikatlarından birer kısa hulasa naklediyor.
Risale-i Nurun ve Bediüzzaman’ın mahiyetini, maksadını, niyet ve gayesini berrak şekilde ifadeden sonra böyle bir esere ve muhterem müellifine tüm kalbiyle bağlandığını ifade sadedinde “ İşte Risale-i Nur Bütün İmani hakikatları şüphe getirmez bir şekilde isbat ettiğinden bütün varlığımla bu âlî hakikatlara inandım. Ve benim bu dünyaya gönderilmemdeki maksadın ne olduğunu, vazifelerimin nelerden ibaret bulunduğunu öğrendim. ……… hem beni ve bütün ehl-i manı vazifelerimizi yaptığımız takdirde ebedi mesut edebilen bir ALLAH Ü ZÜLKEMAL, beni imtihan için buraya göndermiş olduğunu bildim ve inandım.” dedikten sonra ise:
“Ve RİSALE-İ NUR’un aziz müellifi, hakiki vefakar, hakiki vatanperver ve bu günkü insanlığın medar-ı iftiharı KAHRAMAN ÜSTADA bütün varlığımla minnetdar kaldım. Onun tedrisinde yürüyen ve KUR’AN hizmeti uğrunda koparılmaz, manevi bağlarla ona bağlanan ikiyüz binler arasına ben de katıldım. ELHAMDÜLİLLAH” diyerek imanını beyan ediyor.
Üstad Bediüzzaman’ın böyle yüksek imanlı talebeleri olmasında dünyada hiç bir kuvvet onları dağıtamıyor, Kur’ana ve imana hizmetten koparamıyor. Allah merhum Mustafa Sungur ağabeyimize rahmetler indirsin, amin. Ebediyete intikal eden bu kahramanların yerlerine yetişecek iman ve kur’an fedakarları ihsan eylesin amin.